Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve kanat vuran kuşlar Allahı tesbih eder. Onların hepsi ibadetini de bilir, tesbihini de.1
Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız.2
En güzel isimler Onundur. Göklerde ve yerde ne varsa Onu tesbih eder.3
Kâinatta her varlık, üzerinde tecellî eden büyüleyici, harika sanatlarla, hem yaratıcıları olan Allahın varlık ve birliğini gösterir, hem de Onun isim ve sıfatlarını tanıtır, kendi dilleri ve birçok yönleriyle Allahı över ve tesbih ederler.
Ancak bizim dilimizle konuşmadıkları için ne tesbihatlarını, ne Allahı anışlarını, ne de övgülerini anlayabiliriz.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri yukarıda bahsi geçen ve Kurânın âyet-i kübrâsı diye tanıtılan bu âyet-i kerimeyi Şuâlar adlı eserinin elli sayfalık Yedinci Şuâında tefsir eder. Âyetül-Kübra diye de müstakil bir kitap hâlinde basılan bu bölümde kâinat kitabını satır satır okur; gökyüzünün, dünyanın, dağların, denizlerin, bitkilerin, hayvanların, insanlık tabakalarının, meleklerin ve gayb âlemi varlıklarının, kısacası, bütün kâinatın Allahı nasıl tesbih, varlık ve birliği ile Onun isim ve sıfatlarına nasıl şahitlik ettiklerini 33 ayrı mertebede ayrıntılarıyla ele alır. 3. Şuâya koyduğu Münacat Risâlesinde de ayrı ayrı bütün bu varlıkların lisan-ı hâlleriyle, değişik dillerle Allahı tesbih edişlerini dile getirir ve dersini Rabbine arz eder.
Asr-ı Saadette bazan mucizevî bir tarzda bu varlıklar lisan-ı hâlden öte lisan-ı kalle herkesin anlayabeleceği bir tarzda Allahı tesbih etmiş ve bunu Sahabe de açıkça duymuştur. Hz. Enes ve Hz. Ebû Zerr (ra) böyle bir olayı şöyle anlatıyorlar: Biz Resul-i Ekremin (asm) yanında idik. Avucuna küçük taşları aldı; mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Ebû Bekiris-Sıddıkın eline koydu, yine tesbih ettiler. Sonra Hz. Ömerin eline koydu; yine tesbih ettiler. Sonra aldı yere koydu sustular. Sonra yine aldı Hz. Osmanın eline, yine tesbihe başladılar.
Hz. Enesle Ebû Zer (r.a.) diyorlar ki: Ellerimize koydu, sustular.4
Abdullah ibni Mesud da der ki: Biz Resulullahla birlikte yemek yerken yemeğin tesbih ettiğini işitirdik.5
Asr-ı Saadette taşların, yenilen yiyeceklerin tesbih ettiğinin duyulması mucizeden başka birşey değildi. Bilindiği gibi mucizeler ilmî ve teknolojik gelişmelerin son sınırın çizmiştir. Bugün ilmin bir kısım cihazlarla bitkilerin tesbihlerini işitir hâle gelmesi de bu yolda hayli mesafe alındığını göstermiyor mu?
Dipnotlar:
1- Nur Suresi: 41.
2- İsra Suresi: 44.
3- Haşir Suresi: 24.
4- Şifa, 1:306.
5- Tac Trc., 3:527 (Buharî ve Tirmizîden)
Yeni Asya