Çok rahatlamıştı. Huzur dolmuştu. Ruhundaki ferahlamanın huzuruna varmıştı. Kendini yeniden tarif etme ihtiyacı duydu: “Artık popüler olmak istemiyorum. Mutfakta çalışmaya kendimi hazırlıyorum.”
Hayatın şaşaası içinde ruhunu öldürmek istemiyordu. Anlamsız iltifatların boğduğu ve nefessiz bıraktığı biri de olmak istemiyordu. Daha sade, yaratılışına hitap eden, gösterişten ve başkasına dayatmaktan uzak bir hayat seyrini izlemek ve daha fazla seyirci kalmak istiyordu.
Bu düşüncelere kavuşmanın mutluluğu ile ayrıca şükrediyordu.
***
O gün seyrettiği haberler onu bayağı üzmüştü. Yine Irak’ta yüzlerce insan katledilmişti. Sözde demokrasi adına. Filistin’in Gazze şeridi tamamen kapatılmıştı. Lübnan’da çocuklar ölüyordu. Meskun mahallere İsrail bombaları düşüyordu. Afganistan ise tam bir KANistan’a dönmüştü. Bu vahşet tablolarına bir de şehit cenazeleri eklenince içinden çıkılmaz bir boyut kazanmıştı iç dünyasının yufka ve rikkatli hali.
Bütün bu acı tablo karşısında; mazluma duyduğu trajik üzüntüsüyle:
“Uykudan uyanmaya çalışıyorlar. İnsanlık ne zaman uyanacak?” cevapsızlığına atmıştı sitemini. Anlayan kim, duyan kimdi? Bir gün hesap sorulacaktı, ancak dünya yolcuları çok acı çekiyordu.
***
Kendini uzun süredir sınamaya tabi tutmuştu. Dünya sınavına yeni hazırlanıyordu. Gafletin uzun sürdüğü bir ömrün ilerleyen olgunluğunda bunları düşünmeye başlamıştı. Kendine bir ilk sözün yanında “Son söz:Durulmak.Teşekkür etmek” demişti.
Durulmak. İç sisteminin en çok muhtaç olduğu şükran ifadesiydi. Şükür ederken Allah’a teşekkür etmenin vicdan borcuyla rahatlayacaktı. Hayıflandığı ise bu güne kadar geçen ömür sermayesinin bir serap gibi akıp gitmesiydi.
“Allah’ım, bizi muhafaza etsin” duasını arkasına aldığında ise içimizdeki ”Biz” parçaları ile iç ittihadı inşa etme yolundaydı.
***
Yoğun bir iş temposu yine onu bekliyordu. Gayr-i ihtiyari gülümsüyor ve bitmeyen toplantılardan “Kolay gelsin” diyerek sabır taşında sınavını vermeye çalışıyordu. İş yerinde, beklenen sezon planlaması ve pazar hedeflerinin sonuçları iç açıcı değildi.
Uzun süreli bir sistemin en baş ağrıtan zamanları böylesi dönemlerdi. Önündeki günlerin finans dengesini zorlayacak bir girdi daralmasını yaşayacağını düşündükçe, iç bunalımın yönetim kademesinden uzmanlara yansıyan negatif ışınları, neredeyse herkesi olumsuz hipnoz etmişti.
Çare aranıyordu. Çözüm isteniyordu. Ardı arkası gelmeyen raporlar, analizler, öneriler ve acil eylem planları kafalarda zihinlerde uçuşuyordu.
Bütün bu sıkboğaz ortamın gerginliği, ruhu daralan Emre’yi de etkilemişti. Ancak yıllarını verdiği kurumun uzun vadeli düzeltici yaklaşımlardan koptuğunu da bildiği için aidiyet hissini zayıflatmıştı. Görevini hakkıyla yapıyor, ancak kendini heder edecek kadar projelendirme katkısı yapmıyor/yapamıyordu.
Arayışı, gelecek beklentisi, çatışan düşünceler, dizginlenemeyen enerjisi ve kavrama potansiyeli onu zorladıkça, yeni kararlar aldırıyordu. Kendi kendine “Yeni bir süreç...” dediğinde, içindeki ayrışmanın ve yol haritasının engebeli koşusunun aşılacağına inanmıştı. “Dualarımız kabul olacak” içtenliği ile “müteşekkirim” diyordu. Kendini, ihmal ettiği değerlerini ve sabırla yeni çözümlere tahammül etme azmini fark ettikçe, şükürle hem hal oluyordu.
***
Ufkunun açılan penceresi ve kalbinde yeşeren iman fideliği, aklın makul olma teslimiyeti ile birleşince, ideallerinin artarak bereketlendiğini ve aynı maksadın kumandasında cepheye gittiklerini görüp umutlanıyordu.
“Adımlar” ifadesi bir anda geçti önünden “Uçarcasına denize taşıyacaklar” diye ekledi sözünün şifreli kotlarına. Karanın iki ucunda, iki sahilin doğu-batı yakaları “yakayı bir araya getirecek” şekilde yakınlaşacaklardı. Ortak medeniyet havzasında “deniz doğuyla batıyı 5 ilkeyle birleştirecek”ti.
İnsanlığın huzur denizine doğru akma yaşanacaktı. ”Süreç hızlanacak”tı. Bunun hakikatine inanmak, buna göre okumak, Risaleden beslenmek, yeni kavramlarla tanışmak ve 40 yıllık ömür hafızasının özenle güvendiği bilgilerini bu vesileyle gözden geçirmek hem şaşırtıcı, hem rahatlatıcı bir iç arayışa cevap niteliğindeydi.
“Batı bağbozumuna hazırlansın” temennisi, aynı zamanda bir eğilimin gittikçe artan doğrusuydu. Batının negatif ve etik değerlerden mahrum geleceği, bir bağbozumu olacağının sinyalleri, medyanın sayfalarına kadar yansıyordu. O ise medyayı değil hislerini takip ediyordu.
İnançlarına sımsıkı sarılma ihtiyacı duyduğu tam bu noktada “Ufkumuz açık olsun” isteğinin “duayla” telaffuzu ile noktalamıştı. Önünü görmesini sağlayacak rehbere/üstada daha çok inanmıştı bu kez. Yol uzun ve endişeler zihni bulanıklığın sadeleşmesini beklerken kendine bir parola bulmuştu. "Rehberin arkasında asaleti muhafaza” gerektiğine inanmıştı.
Her şeyin aslına döneceği düşünülürse, bu günü asaletten uzak bir garabete kurban etmenin veya bir hevese teşne tutmanın anlamı yoktu. Bu tespite inandıracak o kadar çok acı tecrübe geçmişin heybesinde iki de bir çıkarılıp önüne konuluyordu ki...
“İstikbali okuyacak insana ihtiyaç var” sözü odasında yankılanırken, kendini toparlaması gerektiğini fark etti. Kısa, ancak konsantre bir düşünce derinliğinde açıldığı denizlerden hemen dönmek zorundaydı. Film birden kopmuştu zaten.
İç yolculuğun hakikat arayışından ayıran son duyduğu söz patronun sesiydi ve krizi çözmek için insan kaynağına ve geleceği okuyacak insana atıf yapıyordu.
Ani dönüşün iş yeri kıskacına geri çeken bu hal, ayrı bir sıkışmayla birlikte ferahlamanın da kapılarını açma yeteneğindeydi.
Patron, “İstikbali okuyacak insana ihtiyaç var” isteğini tekrarlarken, maratonu kaybedip tecrübesini konuşturan ve “bir daha olsa bilirim ne yapacağımı...” edasıyla gecikmeli işi ve hayatı okumanın başarısızlığını da çağrıştırıyordu.
Öyle ya, bu güne kadar “istikbali okuyacak” birileri yoksa, gerisi çok anlamlı değil ki? Kısa farlarla uzun yolda nasıl hız yapılabilir ki? Karşı araçlar süresinden önce nasıl fark edilip, ona göre yol kuralına uyulabilir ki?
Bu faslı toparlamak istediğinde, her şeyin bir başlangıcı varsa,şu an hemen “Dua” ile başlamalı. İç isteğin iradesi çözerdi bu karmaşık yapıları ve tedavi ederdi onulmaz yaraları...
Yeni yılda heybeyi boşaltmaya ve duaya ne dersiniz?