Her zaman, her yerde Yunus Emre: Hüseyin Atlansoy

Mustafa ORAL'ın yazısı...

Türk şiiri 60’lı yıllardan itibaren köklü bir değişim ve dönüşüm sürecine girmiştir. Etkileri günümüze kadar devam eden bu dönemi “modern türk şiiri dönemi ” olarak kabul edersek, burada genel olarak birkaç damardan bahsedebiliriz. Bunlardan ilki ve en güçlüsü Cemal Süreya ve Sezai Karakoç’un önderliğini yaptığı damardır. Dünya görüşleri itibarıyla birbirinden farklı olan bu iki şairin şiir anlayışının birbirine çok yakın olduğu açıktır. İkinci bir damar da Ece Ayhan  ve İlhan Berk’in temsil ettiği şiir anlayışıdır. Yine Turgut Uyar ve Edip Cansever de bu anlamda aynı dili konuşan şairler olarak bir başka damara işaret eder. Bir diğer damar da 80 kuşağı olarak bilinen Necat Çavuş, İhsan Deniz, Mehmet Ocaktan, Haydar Ergülen, Osman Konuk, Osman Hakan gibi şairlerin temsil ettiği damardır. Bir damara dahil olmamakla beraber Cahit Zarifoğlu ve İsmet Özel gibi tek başına bir ada olan şairler de vardır.

80 kuşağı olarak bilinen damar/dönem Türk şiir tarihinde apayrı bir yerde durur. Bu dönemde yukarıda isimlerini zikrettiğimiz İhsan Deniz’den Necat Çavuş’a, Haydar Ergülen’den Hüseyin Atlansoy’a, Mehmet Ocaktan’dan, Osman Konuk’a kadar Türk şiirinde hala etkilerini sürdüren önemli şairler yetişmiştir. Bu dönemdeki şairler tek başlarına özgün ve yetkin bir yerde durdukları gibi, bir döneme adını verecek kadar ses birlikteliğine sahip şairlerdir. Bu durum döneme adını veren şairlerin birbirine yakın coğrafyalarda doğup büyümesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Örneğin Hüseyin Atlansoy ve Haydar Ergülen Eskişehirli, Mehmet Ocaktan Balıkesirli, İhsan Deniz Bursalıdır.

80 kuşağı şiirinin en belirgin özelliği şiirle şehrin birbirine yaklaştığı bir yerden neşet ediyor olması gösterilebilir. Bu belki de döneme rengini veren şairlerin ekserisinin şehirde doğup, büyümelerinden kaynaklanmış olabilir. Slogandan uzak, içe dönük bir ses hakimdir dönemin şiirlerine.

İşte bu 80 kuşağının en önemli şairlerinden olan Hüseyin Atlansoy 1983-2005 yılları arasında yazdığı şiirlerini Hece Yayınlarından çıkan ‘Su Burcu’ adlı kitabında topladı. Su Burcu, Atlansoy’un ‘İntihar İlacı’ (1985), ‘Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi’ (1987), ‘Şehir Konuşmaları’ (1990); ‘İlk Sözler’ (ilk üç kitabın toplamı-1998); ‘Kaçak Yolcu’ (1998); ‘Karşılama Töreni’ (2005) adlı kitaplarıyla, çeşitli dergilerde yer alan kitaba girmemiş şiirlerinden oluşuyor.

Toplu Şiirler’den hareketle Atlansoy’un şiirini üç döneme ayırabiliriz. İlk üç kitabı
(İntihar İlacı’ (1985), ‘Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi’ (1987), ‘Şehir Konuşmaları’ (1990) şiirinin mebdeini, köklerini gösterir. Ondan sonra gelen ‘Kaçak Yolcu’ ve ‘Karşılama Töreni’ köklerin dal budak saldığı gövdedir. Son bölümdeki çeşitli dergilerde yer alan ve ilk defa kitaba giren şiirler de müntehadır, yani meyvedir.

Atlansoy ironiden lirizme gidip gelir. İlk şiirlerinde ironi ağır basarken gün geçtikçe lirizme doğru yol aldığı görülür. Yine ilk şiirlerindeki yoğun dil gün geçtikçe yerini daha saf, berrak bir dile bırakmıştır. Şüphesiz bu durum şairin şiirinde geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir.

Onun şiiri üç döneme ayrıldığı gibi, şiirindeki başlıca temalar da üçe ayrılır: Şehir/İstanbul, yolculuk/gariplik, zaman/ölüm.

Atlansoy şehrin ve şehirli insanın şiirini yazar. Şiirinde gürül gürül bir ses yoktur. Bunun yerine rindane bir söyleyiş söz konusudur. Şair bilir çarşı pazarda yüksek sesle konuşulmayacağını.
Hemen her şaire ilham kaynağı olan aşk, İstanbul, ölüm, zaman, yolculuk ve hüzün gibi temalar işte bu şehirli, rindane bir dil ile dillendirilir. Sessiz, içten ve derinden....

Atlansoy şiirinde çok yoğun bir yol ve yolculuk vurgusu vardır. Bu en bariz şekilde ‘Kaçak Yolcu’da kendini gösterir. Meşhur Arap şairi Kahriyat’ın dediği gibi her şey bir kemal noktasına gider. Şair de şiirinde bir kemal arayışı içindedir. Bu anlamda şairi için şiir bir yolculuk, bir isra, bir miraçtır. Öte yandan dünyanın faniliğine yapılan bir göndermedir yol, yolculuk ve şiir. Benim bu dünyadaki halim bir yolcunun ağacın altında dinlenmesi gibidir mealindeki kudsi sese bir göndermedir. Yolcuya yol hayretlik ve gariplik hissi verir. İnsan hayret ettikçe garipleşir. Şiir de insana hayret ve gariplik hissi verir. Bunun içindir ki iyi şairlerin şiirleri garip gelmiş, garip gitmiştir. Değil mi ki garip şair Atlansoy’un hemşehrisi Yunus Emre vakti zamanında “Bir garip ölmüş deyular / Üç gün sonra bulalar / Soğuk suda yuyalar / Şöyle garip bencileyin ben” demiştir. Değil mi ki şiir bir garip yolculuktur. Değil mi ki şiir de gariplik gibi saridir, bulaşıcıdır. Bu gariplik hali her şiire, her şiir kitabına, en çok da ‘Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi’ne bulaşır ve yakışır.  Bu gariplikten midir, Hüseyin Atlansoy’u siz hemen hiç ortalarda görmezsiniz. Ne gazetelerde, ne TV ekranlarında, ne de şiir gecelerinde Atlansoy’a rastlamazsınız.

Yunus “Bir garip ölmüş deyular / Üç gün sonra bulalar / Soğuk suda yuyalar / Şöyle garip bencileyin ben” dermiş. İnsanın dili de hep ağrıyan dişine gidermiş. Belki bunun içindir şairlerin iki laflarından birinin ölüm üzerine olması. Belki bunun içindir hemen her sahih şairin payına garibane ölüm düşmesi. Her dönemde ‘zenci’ ve ‘her yerde Kızılderili’ olan birisi belki bir gün bu gariplik halinin sonucu olarak “gaip” olmak isteyecek ve intihar etmeyi dileyecektir.  İşte bunu için şiirlerden reçeteler yazar Atlansoy. Adını da ‘İntihar İlacı’ koyar. Ardından noktayı koyar: “beni: o gece karayağız kabzımalların sırtına yük olmuş / gülünmesi yada ağlaması bebekleri andıran sarışın / bir duvara hintli saydığım vurguncunun aynada soyuk / ve solgun sırrını ve kendini öldüren / ve son çeken, tanrısı olan yüzüne inanmayan / şahadetsiz bir ölü, öldürmek istiyor.”

Atlansoy şiiri, şiir ve şehir içinde ölümüne garip bir yolculuktur. Kırk yıl Taptuk Emre’nin dergahına düz odun taşıma sevdası ve samimiyeti ister. Bu yolculuk sabır ve tahammül ister. İşte bunun için Atlansoy’un şiiri “Sabret gönlüm fırtınaya vakit var”, diye başlar. İşte bunun için “içimde / başlayıp diner / nice tanımsız / fırtına ve rüzgar ve bora // öyle serseriyim- ki /okyanusu geçtim / kaldım kıyıda” dizeleriyle son bulur.


 

Edebiyat Haberleri