İnsan iki arada bir derede kalır bazen; ne yapacağını bilemez hale gelince de kaçar, devekuşu misali başını kuma gömmeyi tek çare bilir. Halbuki buradaki vazifesi, karabatak gibi denize dalarak görünmez olmak değildir; diyelim ki insanlardan gizlendin, hatta ve hatta kendinden- vicdanından da- gizlendin; ya alicenap milletin efkar-ı ammesinden, ya Büyük Hesap Görücüden nasıl sırra kadem basacaksın; bir der misin?
Bazı iddialar ve iri iri laflar filan diyorsa ya da yazıyorsa doğrudur gibi-, tıpkı lokantada yenilen iyi bir yemekten sonra gelen kabarık hesap misali, kişiyi mahcup edip, hesabı karşılayacak servete de malik değilse, ona bulaşıkların başını işaretleyeceği gibi, netice mütekellim-i vahde (Yani sadece kendi adına konuşan) , ya da mütekellim-i maal-gayr, (Yani kendi adına değil, aldığı yetki ile bir grubun adına konuşan) kişinin - ya da zat-ı alilerinin- başına, hesap veya bir takım veballeri yükleyerek patlatabilir. Mecazi olarak diyoruz elbet.
Eğer bu hesap gitgide büyüyüp irileşiyorsa, her koyunun kendi bacağından asılmasıyla mesele hallolacaksa, hiç kimse açısından mesele olamaz bu; çünkü hem hukuk, hem de meşruiyyet açısından suçlar şahsidir, kulla Allah arasındadır; affı veya cezası Ona kalmış... Ya o hesabı ödeme işi, tek kişiye ait değil de, umumun terleriyle teşkil edilmiş, yetimlerin hakkı ile şekillenmiş, yoksul insanların sırtlarında yükselmiş, türlü himmetlerle elde edilmiş bir müesseye ödetilecekse, bundan herkesin vebal hissi duyacağı açıktır; o hesabın açılmaması için gerekli her işi yapmak, ehl-i hamiyetin mizacı olmalı değil midir?
Böyle bir durumda, bizce, yapılması gereken şudur? Onu bunu suçlamak ya da karalamak değil, hatanın nerede kimde değil!- olduğunu bulup, tedbirini aramak, çare düşünmek, bağcıyı dövmeyi değil de üzüm yemeyi kurmak. Bazıları böylesi endişeleri şu ya da bu şekilde suitevil ( kötüye yorma) mi ederlermiş? Bu onların vicdani meselesi; seni durdurup atalete atarsa eğer, vebalini onlar düşünsün, sen değil!
Dünyada, insanlar ve ehl-i hak arasında, hatta idarecilik ve siyasette ( politikada değil ama!), çeşitli realiteleri görmek, hakikat mesleğinin en büyük şiarıdır; yeter ki onlar meşru ve müsbet olsunlar... Durup durup o müsbet realitelere, sadece farklı olmak niyetiyle karşı çıkmak, - verilen misaldeki gibi- Barla Dağının altun olmasını arzulamak gibi bir hamakattır.
Hesabı ödemesi gerekli... kişiler, eğer bu mesuliyeti müdrikse gereğini yapar, başlarımızdan kalkarlar en azından, ya da umumun ahıyla şekillenen bir yük bindirilir tepelerine; karabasan misali...
Hem bilinir; ödemenin şekilleri türlü türlü; peşini var, kredi kartlısı var, o var, bu var... Hatta bu ödemenin şahsi olamayacağı haller bile vardır ki, halk arasında Alaman usulü dedikleri gibi paylaşma ile ancak altında kalkılabilir cinsinden; ya onlar da ödeme işinden sarf-ı nazar ederlerse ne olacak? Onların cümbür cemaat lokantaya dalmalarına, rıza ve taraftarlıkla bakanlara gelir sıra ki bu silsile uzar gider.
Milletçe çok hesabı ödedik, hatta hesaplar kapattık. Ekonomik krizlerle, 80 öncesinin kaotik zeminiyle, kuraklıkla, başka şeylerle.. hep birlikte ödedik. Belki de artık, o ödemeyi bize yapacaklar- bilemiyoruz.
Fakat ne olur, milletçe başımıza yeni hesaplar sarılmasın artık. Zarardide olmaktan gına geldi; o zarara uğramamak için ne gerekliyse yapılmalı. Her vakit ihtimal içinde; başımıza yeni yeni hesap açmayı kuranlar, kendilerini bu geminin dışında sanmasınlar; bir ekonomik sallantı bile sadece milleti değil, onları da vuruyor. Tanınmayan ağaçları gösteren semereleridir. hikmeti nelere ışık düşürüyor halbuki. Durumları bataklığa misk ü anberdir diye dalan mecnun misalidir.
Böylesi bir manzarayı yaşadığında, milletin ortak beni acaba nasıl davranacaktır?