Her gece iki gündüz; her yeis iki ümid arasındadır. Her darbe iki demokrasi; her zulüm iki masumiyet hali arasındadır. “Saadetten musibet; musibetten saadet çıkar” önermesi buna delildir.
İçimizdeki masumiyeti su-i istimal eden de yine içimizdeki barbar duygulardır. Sosyal hayatta ise içimizdeki itaatkâr vatandaşı kullanan, yine içimizdeki diktanın menhus ruhudur. “30. Söz: Ene ve Zerre Risalesi” ndeki konular bu iddiaları ispat eder. Sağını solunu fark edemeyen, neye düşman neye dost olacağını bilemeyen tefritte koşturan safdil ehl-i iman ise iki cerbezeci, karıştırıcı ve münafık güruh arasında sıkışıp kalmıştır.
Bunlardan biri Bediüzzaman’ın “Avrupa kâfir zalimleri” olarak nitelediği İkinci Avrupa’dır. Birinci Avrupa’yı temsil eden ve bugünkü AB’nin köklerini aldığı İsevi dininden uzaklaşıp insani değerleri tahrip eden, medeniyetleri yıkan, öldüren, kan döken ırkçı, cebbar ve mağrur ikinci Avrupa’dır.
Bu Avrupa 19. ve 20. yüzyılın ilk yarısını da kapsayacak şekilde bağrından pozitivizmi, sosyalizmi, komünizmi, kapitalizmi, faşizmi; insanları her türlüsünden dalalet vadilerine yuvarlandıran –izm’leri çıkaran Avrupa’dır.
Diğeri ise “bizim” Asya’nın kurnaz münafıklarıdır ki, Doğunun masumiyetini kullanarak onları madden ve manen sömüren veya sömürtenlerdir. İlginç olanı ise bu kesimin akranlarına göre daha kalıcı ve daha azametli olması, binlerce zulmü işlese de ehl-i imanı bir tek iyiliği ile kendine inandırabilip kandırabilmesidir. Yakında eski olan filmlerin Şaban veya Bilo rolleri ile onların toplumunu yönlendiren ağa, bey, paşa türünden yönetici tipleri bu iki kesimi çok güzel temsil eder.
Birbirine zıtmış gibi görünen bu iki kesim, ilginçtir ki, birbirini destekleyen ve birbirini besleyen ve hatta birbirini doğuran batı-doğu sentezidir. Biri Batıda, Avrupa’da Doğu, İslam düşmanlığını tahrik ederken, diğeri de doğuda Batı düşmanlığını körüklemekle meşgul.
Aradaki safdil Müslümanlar ise yarım asırdır “Sizi gidi Batı kulüpçüler sizi” diyerek, bilerek veya bilmeyerek Kemalizm’in kucağında bolca ninni dinleyip, “e, e, e ” uyutmalarıyla tıpışlandılar. Zamanı gelince de demokrasinin gelişmemesi veya en azından engellenmesi için sokağa bırakılıp “kanlı mı olacak kansız mı olacak?” deyişleriyle kucağında büyüdükleri Kemalizm’e vefa borçlarını ödediler. Çünkü bunların yetenekleri “iğtişaşçılık” üzerine kurgulanmıştır.
Demokrasiye küfür rejimi diye saldırıp, ama eminim ki Demokrasinin ne olduğunu tam bilmeyen bir kısım okuyucularımız, yani bir önceki yazımıza “yuhhh” çeken yorumcular sanırım bunları bilmiyorlar. Bu yorumları gören eski solcu bir arkadaşım bile bu yorumu yapanlara, tüm engellemelerime rağmen derin bir “yuhhh” çekti, “Hâlâ bu düşüncede olan insanlar var mı? Türkiye’nin İslam’la ilgili geleceği konusundaki artan umutlarım böyle safdil insanlar sebebiyle kırılıyor” diye sitem etti.
Değerli okur;
Unutmayalım ki Kemalizm’in alternatifi tam demokrasidir. Bediüzzaman “Meşrutiyet” yani “Demokrasi”nin ruhunun şeriattan olduğuna dair deliller sunmuştur. İsteyenleri Bediüzzaman Hazretlerinin Münâzarât’ını okumaya davet ediyorum.
Ancak Kemalizm kendi istibdadını sürdürmek için, Türkiye’deki demokrasi havuzunu ısıtacak olan başta AB olmak üzere her türlü medeniyet projesine hem karşı çıkar ve hem de kucağında besleyip büyüttüğü bir kısım safdilleri tepe tepe kullanarak karşı çıkartma kışkırtmaları yapar ve yapıyor da.
Bize düşen görev elbette ona buna sataşmak değildir. Görevimiz, “rejim-i bid’akârâneyi tamir ve ihya” vazifesidir. Cumhuriyeti, adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibaret hale getirme gayretidir. “Müsbet Hareket” de budur; düzeltmek ve doğrultmaktır.
Ne yazık ki, bu vazifede Kemalizm baltasına sap olan içimizdeki safi dil ağaçlar nedeniyle yetersiz kalıyoruz. Buna gücümüzün yetmesi için –İsviçre’deki son minare olayı da gösterdi ki- İsevilerin bir medeniyet projesi olan AB desteğine ihtiyacımız var. “Anlayana sivrisinek saz.”