Bediüzzaman hazretleri “iktiran” tabir edilen bir meseleden bahseder. Kendisine yazdığı eserlerden dolayı minnettar olanlara karşı bu meseleyi anlatarak cevap verir.
Bir nimet gelmişse bütün şartları ile gelmiştir. Tek bir şarta bağlamak haksızlık ve adaletsizlik olduğunu söyler.
Hizmet etmek ev yapmak gibidir. Nasıl ki, bir binayı yaparken müteahhidinden, mimarına, duvar ustasından bekçisine herkese ihtiyaç varsa, aynı şekilde yapılan veya yapılacak hizmetlerde de herkese her kesime ihtiyaç vardır. Ve emeği geçen herkese hakkını vermek gerekir.
Mesela bir ordunun zaferini onun kumandanına vermeyi büyük bir zulüm olarak niteler. Cemaatlerin de yapmış olduğu hizmetleri cemaat önderlerine atfetmeyi cemaate büyük bir haksızlık olarak görür.
Bu gün gelinen noktada herkesin emeği var. Herkes, her cemaat bu taşın altına elini koymuş ve bu sonuç ortaya çıkmıştır.
Bugün hizmetler bütün dünyaya yayılmışsa bunda 1928’de basılan Haşir Risalesinin büyük payı vardır. Üstadı mahkemeye sevk eden Eskişehir veya Denizli mahkeme müdde-i umumileri 500 bin Nur Talebesinden bahseder. Elle çoğaltılan 600 bin Nur Risalelerinden haber verir. Bugün gelinen noktada onların çabalarının büyük payı vardır. Bu payı unutmamak gerekir.
Neticeye bakarken geçmişi unutmak ve emeği geçenleri dikkate almadan konuşmak doğru olmasa gerek. Bu hizmet 1920’li yıllarda başlamıştır. Bu gün dünyanın tüm ülkelerinde bu hizmetin fedaileri canla başla fedakârlıkla çalışıyor. Onların bu muvaffakiyeti başta bizzat o kişilerin fedakârlığı ve Allah’ın inayeti sayesindedir. Sonra onlara o ortamı hazırlayanlarında büyük payı var. Yani hizmet edebilme bir nimeti ilahiyedir. O nimet; o kitabı yazanlara ve çoğaltanlara, sonra o ortamı hazırlayanlara ve daha sonra da o fedakârlığı yapıp oralara kadar gidenlere birlikte gelmiştir. Demek ki, gelen nimet hepsine ortak gelmiştir. Kimsenin kimseye minnet etmesi gerekmiyor. Minnet edilecek biri varsa o da ihsan-ı İlahidir.
Böyle baktığımızda şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Bu üçayaktan biri olmasaydı ne olurdu? diye sorulduğunda bu soruya ehl-i sünnet olarak verecek cevabımız yoktur. Bizce meçhul… Yani, o zaman bu kitaplar başka birine yazdırılır mıydı? Yazdırıldı diyelim yayma işini bu cemaatler olmasa başka cemaatlere mi yaptırırdı? Bu günkü fedailer olmasa başka fedaileri Allah yaratır mıydı? O bizce meçhul… Ama ayet ve hadislerden anladığımız kadarıyla: Madem Allah nurunu tamamlayacaktır. O halde bunların her zaman Allah katında alternatifleri vardır. Kimse kendisini vazgeçilmez zannetmesin. Aksine bu hizmet onlara nasip olduğu için Allah’a şükretsin.
Ayrıca Allah’ın dinini yaymaya Allah’tan başka kimsenin gücü yetmez. Nitekim Peygamber efendimiz hicret ederken küffara attığı bir avuç toprağın çoğalarak her birinin gözüne yüzüne bir avuç toprak gitmesinden bahisle "Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı." (En-fâl Sûresi, 6:17.) ayetiyle uyarmıştır. Gaflete düşülmemesi ve Peygamber de olsa Allah’ın inayeti olmadığı takdirde kimsenin hiçbir şey yapamayacağı hakikatinin unutulmaması için…
Bir mesele daha var. O da şudur; Hizmet ederken meşru dairede kalmak esastır. Hizmet olacak diye gayr-i meşru yollara girmek doğru değil.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (ASV) hendek savaşına hazırlanırken diğer dinlere mensup insanların desteğini kabul etmemiştir. Mealen “Bu bir din savaşıdır. Sizden bunu isteyemem” diyerek teklifleri geri çevirmiştir. Yani müstağni kalmıştır.
Önceki yazımızda bundan bahsettiğimiz için bu konuya tekrar girmek istemiyorum. Sonuç olarak; İstiğna mesleği mesleğimizde esastır. Bunu anlamayıp hizmetin bir takım maddi imkânlarla ancak gelişebileceğini düşünenler ve bunun için her yolu meşru görenler bilsinler ki, fena halde yanılıyorlar.
Bediüzzaman hazretleri Müslümanların beş meselede iltibas ettiklerinden bahsetmektedir. Konumuza ışık tutacak bu beş meseleyi burada anlatacak değilim. İsteyen 17. Lema’nın 13. Nota’sına müracaat edebilir.