Vird-i Ekber (en büyük vird) ile Hizb-i Ekber (en büyük bölüm veya parça), farklı isimlerde fakat aynı manayı ifade eden iki kavramdır. Ayetü’l-Kübrâ eseri en geniş ve Türkçe olması hasebiyle istifadeye medar olanıdır. Bunu anlayarak okuduktan sonra, Hülasatü'l-Hülasa dediğimiz Büyük Cevşen duasının 7. bölümünü hem vird ve dua, hem de anlama sadedinde okunması daha isabetli olabilir. Ayrıca 29. Lem'anın da hem orjinali olan Arapçasından hem de mealinden okunabilme imkânı olsa çok istifadeli olacağını düşünüyoruz.
"Sizlere evvelce Âyetü'l-Kübrâ'nın Birinci Makamının hülâsası namıyla gönderdiğim parça, o Hizbin esasıdır. İhtiyarsız, o esasa küçük fıkralar ve bazı kayıtlar ilave edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı; inkişaf ve inbisat ederek Âyetü'l-Kübrâ'nın misal-i müsağğarı gibi şehadet-i tevhidiyesi parladı; manaları ziyalandı, ruhuma, kalbime, fikrime büyük bir inşirah vermeye başladı. Ben de en yorgunluk ve usanç zamanımda onu mütefekkirâne okudum, büyük zevk ve şevk hissettim." (Kastamonu Lahikası, 4. Mektup)
Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde Hizb-i Nuriye, Hizbü’n-Nuriye, Hizbü’l-Ekber-i Nurî, Hizbü’l-Ekber-i Nuriye, Virdü’l-Ekber, Hizbu’l-Virdi’l-Ekber ve Virdü’l-Ekber-i Nuriye isimleriyle geçer. Bediüzzaman bu eser hakkında “Risale-i Nur’un menbaı, Risale-i Nur’un Zülfikâr’ı” gibi ifadeler kullanır.
Hizbü’l-Ekber ile ilgili kaynaklarda aktarılan bilgilere göre Âyetü’l-Kübrâ risalesiyle yaklaşık aynı zamanda yazılmıştır. Kâinatın bütün âlemlerini sayarak, ekseriyetle Ayetü'l-Kübrâ’daki hakikatlerin aynısını açıklayan bu eser, veciz bir Arapça üslup ile yazıldığından, kâinatı tefekkür için güzel bir kaynak olarak gösterilmektedir.
Bediüzzaman, Eski Said’in Yeni Said’e inkılap ettiği zamandan itibaren, tefekkür mesleğinde gittiği için “Bir saat tefekkür, bir sene (nafile) ibadetten daha hayırlıdır.” (Suyutî, Camiu's-Sağir, II, 127; Aclûnî, I, 310.) mealindeki hadis-i şerifin sırrını aradığını, her bir-iki senede o sırrın suret değiştirerek ya Arapça veya Türkçe bir risaleyi netice verdiğini söyler. Arapça telif edilen Katre Risalesinden, ta Ayetü’l-Kübrâ Risalesine kadar, o hakikatın devam edip suretler değiştirdiğini ve en son olarak Hizbü’l-Ekber-i Nuriye suretine girdiğini ifade eder.
Şu an Hizb-i Nuriyenin hulasası olan bu Hulasatü'l-Hualasa virdi, kısaca Büyük Cevşen dediğimiz "Hizbu Envari'l-Hakaiki'n-Nuriye" adlı vird kitabında mevcuttur.
Hizb-i Âzam, Kur’ân’daki bazı ayetlerin derlenerek bir araya getirilmiş zikir ve duâ mecmuası mânâsını da taşır. Risale-i Nur’un pek çok yerinde, Hizbü’l-Kur’ân, Hizb-i Âzam-ı Kur’ânî, Hizbü’l-Ekberü’l-Âzam, Hizb-i Kur’ânî vb. isimleriyle anılır.
Hizb-i Âzam, Risale-i Nur’un kaynağı olarak nitelenir. Hattâ bu eser sebebiyle Bediüzzaman, Denizli Mahkemesinde, “dinde tahrifat yapıyor” iddiasıyla suçlanmıştır. Üstad Bediüzzaman, bu suçlamaya karşı verdiği cevabında, Asr-ı Saadetten günümüze kadar Kur’ân’ı hizipler şeklinde yazmanın, geçerli ve yaygın bir âdet olduğunu belirtir. Buna örnek olarak da En’am Cüzlerini gösterir.
Bediüzzaman’ın hazırlamış olduğu Hizb-i Âzam’da, Tevhid, Nübüvvet, Haşir gibi imanî bahislerle ilgili âyetler biraraya getirilmiştir. Konu ile ilgili olarak Emirdağ Lâhikasında (ll), bir zâtın itirazına karşı yazılan cevap oldukça açıklayıcıdır.
“Risale-i Nur’un üstadı ve me’hazı (kaynağı) ve Said’in de çok zamandan beri bir virdi olan bazı âyetler, bir Hizb-i Kur’ânî suretinde bir kısım talebelerin arzularıyla kaleme alınmış. Sonra da tab edilmiş. Ve dört beş mahkemenin de gösterdiği ehl-i vukuf ulemaları (Bilir Kişi Heyeti) ve hattâ Diyanet Riyaseti dairesi ve İstanbul’un fetva dairesindeki tetkik-i kütüb-ü diniye heyetinden(dinî eserlerin incelenmesi için kurulan heyet) hiçbir âlim ve ehl-i vukuf ulemaları itiraz etmemişler. Belki takdir edip tahsin etmişler. Çünkü başta Sahabeler ve matbu Mecmuatü’l-Ahzab’da bulunan Hazret-i Üsame Radıyallahu Anh hizb-i Kur’ânîsi ki, herbir günde bir kısmını okumakla taksim edilmiştir. Ve aynı kitapta ve Mecmuatü’l-Ahzabın aynı cildinde İmâm-ı Gazalî’nin (bk. İmâm-ı Gazâlî maddesi) bir hizb-i Kur’ânîsi ve çok ehl-i velâyetin kendi meşreplerine muvafık bazı sûreleri ve âyetleri bir hizb-i mahsus-u Kur’ânî yaptıkları meydandadır.”
Üstad Bediüzzaman bu ifadelerinin ardından, Merhum Hâfız Ali gibi Nurun kahramanlarından bazı telebelerinin kendi hususî virdini ve Risale-i Nur’un üstadları ve menbaları olan mühim âyetleri cem etmek istediklerini söyler. Bu talep üzerine talebelerine gönderdiğini ve o talebelerinin de bu eseri tab ettiklerini anlatır.
“On sene evvel şehîden vefat eden Merhum Hâfız Ali gibi Nurun kahramanlarından benim hususî virdimi ve Risale-i Nur’un üstadları ve menbaları olan mühim âyetleri cem etmek istediler. Sonra onlara gönderdim. Onlar da tab ettirdiler. Çünkü, herkes her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya vakit bulamıyor. Fakat böyle bir hizb-i Kur’ânî eline geçse her vakit istifade edebilir fikriyle, hem sevapları çok ziyade olan âyetler ve sûreler, içinde yazılmış. Zaten Kur’ân-ı Hakîmin bir mucizesi şudur ki, ehl-i hakikatten ve kemâlâttan herbir meslek sahibi, meşrebine muvafık, Kur’ân’da bir Kur’ân’ını, bir hizb-i mahsusunu, bir üstadını bulur.”
Sorularla Risale