Heykel ve Yağmur
Ne güzeldir ki, yağmura “rahmet” deriz.
Yağmur yağarken “rahmet yağıyor” derdi büyüklerimiz.
Küçüklerimizin de böyle diyebilmesi için “hava bugün berbat!”lardan vazgeçmeliyiz.
Evet, yağmur…
O kadar rahmet ki, kendisi çekiliyor aradan geriye “rahmet”i bırakıyor.
Rahmetin cisimleşmiş halidir yağmur.
Bir diğer ifadeyle “rahmet heykeli”
“En sevmediğin kelime?” diye sorsalardı her halde “heykel” derdim.
En sıkıcı anlarımı heykel karşısında geçirdim.
En çok heykel önlerinde hizaya çekildim.
İyi de “heykel” çağrışımı hem de “rahmet” vesilesiyle nasıl aklıma iniverdi?
Az da olsa “heykel” kelimesinin mahcup yüzünü yerden kaldırma çabası.
Ve elbette ki hep yine hep yeni ıslatan yağmuru iftiradan kurtarma niyeti.
Bir düşün hele, rahmetin heykelini yapmaya kalksaydık nasıl bir şey yapardık..
Öyle bronzdan yahut taştan olmamalı o heykel; çünkü bronz da taş da meydan okur gibi durur insana.. “Hadi oradan” dercesine tepeden bakar sana.. Yanaştırmaz kendine.. Ama rahmet öyle mi? İçinde rahmet, içinin de içinde… Sırılsıklam sarmış seni... Kanında, teninde, terinde, gözünde, yüzünde... Yağmura bir bak, kıpır kıpır, şıpıl şıpıl yanında yörende.. Gönlünce şekiller alır her damla.. Rahmet de işte böyle sokulgandır; sessizce süzülür teninden içeri, parmak uçlarına basarak girer yüreğinin odacıklarına.
Sonra… Rahmetin heykeli öylece hareketsiz duruyor da olmamalı. Hiç kıpırtısız duran bir şey küskün gibidir sana, vurdumduymazdır, seninle ilgilenmez, umurunda değilsindir onun. Ama rahmet öyle mi? Sana doğru koşar rahmet, sen gelince kıpırdar, yakınlığını önemser, üstelik sen dursan da sana akar, eline yüzüne sarılır, seni okşar. Bak, yağmur öyle değil mi?
Rahmettir yağmur işte, gözüne yaş olacak kadar sırdaş, kanında dolaşacak kadar yoldaş, yüzüne koşacak kadar kardeştir.
Hem sonra, rahmetin heykeli şeffaf olmalı.. Ardını göstermeli sana.. Kendini saklamamalı senden. İçi dışı bir olmalı. Kabuğu, boyası, foyası, kılıfı, kabı, kapağı, kapısı, duvarı, kozası olmamalı. Yüzü de astarı da bir olmalı. Olduğu gibi görünmeli. Göründüğü gibi olmalı. Öyle değil mi yağmur sahiden…
Rahmet de böyledir işte.. İnce ve içten davranır sana. Gizlisi saklısı yoktur. Aranızdan su sızmaz. Kabı yok ve senin için her kaba girmeye razı... Rengi yok ama senin hatırına her rengi giyinmeye razı. Tadı yok ama senin için her tada sızmaya razı.. Şekli yok ama sen istedin diye her şekle girmeye hevesli.
Rahmetin heykelini öyle şehir meydanlarına dikmek de doğru olmaz... O zaman ayrıcalıklı görünür, adaletsiz ve şefkatsizmiş gibi durur. Öyle bir heykel olmalı ki rahmet, her köşeden görünmeli, her sokağa girmeli, isteyen herkesin penceresinin önüne gelmeli. Öyle değil mi ya yağmur?
Rahmet de öyledir işte, hiç beklemediğin anda geliverir başına. Başına gelenlerin en güzelidir. Herkesi eşitçe kucaklar, kimseyi kimseden ayırmaz. Fakiri de ıslatır, zengini de. Yetimi sevindirir öksüzü de... Her sokağa taşar, her çatıya iner. Açılan her avuca doluşur.
Rahmet dediğin yağmur gibi olmalı işte, herkesi ıslatabilmeli. Zengin fakir ayırmamalı. Meydanları süslerken arka sokakları ıskalamamalı. Şeffaf bir merhameti damla damla giyinip herkese her şeye dokunmalı.
Rahmet de yağmur gibi yükseklerden ama yumuşakça inmeli yeryüzüne. İlle de kırıp dökmeli, damla damla var yakınlaşmalı, ince ince kucaklamalı... Kimseyi küçümsememeli, hor görmemeli, kimsenin dalını kırmamalı. Rüzgarın ardından müjde olarak okşamalı sesiyle kulakları. Şimşeklerin arasından serinlik diye inmeli yeryüzüne.
Rahmet, cilveleşmeli yağmur gibi mesela. Bir görünmeli bir saklanmalı rahmetin heykeli. Yolunu gözletmeli. Sürprizler yapmalı. Hiç beklenmedik zamanlarda kapıyı çalmalı. Gecenin bir vakti ürkekçe sevdiğinin penceresini tıklatmalı.
Çok olmalı yağmur gibi rahmetin heykeli ama ince ince yağmalı. Öyle ince olmalı ki, ihtiyaç duyan onu dizi dibinde bulmalı, ihtiyaç bittiğinde hiç şikayetsiz ortalıktan kaybolmalı.
Yağmura “rahmet” diyenlere yağmur damlaları sayısınca rahmet okumalı..
Vesselam..