NAMAZ
وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ
“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (el-Bakara, 45)
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ
“Namazlara ve bilhassa orta namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın!” (Bakara, 238)
“Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık(bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide, 91)
NAMAZ DİNİ TEMSİL EDER
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَاْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ
“Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Hâlbuki sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!” (Hûd, 87)
HAYATIN GÂYESİ NAMAZDIR
“Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.” (İbrahim, 37)
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ
“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!” (İbrahim, 40)
İbrahim u namaz kıldığı hâlde niçin böyle duâ etmiştir?
Namazı erkânına riâyetle güzelce kılabilmeyi ve namazda devamlı olabilmeyi istemiş, hayatının geri kalan kısmı için dua etmiştir.
Zira hayatın illeti ve sebebi namazdır. Namaz zikir ve şükürdür. Kul, namazı, şartları ve erkânı ile güzelce edâ ettiğinde zikredenlerden ve şükredenlerden olur. Aksi hâlde unutanlardan, gâfillerden ve kâfirlerden olur.
Cenâb-ı Hak, Mirac’da 50 vakit namaz emretmişti. Demek ki kullarının, çoğu vakitlerini namazla geçirmelerini arzu ediyor.
Farzların dışında çokça nâfile namaz kılmaya teşvik edilmesi de bunu gösteriyor.
وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
“Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.” (Tâ-hâ, 132)
*
Ebu’d-Derda (r.a) diyor ki:
“Üç haslet olmasaydı dünyada kalmak istemezdim:
“- Alnımı yere koyarak gece gündüz Yaratan’ıma secde etmek ve bu şekilde ebedî hayatıma hazırlanmak.
- Günün en sıcak anlarında (oruç tutarak) susuzluğa katlanmak.
- Meyvenin iyisi seçildiği gibi sözlerin iyisini seçen kimselerle oturmak.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 11/1193)
HİÇBİR ŞEY NAMAZDAN ALIKOYMAMALI
رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr, 37)
NAMAZ KÖTÜLÜKTEN ALIKOYAR
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 45)
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ ﴿14﴾ وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ
“Nefsini kötülüklerden arındıran, Rabbinin ismini zikredip namaz kılan, felaha erer.” (A’lâ, 14-15)
NAMAZI TERK ETMEK KİŞİYİ CEHENNEME YUVARLAR
اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا ﴿58﴾ فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّاۙ ﴿59﴾
“…Onlara, çok merhametli olan Allah’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bunlar da «Gayya» yı boylayacaklar (ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler).” (Meryem, 58-59)
مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ ﴿42﴾ قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿43﴾ وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ﴿44﴾ وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ ﴿45﴾ وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ ﴿46﴾ حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ ﴿47﴾
“(Ashâb-ı yemîn), günahkârlara: «Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?» diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: «Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmuyorduk, (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk, Ceza gününü de yalan sayıyorduk, Sonunda bize ölüm geldi çattı.»” (el-Müddessir, 43-47)
NAMAZA MÂNÎ OLMANIN KÖTÜLÜĞÜ
“Namaz kılarken bir kulu (Peygamber’i namazdan) menedeni gördün mü?” (Alâk, 9-10)
NAMAZDAN UZAKLAŞTIRAN HER ŞEY HARAMDIR
Ebû Mûsâ el-Eşʻarî t Yemen’e giderken:
“−Yâ Rasûlallah! Onların baldan yapılan bir içecekleri var ki, tutuncaya kadar pişirilir. Bir de arpadan yapılan Mizr diye bir içecekleri vardır. (Bunlar hakkında ne buyurursunuz)” dedi.
Rasûlullah r:
كُلُّ مَا أَسْكَرَ عَنِ الصَّلَاةِ فَهُوَ حَرَامٌ
“−Sarhoşluk verip namazdan alıkoyan her şey haramdır” buyurdular. (Müslim, Eşribe, 70)
Diğer bir rivâyette:
أَنْهَى عَنْ كُلِّ مُسْكِرٍ أَسْكَرَ عَنِ الصَّلَاةِ
“−Namazdan alıkoyan her sarhoş edici şeyi nehyediyorum, yasaklıyorum!” buyurmuşlardır. (Müslim, Eşribe, 71)
ALLAH TEÂLÂ NAMAZ KILANLARA İKRAM EDER
Ebû Hüreyre t şöyle anlatıyor:
Rasûlullah r çıkma âdeti olmayan ve kimsenin onu dışarıda görmediği bir vakitte evinden çıkmıştı. Hz. Ebû Bekir t hemen yanına geldi. Efendimiz:
“−Bu saatte buraya gelmenin sebebi nedir ey Ebû Bekir!” diye sordu. O da:
“−Rasûlullah r’i görür, mübârek yüzüne bakar ve kendisine selâm veririm ümidiyle çıkmıştım” dedi.
Fazla vakit geçmeden Hz. Ömer t çıkageldi. Rasûlullah r ona:
“−Bu saatte buraya gelmenin sebebi nedir ey Ömer!” dedi. O da:
“−Açlık ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah r:
“−Ben de biraz açlık hissediyorum” dedi.
Birlikte Ebü’l-Heysem’in evine gittiler. Ebü’l Heysem t, hurması ve koyunları bol olan bir kişi idi, hizmetçisi yoktu. Evde kendisini bulamadılar ve hanımına:
“−Efendin nerede?” dediler. Hanım:
“−Bize tatlı su getirmeye gitmişti” dedi. Biraz beklediler, Ebü’l Heysem t sırtındaki su kırbasıyla çıkageldi. Hemen kırbasını yere koydu, bir taraftan Peygamber r Efendimiz’e sarılıyor, bir taraftan da «Annem babam sana fedâ olsun yâ Rasûlullah!» diyordu. Sonra onları bahçesine götürdü ve altlarına bir yaygı serdi. Hurma ağaçlarından birinin yanına varıp bir dal kopardı ve aziz misafirlerinin önüne koydu. Allah Rasûlü r:
“−Sadece olgunlarından getirseydin yeterliydi!” buyurdu. Ebü’l Heysem t:
“−Ey Allah’ın Rasûlü! Yaş, kuru hangisinden arzu ederseniz seçip yiyebilmeniz için böyle yaptım” dedi. Hurmalardan yediler, tatlı sudan içtiler. Rasûlullah r:
“−Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bunlar, kıyamet günü size sorulacak olan nimetlerdendir: Serin gölge, tâze ve güzel hurma ve soğuk su…”
Ebü’l Heysem t muhterem misâfirlerine yemek hazırlamak için kalktı. Rasûlullah r:
“−Sakın hâ sütlü bir hayvan kesme!” buyurdu. Ebü’l Heysem t bir oğlak kesti, hazırlayıp getirdi ve hep birlikte yediler. Rasûlullah r:
“−Hizmetçin var mı?” dedi. Ebü’l Heysem:
“−Hayır” dedi. Rasûlullah r:
“−Bize esir getirilirse yanımıza uğra!” buyurdu.
Bir müddet sonra Peygamber Efendimiz’e iki esir getirilmişti, üçüncüsü yoktu. Ebü’l Heysem, Efendimiz’in yanına geldi. Rasûlullah r ona:
“−İkisinden birini seç!” buyurdu. Ebû’l Heysem:
“−Ey Allah’ın Rasûlü, benim için siz seçiveriniz!” dedi. Rasûlullah r:
“−İstişare edilen kimse güvenilir olmalıdır, (bildiği şeyi gizleyerek kendisiyle istişâre eden kişiye ihânet etmemeldir). Şunu al, zira onu namaz kılarken gördüm. Ona iyi davran!” buyurdu.
Ebü’l-Heysem t hanımına gitti ve Rasûlullah r’in sözünü ona nakletti. Hanımı:
“−Rasûlullah r’in hizmetçiye iyi davranman husûsundaki tavsiyesini hakkıyla yerine getirebilmen için onu âzâd etmen gerekir” dedi. Ebü’l Heysem de:
“−O hürdür” dedi. (Tirmizî, Zühd, 39/2369; Hâkim, IV, 145/7178; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 256. Krş. Müslim, Eşribe, 99)
*
Ebû Ümâme t anlatıyor:
Rasûlullah r Hayber’den dönüyordu. Yanında iki köle vardı. Hz. Ali t:
“−Yâ Rasûlallâh! Bize bir hizmetçi verebilir misiniz?” dedi. Efendimiz:
“−Şunlardan hangisini istersen al!” buyurdu. Hz. Ali:
“−Benim için siz seçiverin!” dedi. Rasûlullah r:
“−Bunu al, ancak ona vurma! Zira ben Hayber’den dönüşümüzde onu namaz kılarken gördüm. Ben, namaz ehline vurmaktan nehyedildim”buyurdu.
Allah Rasûlü r diğer köleyi de Ebû Zer Hazretleri’ne verdi ve ona da aynı tavsiyede bulunarak:
“−Ona iyi davran!” buyurdu. O da köleyi âzâd etti. Nebiyy-i Ekrem r Efendimiz bir ara ona:
“−Köle ne durumda?” diye sordu. Ebû Zer t:
“−Yâ Rasûlallâh! Siz ona iyi davranmamı emrettiniz, ben de âzâd ettim” dedi. (Ahmed, V, 250, 258; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 163; Heysemî, IV, 237-238)
*
Rasûlullah r şöyle buyurmuştur:
“Kölenin, efendisi üzerinde üç hakkı vardır: Namaz kılarken acele ettirmemesi, yemekten kaldırmaması ve onu iyice doyurması.” (Heysemî, IV, 237)
TEK BİR SECDE DÜNYA ve İÇİNDEKİLERDEN DAHA HAYIRLIDIR
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor:
Rasûlullâh (s.a.v) buyurdular ki:
“Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin ederim! Meryem oğlu İsâ’nın aranıza (bu şeriatla hükmedecek) adâletli bir hâkim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı (1) vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez;tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur.”
Sonra Ebû Hüreyre (r.a) şöyle devam eder:
Dilerseniz şu âyeti okuyunuz:
“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce O’nun (Hz. Îsâ’nın) hak peygamber olduğuna îmân etmesin. Kıyâmet gününde ise Îsâ, onlar aleyhinde şahidlik edecektir.” (Nisâ, 159) (Müslim, İmân, 242; Buhârî, Büyû, 102, Mezâlim, 31)
*
Ebû Hâzim der ki:
“Ebû Hüreyre t ile birlikte, yeni defnedilmiş bir kabrin yanına uğradık. Ebû Hüreyre (r.a) şöyle dedi:
«–Sizin basit gördüğünüz hafifçe kılınan iki rekât namaz, burada (kabirde) benim için sizin şu dünyanızdan daha sevimli ve değerlidir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 126/34702)
EN HAYIRLI AMEL NAMAZDIR
Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“En hayırlı ameliniz, namazdır…” (Muvatta’, Tahâret, 6)
“Kıyâmet günü kulun hesâba çekileceği ilk amel, namazdır. Eğer kul, namazlarını Allah’ın istediği şekilde edâ etmiş ise, felâha erer ve maksûduna nâil olur. Namazlarını edâ etmemiş veya gafletle kılmışsa, kaybeder ve hüsrâna uğrar. Şayet farzlarından bir şey noksan olursa, Azîz ve Celîl olan Rabbimiz:
«Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız?» buyurur. Farzların eksiği nâfilelerle tamamlanır. Sonra kul diğer amellerinden de bu minvâl üzere hesâba çekilir.” (Tirmizî, Salât, 188/413; Nesâî, Salât, 9/462)
ALLAH’A YAKLAŞMAK ve CENNET’E GİRMEK İSTEYEN NAMAZ KILSIN
Rasûlullah r şöyle buyurmuştur:
“Îmânın alâmeti, namazdır.” (Hatîb Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XI, 109)
“Namaz, her müttakînin Allah’a yaklaşma vesîlesidir.” (Kudâî, Şihâbü’l-ahbâr, no: 187)
“Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı da temizliktir.” (Ahmed, III, 340)
*
Sevbân (r.a), Peygamber Efendimiz’e:
“–Bana öyle bir amel söyle ki onu yaptığımda Allah beni cennetine koysun!”
“–Allah’a en sevgili amel hangisidir?” gibi sorular sorduğunda, Rasûlullah (s.a.v), ona şu cevabı vermiştir:
“–Allah için çokça secde etmeye bak! Zira kendisi için bir secde yaptığında, Allah Teâlâ seni bir derece yükseltir ve bir günahını siler.”(Müslim, Salât, 225)
*
Secde aynı zamanda cehennemden kurtuluş vesîlesidir. Bu hakikat, hadis-i şerifte şöyle beyan edilir:
“…Kıyâmet günü Allah Teâlâ, cehennem ehlinden dilediklerine rahmet edecektir. Meleklerine, dünyadayken Allah’a ibadet edenleri oradan çıkarmalarını emredecek, onlar da çıkaracaklardır. Melekler, onları secde izlerinden tanırlar. Allah, cehenneme secde izlerini yemeyi haram kılmıştır. Ateş, insanın her tarafını yakar, sadece secde yerine dokunamaz.” (Buhârî, Ezân, 129)
EFENDİMİZ’İN ŞEFAATİNİ İSTEYEN ÇOK NAMAZ KILSIN
Rabia bin Kâʻb t şöyle anlatır:
Rasûlullâh r bir gün bana:
“‒Benden iste, vereyim” buyurdu. Ben de:
“‒Yâ Rasûlallah! Müsâade buyurun, bir düşüneyim, durumuma bir bakayım” dedim. Efendimiz r:
“‒Peki, düşün, durumuna bak!” buyurdu.
Düşündüm ve kendi kendime:
“Dünyaya âit menfaatler çabuk bitip tükenir. Ben, kendim için, âhiretle alâkalı bir faydayı tercih etmekten daha hayırlı bir şey görmüyorum.” dedim.
Efendimiz r’in huzûr-i âlîlerine çıktım. Bana:
“‒İhtiyacın nedir?” buyurdu.
“‒Yâ Rasûlallah! Benim için Rabbin U’ye şefaat et de beni cehennemden âzâd eylesin!” dedim. Rasûlullâh r:
“‒Böyle demeni sana kim söyledi?” buyurdu.
“‒Hayır vallahi yâ Rasûlallah, kimse söylemedi. Lâkin durumuma baktım ve gördüm ki dünya, ehlinin elinde durmuyor, hemen zeval buluyor. Bu sebeple âhiretim için bir şey almak bana daha sevimli geldi.” dedim. Rasûlullâh r:
“‒O hâlde çok secde ederek kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu. (Ahmed, IV, 59)
*
Efendimiz (s.a.v), bir sahâbîye:
“(Âhirette) bana kavuşmak istersen, secdeleri çoğalt!” buyurmuştur. (Ahmed, III, 428)
EFENDİMİZ’İN SON TAVSİYELERİ
Hz. Ali t şöyle anlatır: “Rasûlullah r iyice ağırlaştığında:
«–Ey Ali, bir sahîfe getir de ümmetimin tatbik ettiğinde sapıtmayacağı şeyler yazdırayım» buyurdu. Ben gelmeden vefât etmesinden korkarak:
«–Ben sahifeye yazdıracağın şeyleri ezberler, yazıdan daha iyi muhafaza ederim» dedim. Mübârek başı, kolu ile benim pazum arasında idi. Namazı, zekâtı ve emrimiz altındaki kişilerin hakkına riâyet etmeyi vasiyet etti. Rûhunu teslim edinceye kadar bunları söylemeye devam etti. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet etmeyi emretti. «Kim bu ikisine şâhitlik ederse cehenneme haram olur» buyurdu.” (2)
HUZÛR-İ İLÂHÎ’YE ÇIKARKEN
Naklolunduğuna göre Hz. Ali t namaz vakti geldiğinde titrer ve rengi kireç gibi olurdu.
“–Sana ne oluyor, bu hâlin ne ey Mü’minlerin Emîri?!” diye soranlara:
“–Allah’ın bize lûtfettiği emanetin vakti geldi. O emanet göklere, yere ve dağlara arzedildi de onlar korkup yüklenmekten kaçındılar. İnsanoğlu bu emaneti yüklendi.(3) Üzerime aldığım bu emaneti edâ edip edemeyeceğimi bilemiyorum” derdi. (Serrâc, Lüma’, s. 139)
*
Hz. Hasan (r.a), abdest alıp bitirdiğinde rengi değişirdi. Bunun sebebi sorulduğunda ise şöyle buyururdu:
“–Yüce Arş’ın Sâhibi’nin huzuruna girmek isteyen kişinin hakkı, renkten renge girmektir.” (İbn-i Hallikân, Vefeyâtü’l-a’yân, II, 69)
NAMAZI GECİKTİRMEMEK
Mersed bin Abdullah şöyle anlatır:
“Ukbe bin Âmir Mısır’da emîr iken, Ebû Eyyûb (r.a) bize gâzî olarak gelmişti. Ukbe akşam namazını geciktirdi. Bunun üzerine Ebû Eyyûb (r.a) kalktı ve Ukbe’ye:
«−Ya Ukbe, bu ne namazı?» dedi. Ukbe:
«−Meşgul idik» dedi. Ebû Eyyûb (r.a):
«Rasûlullah r’in:
“Ümmetim, akşam namazını yıldızlar çoğalıp birbirine karışıncaya kadar tehir etmediği müddetçe hayır, fıtrat ve istikâmet üzere devam eder”buyurduğunu duymadın mı?» dedi.” (Ebû Dâvûd, Salât, 6/418; Ahmed, IV, 147)
{
Ebû Zerr t şöyle anlatır: Rasûlullâh r:
“−Namazı geciktiren veya onu rûhu çıkmış ölü bir ceset hâline getiren kimseler başına idâreci olduğunda hâlin nice olacak?” buyurdu. Ben:
“−Bu durumda bana ne emir buyurursunuz?” dedim:
“−Namazını vaktinde kıl! Onlar kılarken namaza yetişirsen tekrar kıl! Bu senin için nâfile olur.” buyurdu. (Müslim, Mesâcid, 238-240; Dârimî, Salât, 25)
{
“Allâh, kardeşim Abdullâh bin Revâha’ya rahmet etsin! Namaz vakti nerede girse, hemen bineğini durdurup namazını kılar.” (Heysemî, IX, 316)
TÂDÎL-İ ERKÂN
Ebû Hüreyre t der ki:
Bir gün Rasûlullah r mescide gelmişlerdi. Ardından bir kişi de girdi ve bir kenarda namazını kıldıktan sonra gelip Rasûlullah r’e selâm verdi. Allah Rasûlü r selâmına mukâbelede bulunduktan sonra:
“–Dön namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın!” buyurdular.
O zât dönüp aynı şekilde bir daha namaz kıldı ve gelip Peygamber Efendimiz’e selâm verdi.
Efendimiz r yine:
“–Dön namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın!” buyurdular.
Bu durum üç defa tekrar etti. Sonunda sahâbî:
“–Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki bundan daha iyisini yapamıyorum, bana doğrusunu öğret!” dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber r şöyle buyurdular:
“–Namaza kalktığında tekbir al, sonra ezberindeki Kur’ân âyetlerinden kolayına gelen bir kısmını oku. Ardından rükûya var ve bütün âzâların sükûnete erinceye kadar bir müddet bekle, sonra kalkıp iyice doğrul ve bir müddet sâkince bekle, sonra secdeye git ve bir müddet o hâlde kal, sonra da kalk ve bir müddet otur. İşte, bunu bütün namazına tatbik et!” (Buhârî, Ezân, 95, 122; Eymân, 15; İsti’zân, 18; Müslim, Salât, 45. Ayrıca bkz. Tirmizî, Salât, 110/302; Ebû Dâvud, Salât, 143-144/856; Nesâî, İstiftâh, 7/882; İbn-i Mâce, İkâmet, 72)
*
Rasûlullah r:
“−En kötü hırsızlığı yapan insan, namazından çalan kimsedir.” buyurmuştu. Sahâbe-i kirâm y:
“−Ya Rasûlallah, kişi namazından nasıl çalar ki?” dediler.
“−O, rukûunu ve secdesini tam olarak yapmaz. Rükû ve secdeden kalkınca belini tam olarak doğrultmaz.” buyurdu. (Ahmed, V, 310; Dârimî, Salât, 78)
*
“Rükû ve secdeleri arasında belini düzgün tutmayan kişinin namazına Allâh Teâlâ bakmaz (kabul etmez).” (Ahmed, II, 525)
NAMAZDA HUŞÛ
Ebû Eyyûb t diyor ki:
Bir adam Rasûlullah r Efendimiz’e geldi ve:
“–Yâ Rasûlallah! Bana (dini) öğret, ancak kısa ve öz olsun!” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz r:
“–Namaza kalktığında, dünyaya vedâ eden bir kimse gibi namaz kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elinde bulunan şeylerden de ümidini kes!” buyurdular. (İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, V, 412)
*
Hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:
«مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَتَوَضَّأُ فَيُحْسِنُ وُضُوءَهُ، ثُمَّ يَقُومُ فَيُصَلِّي رَكْعَتَيْنِ، مُقْبِلٌ عَلَيْهِمَا بِقَلْبِهِ وَوَجْهِهِ، إِلَّا وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ»
“Bir müslüman güzelce abdest alır, sonra kalkar kalbiyle ve yüzüyle tam olarak yönelerek iki rekât namaz kılarsa, cennet ona vâcib olur!”(Müslim, Tahâret, 17)
“İçinizden her kim, abdest suyunu hazırlayıp ağzına burnuna su verir ve burnunu temizlerse, mutlaka yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülür! Sonra Allah’ın emrettiği gibi yüzünü yıkarsa, yüzünün günahları su ile birlikte sakalının etrafından dökülür. Sonra dirsekleriyle birlikte ellerini yıkarsa, elinin günahları su ile beraber parmak uçlarından akar gider. Sonra başını meshederse, başının günahları su ile birlikte saçlarının ucundan dökülür. Sonra topuklarıyla beraber ayaklarını yıkarsa, ayaklarının günahları su ile beraber ayak parmaklarının ucundan akar. Eğer (böylece abdest alan) bu kişi, kalkıp namaz kılar, Allah’a hamd ve senâ eder, O’nu layık olduğu vasıflarla yüceltir ve gönlünü tam mânâsıyla Allah’a bağlarsa (فَرَّغَ قَلْبَهُ لله), mutlaka anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur.” (Müslim, Müsâfirîn, 294)
“Kul namaz kılar fakat namazının ancak onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kendisi için yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796; Ahmed, IV, 321)
*
Muâviye bin Hakem (r.a) şöyle anlatır:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanına geldiğimde İslâmî esaslardan bazı şeyler öğrenmiştim. Öğrendiklerim arasında şu da vardı: Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz bana şöyle buyurmuşlardı:
«Aksırdığın vakit “el-Hamdü lillah” de! Başka biri aksırır da Allah’a hamd ederse, sen de “Yerhamukellâh: Allah sana merhamet etsin!” de!»
Birgün Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birlikte kalkmış namaz kılarken bir kişi aksırdı ve Allah’a hamd etti. Ben de hemen yüksek sesle «Yerhamukellâh» dedim. Cemaat gözlerini bana çevirdi. Bu hareketleri beni öfkelendirdi ve:
«–Size ne oluyor ki bana böyle yan gözle bakıyorsunuz?» dedim.
Bu sefer «Sübhânellah» demeye başladılar.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) namazı bitirince:
«–Konuşan kimdi?» buyurdular. Oradakiler:
«–Şu bedevî idi!» dediler.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) beni çağırdılar ve:
«–Namaz ancak Kur’ân okumak ve Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ’yı zikretmek içindir. Namaza durduğunda, işin ancak bunlar olsun!»buyurdular.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den daha yumuşak bir muallim asla görmedim!” (Ebû Dâvûd, Salât, 166-167/931)
*
لَيْسَ لِلْعَبْدِ مِنْ صَلَاتِهِ إِلَّا مَا عَقَلَ مِنْهَا
“Kulun kıldığı namazın ancak bilerek huzûr ile kıldığı kısmı kabul edilir.” (Gazâlî, İhyâ, I, 212. Başka yerde geçmiyor. Hadis olarak bulunamadığı ifade ediliyor.)
أَنّهُ يُكْتَبُ لَهُ مِنْهَا مَا حَضَرَ قَلْبُهُ فِيهَا
“Kişiye namazından, ancak kalbinin hazır olduğu kısım yazılır.” (Süheylî, Ravdu’l-ünf, II, 208)
(كأنك تراه) تكون حاضر الذهن فارغ النفس مستجمع القلب كما لو كنت تشاهد الحضرة الإلهية.
(İhsân, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir.) Yani zihnini hazır ederek, bütün düşüncelerini bırakarak ve kalbini toplayarak, Cenâb-ı Hakk’ı gördüğünde nasıl olursan o vaziyette…
{
Ebû Hüreyre t şöyle demiş:
“Bir gün Rasûlullah r bize namaz kıldırdı. Selâm verdikten sonra bir sahâbîye:
«‒Ey filân! Namazını güzel kılmayacak mısın? Hiç namaz kılan kişi nasıl namaz kıldığına bakmaz mı? Zira namazı ancak kendisi için kılmaktadır. Vallahi ben önümden nasıl görürsem arkamdan da öylece görmekteyim!» buyurdular.” (Müslim, Salât, 108)
{
وَقَالَ أَبُو الدَّرْدَاءِ: «مِنْ فِقْهِ المَرْءِ إِقْبَالُهُ عَلَى حَاجَتِهِ حَتَّى يُقْبِلَ عَلَى صَلاَتِهِ وَقَلْبُهُ فَارِغٌ» (البخاري، الأذان، 42)
Ebu’d-Derdâ (r.a) şöyle buyurur:
“Kişinin, kalbini başka düşüncelerden boşaltarak kendini tamamen namaza verebilmek için âcil ihtiyaçlarını karşılayıp öyle namaza durması, ince anlayış sahibi olduğunun alâmetlerindendir.” (Buhârî, Ezân, 42)
MÜ’MİN ve NAMAZ
Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“(Mü’min) ölü kabre konulduğunda, güneş, gurûb hâlinde ona temessül ettirilir. Mü’min ölü gözlerini ovuşturarak oturur ve:
«‒Bırakınız beni namaz kılayım» der.” (İbn-i Mâce, Zühd, 32)
(1) Yani İsa (a.s) geldiğinde artık kâfirlerden cizye kabul edilmeyecektir. Ya müslüman olacaklar ya da öldürüleceklerdir.
(2) Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 156; Ahmed, I, 90; İbn-i Sa’d, II, 243.
(3) Ahzâb, 72.