Yusuf Sami Kamadan'ın röportajı:
2013 yılının başından itibaren 3 aylık periodlarla yayına başlayan ve gördüğü ilgi üzerine 2014 yılından itibaren aylık yayınlanan Osmanlıca Eğitim ve Kültür Dergisinden Metin Uçar bey ile, hem Osmanlıca üzerine hem de Osmanlıca dergisi üzerine bir mülakat gerçekleştirdik.
Sizi tanıyabilir miyiz?
İsmim Metin Uçar. Hayrat Vakfı bünyesinde çalışıyoruz. Burada yayın koordinatörüyüm. Bilecikliyim. İstanbul Üniversitesi mezunuyum. Hasbelkader 2013 yılından itibaren Osmanlıca eğitim ve kültür dergisini yayınlamaya başladık
Türkiye'de pek çok dergi yayınlanıyor fakat Osmanlıca dergi farklı bir özelliğe sahip, Osmanlıca yayın yapıyor. Bunu biraz kıyaslamak ister misiniz? Nasıl başladınız?
Osmanlıca eğitim ve kültür dergisinin ilk sayıları yayınlandıktan sonra ben muttali oldum. Çok ciddi bir ihtiyaçtı diyebilirim. Biz belki bunu hissediyorduk ama bu kadar karşılığı olacağını çok net bilebiliyor değildik. Osmanlıca son dönemde özellikle herkesin talip olduğu bir konu. Herkes Osmanlıca öğrenmeye gayret ediyor. Bu sadece üniversitelerde değil, belediyeler bu yönde çalışmalar yapıyor, sivil toplum kuruluşları yapıyor. Tabi bu arada Hayrat Vakfı'nın Milli Eğitim Bakanlığı ile, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile, Özel Öğretim Genel Müdürlüğü ile yapmış olduğu protokollerle Osmanlıca biraz daha geniş sahaya yayılmış oldu.
Şöyle söyleyeyim, 150.000 kişi iki senede sertifika aldı. Ve bu sadece üniversite öğrencileri değil, 7'den 70'e herkesin muhatap olduğu bir konu oldu. Dolayısıyla Osmanlıca bir anda her tarafa yayıldı. Bu, beraberinde materyali getiriyor. Tamam arşivler var, yazma eserler var, birçok kitaplar var, internet ortamında bir çok şeye ulaşabiliyorsunuz ama bir de güncel hayatın içerisinden size hitap eden bir şeyin de çıkması gerekiyor idi. Biz dedik ki bunu dergiye dönüştürelim, herkesin eline rahat ulaşabilecek bir şey olsun ve bu öğrendikleri Osmanlıca sürdürülebilir olsun, hayatın içerisine çekilmiş olsun. Bu düşünce ile 2013 yılında ilk etapta 3 ayda bir yayınladık, 2014'den itibaren de aylık yayınlanmaya başlandı.
Dergi insanlar tarafından ilgiyle takip ediliyor mu, memnun musunuz ilgiden?
Elbette. Tabi herşey tanınmışlığıyla ilgili. Ne kadar tanınabilirse o kadar daha rahat ulaşma imkanı var. Bu bir ihtiyaç ise, herkes bir şekilde zaten sizi buluyor. Yani insanlar kendisinin bir şekilde Osmanlıca öğrenebileceğine kanaat ettiği, kendisine faydalı olacağı bir şeyi bulursa bu onların dikkatini çekiyor. Dikkati iki cihetten çekiyor; Bir, Osmanlıca diye bir dergi yayınlanıyor. Bu Osmanlıca diye bir derginin yayınlanmış olması, kafalarda “nasıl olur?” sorusunu doğuruyor. Çünkü böyle bir şey bugüne kadar yoktu. İlk dikkati çeken tarafı burası. İkincisi, Osmanlıcayı biz öğrenmek istiyoruz, böyle bir yayın var madem, bu da bizim işimizi kolaylaştıran bir şey olacaksa, biz buna ulaşabiliriz diye dergiye talep artıyor, ilgi giderek daha da yoğunlaşıyor.
Osmanlıca diyoruz ama aslında bu Türkçeden farklı değil, sadece hurufta bazı değişiklikler var. Herkesin öğrenmesi gerektiğine inanıyor musunuz Osmanlıcayı, ya da neden öğrenmesi gerekir?
Şöyle söyleyelim, Osmanlıca tartışılan bir kavram aslında fakat normal halk arasında kullandığımız cihetiyle biz de derginin adını Osmanlıca koyduk. Çünkü maruf olan bu. “Osmanlı Türkçesi” diye kullanmak akademik dilde önemli fakat Osmanlıca dediğimizde herkes aslında bunun Türkçe olduğunu, ayrı bir dil olmadığını biliyorlar. Yeni nesil belki Osmanlıca deyince, “biz ne zaman Osmanlıca konuşmaya başlayacağız” gibi farklı bir düşünceye kapılabiliyorlar veya Osmanlıcayı Arapçaymış gibi algılayanlar olabiliyor.
Dediğiniz gibi Osmanlıca aslında Osmanlı döneminde kullanılan Türkçedir. Bugün konuştuğumuz, bildiğimiz Türkçeden de hariç değildir, sadece harfleri farklı. Harfleri Kur'an harfleridir. Türkler Müslüman olduktan sonra harflerini de Kur'an'ın harflerinden almışlar, bu arada Arapça, Farsça ve diğer dünya dinlerinden de alarak bir yapı ortaya koymuşlar, devam ettirmişler. Şimdi Osmanlıca öğrenmek bir kaç açıdan önemli ve herkes için önemli. Neden? Bir, siz 600 yıllık, 1000 yıllık bir kültürden, geçmişten bahsediyorsunuz ve şu an bulunduğunuz yerde o kültüre ulaştırabilecek en önemli anahtar elinizde yok. Eğer böyle bir şey varsa sizin o tarihe gidip oradan istifade etmeniz mümkün değil.
Atıf Yılmaz diyor ki, “bizim filmlerimiz kısa ömürlü olur.” Diyorlar ki “neden kısa ömürlü olsun?” “Çünkü biz” diyor, “75 yıllık bir birikimle, kültürle film yapıyoruz. 1928'e kadar gidiyoruz, ondan ötesine geçemiyoruz, orada karşımıza büyük bir duvar çıkıyor. Halbuki Çin sinemasına, Hind sinemasına baktığınızda veya köklü tarihe sahip devletlerin filmlerine baktığınızda, 500 yıl, 300 yıl, 1000 yıl geriye kadar gidip oranın verileriyle bir şeyler ortaya koyabiliyorlar.” Şimdi sinema açısından bakıldığında böyle bir tablo var. Halbuki tarihçisi, iktisatçısı, siyasetçisi, sosyologu, psikologu, hepsinin oralarda istifade edeceği şeyler var. Çünkü 1000 yıllık devam eden bir kültürün kodları, verileri orada birikmiş durumda ve siz buraya ulaşamıyorsunuz.
Dolayısıyla ben şöyle görüyorum; bugün ilk öğretime başlayan bir çocuk Türkçe öğrenmeye başlıyor. Bunların çok az bir kısmı belki edebiyatçı oluyor ama hepsi Türkçe öğrenmek zorunda. Sadece Türkçe değil, bazı dersler var, her dönemde ve bütün çocuklara veriliyor ve ilk aşamadan itibaren başlıyorlar. Bu, o dalda mütehassıs olmak manasına gelmiyor, ilerleyen dönemde isteyen oradan farklı dallara ayrılabilir. Osmanlı Türkçesini de, Osmanlıcayı da çocuklara biz küçük yaşlardan itibaren verebilirsek, isterse o alanda uzmanlaşabilir, isterse hangi alana muhatap olursa olsun, tarihi derinliğe giderek oradaki verilerden istifade etmek kaydıyla ortaya daha farklı bir şeyler çıkarabilir. Çünkü geçmişini bilmeyen geleceğe güvenle bakamaz, orayı projekte edemez. Buradan ne kadar iyi istifade edebilirse, oralardan da o kadar güzel şeyler kurgulayabilir, anlayabilir, görebilir. Bundan dolayı tarihi bağlamda, kültürel bağlamda Osmanlıcayı öğrenmek ehemmiyetli.
İki, biz Osmanlıcaya, Osmanlı Türkçesi diyoruz, Tarihi Türkiye Türkçesi deniyor, Eskimez Yazı deniyor. Karıştırılan birşey var; Arap harfleri kullanılıyor, aslında bunun temelinde Kur'an harfleri var. Osmanlıca sadece tarihe ve kültüre değil, ki bazı filozoflar “kültür eşittir dindir” derler, yine de taşıyan bir fonksiyonu var, Kur'an'a taşıyan bir fonksiyonu var. İlginçtir, bir röportajımızda Kadir Mısıroğlu Bey öyle söylüyordu, eskiden Kur'an kursları yokmuş. Neden? Çünkü öyle bir ihtiyaç yokmuş, Herkes o harfleri bildiğinden dolayı Kur'an'ı biliyordu. Şimdi tam tersine dönmüş, Osmanlıca kurslarına gelen insanlarımız “biz iki şey kazandık, bir Osmanlıca öğrendik, iki bu arada Kur'an'ı Kerim'i öğrendik” diyorlar. Bilmeyenler için söylüyorum. Böyle bir tarafı da var. Dolayısıyla, Türkiye'de özellikle Kur'an'ın harflerine karşı ciddi çalışmalar yapılması lazım, hem tarih hem dini anlamada hem de geleceği projekte etmek noktasında mümkün olan herkes bu harflerden istifade etmeli, öğrenmeli.
Biraz kendi Osmanlıca serüveninizden bahseder misiniz?
Osmanlıca serüvenimiz lise yllarındayken başladı. Enteresandır, bizden bir üst sınıftaki arkadaşımız, ben ona hangi bölüme gideceğini sorduğumda “arşivcilik” demişti. Ben ona “hayırdır yani arşivcilik nedir, niye gideceksin oraya?” diye sorduğumda dedi ki “Osmanlıca öğretiyorlarmış.” İlginç gelmişti bana, bende yer etmiş. Bana soranlara “ben de arşive gideceğim” diyor idim. O muhasebeci oldu fakat ben arşiv bölümüne geldim.
Bizim arşiv bölümünün şöyle bir artısı vardı, tarihçilerin kurduğu bir bölümdü, dolayısıyla 4 yıl boyunca biz Osmanlıcayla ve arşivlerle muhatap olmak durumunda kaldık. Tabi bu arada okul dönemimizde Hayrat Vakfı bünyesinde evlerde, yurtlarda kaldık. Hayrat Vakfı da temelinde Kur'an hakikatlerini, Kur'an harfleri ile öğreten bir müessese olması hassasiyetiyle bizim hayatımızın her cephesine Osmanlıca girmiş oldu. Dolayısıyla Osmanlıcayla hem okulda muhatapsınız, hem kaldığınız yerde muhatapsınız. Osmanlıcayı hem okuyorsunuz, oralardan verileri paylaşıyorsunuz, derken bakmışsınız Osmanlıcayı yazar çizer duruma gelmişsiniz. Yani hayatınızın etrafına böyle bir yapı oluşturduğunda siz de ister istemez bunun her tarafı ile muhatap olmak durumunda kalıyorsunuz.
Osmanlıcada 600 yıllık bir kültür var, gelişmiş bir kültür var. Rika gibi, nesih gibi farklı yazı türleri var. "Ben Osmanlıca biliyorum" demek için, bunların hangisini bilmek kriter? Ben mesela matbaa yazısı okuyabiliyorum, Osmanlıca biliyorum diyebilir miyim yoksa rika okuyabilmek, nesih, divani veya diğer yazıları da okumak gerekiyor mu?
Şimdi Osmanlıcayı bilmek iki türlü hatta üç türlü. 1- Osmanlıcanın yazısını okuyabilirsiniz. Bu bahsettiğiniz tarzda matbu harflerden başlar, siyakata kadar gider. 2- O Osmanlıca olarak yazılmış olan belgenin arka tarafındaki bilimi bilmeniz gerekir. Yani tarihi belgeyse tarih bilmeniz gerekir, edebiyat ise edebi arka plan olması gerekiyor, iktisatsa hakeza, başka kitaplarsa hakeza. Şimdi siz belki harfi çıkarabilirsiniz, okuyabilirsiniz. Bunu şey gibi düşünün; İngilizcede bir kelime yazıyor, latin harfleri olduğu için siz onu okuyabilirsiniz. Ama ne telaffuzunuz doğru olur, ne de ne manaya geldiğini bilirsiniz. Dolayısıyla sizin “bunu okuyorum, Osmanlıcanın herşeyine hakimim” deme imkanınız zannederim yok. Şundan dolayı yok, yanlış anlaşılmasın burası, tarihte mesela, dönemin profesörleri var, şu dönemin, şu çağın, şu aralığın, şu alanın uzmanları yetiştiriliyor. Dolayısıyla siz o profesöre şu alandan sorsanız, “o benim ilgi alanım değil” der veya işte şu dönem osmanlıcası, bu dönem osmanlıcası, son dönem Osmanlıcası gibi tabirler de ayrışabilir.
Fakat bizim burada ortaya koymaya çalıştığımız şey şu: Zihinlerimizde Osmanlıca denildiğinde ulaşılamaz bir tablo var. Bu böyle değil. Yani daha 80 yıl öncesine kadar etrafta Osmanlıca yazılıp çiziliyordu, evraklar belgeler böyle gidiyordu, gazeteler dergiler böyle çıkıyor, çok uzak değiliz biz buna. Bugün kullanmış olduğumuz kelimelerin bir çoğu o dönemde rahatlıkla konuşuluyordu, biz dolayısıyla herhangi bir belgeye muhatap olduğumuzda son dönem Osmanlıcası içerisindeki birçok şeyi belki anlayıp öğrenebiliriz. Dolayısıyla bizim ortaya koyduğumuz şey, Osmanlıcanın kafalardaki “zordur, ulaşılmazdır” algısını bir kırmak. Yani öyle bir şey yok, Osmanlıca gerçekten kolaydır ve Osmanlıca herkes tarafından okunabilir, öğrenilebilir. Ha siz “bu dalda uzmanlaşmak istiyorum, tarihi tarafa yöneleceğim, buraya çalışacağım” diyebilirsiniz, “ben şu alanda çalışacağım bu tarafa gideceğim” diyebilirsiniz, onun arka planını oluşturmak tamamen size ait ama ön tarafındaki Osmanlıca ile ilgili kısmı biz diyoruz ki başlangıç itibariyle herkese öğretebiliriz.
Ve bunun için de bir slogan ürettik, bu sadece slogan değil tabi ki, “15 dakikada Osmanlıcayı öğretiyoruz” dedik. 15 dakikada Osmanlıca öğrenmek, böyle bir şey olamaz fakat olur, şöyle olur; Osmanlıcayı öğrenmenin temelinde 4 tane harf var, bu dört tane harfi bilen herkes Osmanlıcayı okur. “E matbu okuyorum ben”, olabilir matbu. Fakat bir adım sonrasında diğer hatları okumanız sizin açınızdan işten bile değildir. Biz bunun pratiğini çok yaptık, hiç bilmeyenlerle oturduk, “biz seni 15 dakika çalıştıracağız, Osmanlıcayı okur hale geleceksiniz” dedik, onlar da kanaat ettiler, “bundan sonrasını biz devam ettiririz” diye yanımızdan ayrıldılar.
Sevindirici bazı haberler alıyoruz, Mardin'de bir takipçimiz, Osmanlıca dergiyi takip ederek, lise talebesi, Osmanlıca öğrenebiliyor. Bulgaristan'da sitemizi takip ederek, birisi Osmanlıca öğrendiğinden bahsediyor ve etrafındaki insanlara yardımcı oluyor. Artı 14 yaşında bugün halk eğitim merkezlerinde yukarıya yaş sınırı yok, insanlar geliyorlar ve Osmanlıcayı öğreniyorlar. Bu şu manaya geliyor, Osmanlıcayı herkes öğrenebilir. Ama siz birisinin önüne getirip bir siyakat belgesi veya bir divani belge, yani en sondan başlatarak bir şey koyarsanız, Osmanlıcayı hiç kimse öğrenemez. Nitekim bugün üniversitelerde bile birçok kişi bu konunun çoğunu anlamadan mezun olup gidiyorlar.
Peki biraz derginin içeriğinden bahsedelim, neler var dergide?
Osmanlıca eğitim ve kültür dergisi koyduk derginin ismini. Derginin içerisinde her ay bir mülakata yer veriyoruz. Yani bu konudaki uzmanların ağzından “Osmanlıca nedir, ne değildir, öğrenilmeli midir, öğrenilmemeli midir, herkes mi öğrenmelidir?”, bunları konuşuyoruz. İşte bu ay Dursun Gürlek'le yaptık, işte onun fikirlerini almışız. Sonra “Osmanlıca öğreniyorum” dediğimiz, basit kuralların anlatılmış olduğu mevzular ortaya koyuyoruz. Akabinde, “kelimelerin kökenine yolculuk” dediğimiz, bugün birçoğumuzun kullandığı ama ne manaya geldiğini belki tam farkedemediğimiz kelimeleri değerlendiriyoruz. Sonrasında da belki bu ilk osmanlıca dergi tarafından yapılmış bir çalışma, belgeleri alıyoruz, altlarına nasıl okunduklarını yazıyoruz, sonrasında da bazı kelimelerin yani harflerin veya birleşmelerle alakalı hususları değerlendirdiğimiz ayrı bir tablo ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu şunu beraberinde getiriyor, bütüne baktığında belki ilk karşılaştığı şeyi farkedemiyor insanlar ama şimdi biraz daha öne çıkarabilirseniz konuyu, farketmesi daha kolay oluyor.
Şimdi hepimiz şunu görebiliriz, tuğrayı belki görüyoruz ama biz ilk defa burada şöyle bir şey yaptık; hem renklendirerek hem ayrıştırarak bir sonraki adımda kim görse bunu fark edebilir, burada sadece fark nedir, renklendirilmiş ve o ayrıntıyı farkettirebilecek tabloyu ortaya koyabilmektir. Bunları arttırdıkça, çoğalttıkça, bunlar sizin gözünüze fazlaca çarptıkça bir süre sonra siz artık onları kendiliğinden fark eder duruma geleceksiniz. Bizim arzuladığımız bu. Yani ister tuğra olsun, ister belge olsun, ister farklı konular olsun, bunları değerlendirebilirler, gündemine taşıdıkça farklı noktaya getirebilirler. Ki çalışmalardan bir tanesi de şudur, özellikle İstanbul gibi yerlerde camiler, çeşmeler, mezarlıklarda o kadar çok Osmanlıca üretilmiş malzeme var ki, nereye baksanız Osmanlıca malzeme ile karşılaşabiliyorsunuz. Fakat ters olan tarafı
şurası, siz o yazıların altından adeta bir turist gibi geçiyorsunuz, çünkü bilmiyorsunuz. Dedik ki biz bunları dergiye taşıyalım, her dergide iki sayfa ayırdığımız bir bölüm var, bunları çözüyoruz. Dolayısıyla yine az önce anlatmış olduğum gibi birisi bunları göre göre, yani şu sayıları takip eden birisi, 5 sayı, 10 sayı, 20 sayı sonra artık o kalıpları öğrenmiş, oralara gidip de muhatap olduğunda okuyabilir duruma gelecektir. Ve bunun numunelerini görüyoruz. Dolayısıyla dergi en basitinden en ağırına kadar bu konu ile ilgili malzemenin bulunabileceği, eğitiminin alınabileceği ve çalışmaların yapılabileceği bir formatta hazırlanmış durumda.
Son olarak şunu sormak istiyorum, biraz da Hayrat Vakfı'ndan bahsedebilir misiniz? Ayrıca tabi Said Nursi hazretlerinin teşviklerinden bahsedebilir misiniz?
Tabi Said Nursi Hazretleri 1928'i ve öncesini görmüş bir insan, 60'a kadar da o dönemi de yaşamış bir insan. Burada gördüğü ve ortaya koyduğu en önemli şey şu olmuştur; bir değişim yaşanıyor bütün dünyada, Osmanlı da bundan nasibini almış ve Avrupa diyor Osmanlıya bir netice verecek, Osmanlı bir Avrupa'yı netice verecek; tabi bu vuku bulmuş. Tabi bu beraberinde birçok çözülmeleri de getirmiş. Konjonktür itibariyle Batı güya çok terakkide ilerlemiş durumda, biz ona benzersek o tarafa gideceğiz anlayışları şekillendiğinden beri Said Nursi hazretleri demiştir ki, biz Kur'an'ın emrettiği şekilde kalabilirsek terakki edebiliriz, daha iyi noktalara gelebiliriz. Bunun için de kendisince olabilecek bütün tedbirleri almaya çalışmış. Ve ortaya Kur'an'dan istifade ile yazdığı Risale-i Nur'ları koymuş. Osmanlıca tarafına geldiğinde şunu söylüyor; bizim diyor iki önemli vazifemiz var. Birisi, hakaik-i imaniyyeyi muhafaza etmek, ikincisi de huruf-u Kur'aniyye'yi muhafaza etmek. Bu çerçevede de yazmış olduğu eserleri Osmanlıca olarak yazıyor ve yazdırıyor. O dönemin zor şartlarında hatta, matbaalar yok kağıt yok, mürekkep yok; bunların sıkıntıları ile birlikte çoğaltmanın zor olduğu şartlarda, Sav diye bir köy var Isparta'da, 1000 kişinin sabaha kadar eserleri çoğalttığından bahsediliyor. Bu sonrasında kitap haline getirilip farklı yerlere dağıtılıyor.
74'e gelindiğinde Bediüzzaman Hazretlerinin yerine bırakmış olduğu Hüsrev Efendi de Hayrat Vakfı'nı kurarak Osmanlıca çalışmalarını hiç kesmeden devam ettirmiştir. Ve bu noktada da Osmanlıcaya karşı ilgiden, Risale-i Nurların Osmanlıcasını muhafaza etmek gayretlerinden dolayı öne çıkan bir vakıf olmuş Hayrat Vakfı. Tabi sadece bugün değil, o zamandan bugüne kurumlarla Osmanlıca kurslarını bütün ülke sathına yaymışlar ve çalışmalar yapılmış. Bu meyanda Hayrat Vakfı'nın yıllardır Osmanlıca, Risale-i Nur ve Kur'an-ı Kerim ile ilgili çalışmalar yaptığını ve yapmaya devam etmek niyetinde olduğunu söyleyebiliriz özetle.
Kaynak: Dünya Bizim