Hayat-ı içtimaiye bir süreçtir. Bu süreç içerisinde çeşitli meşguliyetler söz konusudur. Hatta bazen o kadar karmaşık bir hal olur ki insan dimağı adeta dumura uğrar mefluç olur. Bir zaman insan ufuklara dalıp maziyi tefekkkür ederse karşına adeta hayatının anatomisi çıkacaktır. “Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın.” [1] İnsan hayatın her kademesinde bir vazifesi olabilir. Ama onunla meşgul olmak ise nisbi bir şeydir.
Hayatında İman ve Kur’an hizmetine yer veren kimseler için Kitap, sünnet, icma, kıyas temel noktadır. Bu edille-i şer’iyyeden nebean hizmet hareketleri de yer edinmiştir.
Hizmet, bir takım ruhu, ekip işidir. Birlikteliğin meyvesi hizmettir. Nasıl ki futbolda takım oyunu varsa, bir arabanın çalışmasında mihanikiyet söz konusuysa aynısı hatta daha fazlası manevi hizmetlerde de söz konusudur. Dünyevi bir şey uğuruna tesanüd edipte ebedi bir hayata tesir eden hizmette tesanüd edememek feci bir şeydir. Adeta oynanan futboldaki o top kadar hizmete değer vermemektir.
Himette makam yoktur. Çünkü makamlar hizmet içindir. Tekebbür etmek için değildir. “Velayetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe'ni tevazu ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.” [2] Farazi bir makam verilmesi orada hizmetin daha sistematik olması içindir. Yoksa bir makama gelen kimse burnunu ay’a kaldırırsa o kimse o makamda oturan çocuk karakterli birisidir ve çok tehlikelidir. Bu kimselere hiç söz hakkı veya vazife verilmemesi de yeridir.
“Hakikatların derkine mani' olan benlik, gurur, ucb ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarıp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahib kılması...” [3] Çünkü mana aleminin ucu bucağı yoktur. Dibi görünmez. Rehberi edille-i şer’iyye olmayan kimseler dalmasıyla vurgun yememesi, gark olmaması ihtimal dışıdır. Bu sebeple mana alemine giren kimseler rehbersiz dalmamalı.
Bu hizmette, gurur, kibir, ucb, riya, ene, hodfüruşluk, benlik gibi kötü hasletlere yer yoktur. Ama beşeriyet itibariyle her insanda olması muhtemeldir bunların. Kemalat zaten bunlardan tecerrüd ile hasıl oluyor.
“Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak; fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmarenin muktezasıdır.” [4]
Manevi hizmetlerde bir küll söz konusudur. Cüz olmak bu hizmette yersiz bir davranıştır. Hizmet ederken de enaniyete pay vermemeliyiz.
Hizmet kimin işidir dersek, beraber hareket edenindir. Ferdi hareket eden ya hizmet edemez veya hizmetten soğuyarak gayesine ulaşamadığı gibi kurda kuşa yem olur.
Medrese ve kitap merkezli hizmet esastır Risale-i Nur hizmetinde. Bu hizmette ben talebeyim, ben içtimaiyim, esnafım, müdebbirim, vakıfım gibi üstünlük taslayan sıfatlara yer yok. Bu hizmet tasavvuf meşrebi değil hakikat meşrebidir. O sebeple bu hizmette kimsenin sözü geçerli olmadığı gibi kimseye de endeksli değildir. Hizmet, medrese ve kitap merkezli olduğu için ortak akıl olan “meşveret hükümferadır.” [5] Bu sebeple "ben esnafım dediğim olacak" veya "ben vakfım benim borum öter" gibi şeyler enaniyet kokan ham lakırdıdan öte değildir.
Artık işi öğrenip işe girmek dönemi bitti. Artık iş başı eğitim söz konusu. Birisi ehl-i hizmet, müdebbir, vakıf olarak bir yere gittiğinde evliya, kutub, mehdi, mürşid olarak gitmiyor. Orada hizmet birliği ederek hizmet etmeye gidiyor. Bu sebeple gittiği yerde boru öttürmeye çalışması "ham" olduğunun alamet-i kat’isidir. Bir hizmet beldesine yeni birisi geldiğinde eskiler o yeniyi aralarına alıp pişirmelidir. Yoksa o ayrı telden bu ayrı telden çalarsa hizmet olmaz orada. Üstadımız da abilere tesanüdü tavsiye ediyor zaten. Şahs-ı manevi dediğimiz kurumsal kimlik, tüzel kişi herkesin beraberliğiyle teşekkül eder. Ayrı telden çalanların olduğu zeminde şahs-ı manevi teşekkül etmez. Hizmet de lokal faaliyeti gibi olur.
Hülasa: “Hizmet sadece vakıflar tarafından yapılmaz. Yapılır anlayışı sakat bir fikirdir. Herkes hizmet yapabilir. Önemli olan, arkadaşlarımızın içinde, zihninde ve kalbinde hizmet aşkı olmasıdır. Her bulunduğu yer ve şart içinde hizmetini ön plânda tutabilirse makamı ne olursa olsun. Hizmetini aksatmadan yürütebiliyorsa, o kişi de de vâkıflık vasfı vardır ama vakıf değildir. Hayatın içine giren, hayatını kazanırken de hizmetini unutmayan, ön plânda tutan bir insan olarak kahramandır, fedakardır. Bu düşünceye hizmette tesanüd manasında ihtiyaç var. Tek kimsenin sözü hakikat meşrebinde olamaz. Oluyorsa naehillerce idare söz konusudur.
[1] Tarihçe-i Hayat (94)
[2] Tarihçe-i Hayat (82)
[3] Konferans (13)
[4] Sözler (477)
[5] Muhakemat (23)