“Cenab-ı Hakk'a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.” [1]
“Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur'un zararına ve şakirdlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler.
Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur'un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.” [2]
“Asrımızın efkârının anlayışına ve idrakine hitab edici mahiyeti ve Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanın fehmine bir dersi olması noktasından Nur Risaleleri, bilhâssa bu memlekette büyük ehemmiyet kazanmıştır. Asırlarca Kur'an'a bayraktarlık yapan ve dünyayı diyanetiyle ışıklandıran bu necib millet, yine dünyaya örnek, ahlâk ve fazilette üstad olarak insanlığın geçirdiği müdhiş buhranlardan halas için çare-i necatı göstermektedir. Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdid eden anarşiliğin, ifsad ve tahribin yegâne çaresi ancak ve ancak İlahî, semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatlarıdır, hakikat-ı İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-ı İslâmiye ve Kur'aniyeyi müsbet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir.
Hem Nur Müellifi bir mektubunda "Dâhilde tarafgirane adavet ve münakaşalara vesile olan füruatı değil, belki bütün nev'-i beşerin en ehemmiyetli mes'elesi olan erkân-ı imaniyeyi ve beşerin medar-ı saadeti ve umum İslâm'ın esas ve rabıta-i uhuvveti bulunan Kur'anın hakaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim" demek suretiyle hizmet-i İslâmiyenin ve mesail-i diniyenin umumunu tazammun eden vüs'at ve câmiiyeti haiz bulunduğunu; dinî hizmetlerin her nev'ini teyid ve teşvik ettiğini ve bir cadde-i kübra-yı Kur'aniye olan Risale-i Nur dairesinin umum ehl-i iman ve İslâm'a şamil bulunduğunu ifade ediyor.
Ve yine aynı mektubunda devamla "Hattâ değil Müslümanlarla, belki dindar Hristiyanlarla dahi dost olup adaveti bırakmağa çalışıyorum. Harb-i Umumî ve komünizm altındaki anarşistlik tehlike ve tahribatlarının lisan-ı haliyle "Dünya fânidir, firaklarla doludur. Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur'an dersini dinleyip birleşiniz; yoksa sizi mahvedeceğiz" diye beyanıyla bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur'anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan Risale-i Nur'un lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor.
İşte Lâhika Mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes'eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur'aniyenin esaslarını ders veriyor.” [3]
“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur'an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes'elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” [4]
“Burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü' ediyor.” [5]
“Çok emarelerle ve bazı hâdiselerle kat'iyyen tahakkuk etmiş ki, Nur'un has talebelerinden bazılarının bir zaîf damarını bulup hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek veya zaîfleştirmek için Nur'un ve Nur talebelerinin düşmanlarının çok plânları var.” [6]
Bir tesbih tanesinden tesbih, bir çiçekten bahçe, bir undan ekmek, bir sayfa yazıdan kitap olmayacağı herkesçe malumdur. Bu teşbihlerin dizilmemesi için zınkıda komitesi var gücüyle çalışmaktadır.
Din düşmanları bir zamanlar bu islami meslek ve meşreb zenginliğini birer ayrışma, kavga sebebi göstermek içindelerken halen aynı çaba içindeler. Halende din düşmanları bu metot ve usul farkını körükleyerek Müslümanları tesanüdünü engellemek ve ittifak edip bir vücudun azaları gibi komprime ve bütünsellik içerisinde olmasını engellemek emelini gütmekteler. Ta Adem (as)’a secde etmeyen iblisten beri bu böyle olup kıyamete dek süreceği muhakkaktır. Çünkü Müslümanların birlik olması demek din düşmanların işine gelmeyecektir. Aslında İslamiyet düşmanları “hurdebînî bir mikrobdan korkar; ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar.” [7] vaziyettedir. Sebebi ise ahiret inancı olmaması ve/veya var yok arasında şüphelerle karık gidip gelmeler içinde olmalarıdır.
“Heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.[8] Bizler ise meslek ve meşreblerimizde fark olsa da hepimiz islamiyetten birer cüz’üz. Küll olmak için ise maksadda ittifak ve ittihad edip tarz ve usulde farklılık arzderken gayede birlik olmamızdan geçmektedir.
Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat olan islami hizmetlerin toplumsal aheng ve istikamet açısından vazifesi çok ehemmiyetlidir. Yalnız bu vazifeyi yapmasını zorlaştıracak olan şey ise daire içine girmiş olup o daireden görünüpte aslen o daireden olmayan riyakar, nifak yüzlü, alçak kimseler olacaktır. Bu kalbi ve zihni hastalıklı kimseler insanları “sevketmeye çalışırken ve her desiseye baş vurur..” [9] bu sebeple daire içerisinde hizmet ederken “hüsn-ü zan, adem-i itimad” kaidesini asla ve asla göz ardı etmemeli. Bu benim abim kardeşim bir şey olmaz, doğru söyler gibi düşünülmesin. Çünkü Risale-i Nur’un manevi tedris sisteminde direkt olarak onay yoktur.
Buna delil ise “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.” [10] bu usulü bizlere Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri söylemektedir. Şayet bir nur talebesi bu kaideye uymuyorsa üstadının tavsiyesine zıt hareket ediyor demektir.
Bu tip kimselerin bir taktiği de şudurki: o hizmet dairesi içine girince istikbal vaad eden, gelecekte cemaat içinde istikameti gösterip miheng tutacak kimseleri hasseten gençler içerisinden tesbit ederler.
Bu kimseleri bir şekilde o cemaat içinden ya tasfiye etmek veya atıl vaziyete getirmek için ellerinden geleni ardına koymazlar. Kendilerini nerede ise bir nevi üstadlık vaziyetinde göstererek kendi hizmet anlayışına muhalif olanların ipini çekerler. Bunun için de ya bir kulp takar ya da tasfiye etmek istediği kimsenin akrabalarına ve ona sözünü geçirebilecek kimselere şikayet edip durur. Veya falan hizmeti filan hizmeti der o gencin hizmetteki şevkini kırar ve pasifize ederler.
Bizim en şiddetli en azgın düşmanımız şevkimizi kırıp bizi ümitsizlik ve stabil bir hale getirmek isteyen her şey ve kimsedir. Bu şevk kıranlara karşı bizler teyakkuzda olmamız gerekir. Yani şevkini kaybettin mi mahvolmakla yüz yüzesin demektir. Herkesi tek tip yapmaya çalışmak denizdeki tüm balıkları itlaf ve imha edip sadece hamsiyi bırakmak gibidir. Bir denizde nasılki sadece hamsi olmazsa cemaatte herkesi de tek tip yapmaya çalışanlar da bu mantaliteye sahiptir.
Şevk, yeisin tersidir, zıddıdır. Hizmetin odak noktası ise ihlas ile sadakattir. Bu şevk matiyyesine bineğine sahip olanlar ihlas ve sadakat yolunda sühuletle ilerleyecektir. Yoksa estek köstek, düşe kalka ilerlemeye çalışacaktır.
Bu ve bunun gibi sebeplerle ihlas ve sadakat yolunda şevk ile gidiliyorsa aklı olan ve taassup ile aklını köreltmeyip kullanan kimseler şevki elde etmek ister. Ve şevk sahibi olan, şevk dağıtan kimselerle beraber olur onlarla her dem ve mesailde teşrik-i mesai eder şevk sahipleri ile.
“Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız.” [11] usul ve meşreb ayrılıklarını körükleyip insanları birbirisine düşman eder. Buna ben manevi kan davası diyorum. *
Bu aslında zındıkanın bir taktiğidir ki “birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar..”[12] Zındıka cereyanının bizleri birbirimize düşürtmeye çalışması karşısında uyanık olup onların oyununa gelmemeliyiz. Müteyakkız davranmalıyız. Bunun için birbirimize muhabbet ve mütemmim manasında tamamlayıcı ve muavin olarak bakmalıyız. Yoksa manevi kan davası teşekkül eder. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını.
“Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünki daha müdhiş düşman ve yılanlar var.” [13] bu kaideyi içtimai hayata tatbik etmeliyiz. Kalblerimiz bir olduktan sonra metot ve usulde farklılık arzetmek ise daha çok kimseye ulaşmak için bir taktiktir. Tebrike şayandır. Malumdur ki her yemek aynı usul ve malzemeyle yapılmaz. Yok yapılır diyorsan “Halep oradaysa arşın burada” durub-u emsali gibi işte mutfak ve malzeme..
Bunları kabul etmeyip “İslamiyet’i sadece biz temsil ediyoruz gerisi sapıtmış, fırka-i naciye biziz” gibi bir anlayışa sahip olmak ise ekseriya islami hizmetlerle yeni tanışan kimselerin fanatizminde görünmektedir. Buraya kadar yazmış olduğum manaların kabulü veya hakperestane nazar etmek için o yazıyı okuyan kimsenin “Meslek ve meşrebinin tesiri altında kalmamış ve hevesi karışmamış olması lâzımdır.” [14] Malumdur ki “Bir ferd pek nâdir olarak kendi hususî meslek ve meşrebinin tesirinden kendi fikrini kurtarabilir.” [15] *
Bu fanatik kimseler bir süre sonra bu ifade ettiğim düşünce ve hakikatleri anlamakla herkesi kucaklayıcı ümmetçi bir anlayışa geçmektedir. Ama o zamana kadar çok kimsenin de hizmetten soğumasına sebep olmaktadır. Bu mevzu da yeni ferdleri İslamiyet muhabbeti ile alıp İslamiyet davası şuuru içerisinde eritip tüm mü’minlere bir vücudun azaları gibi bakmasını sağlamak ise bu şuura ermiş olanların teavünü ve yardımıyla mümkün olacaktır.
Yoksa “hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır.
…
Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.” [16] Bazı yeni fertler veya meslek ve meşrebi çok beğenen kimselerde, çocukların kendi aralarında dediği benim babam senin babanı döver gibisinde benim cemaatim senin cemaatini döver gibisinden sözler sarfedilebiliyor. Halbuki bir taburu teşkil eden çeşitli bölüklerden tabur oluşur. Halbuki tek bir bölükten tabur, taburlardan alay, alaylardan tümen teşkil edilmez. Farklı mangalardan takım, takımlardan bölük, bölüklerden birlik, birliklerden tabur, taburlardan alay, alaylardan Muazzam bir kuvvet elde edilir. Bu muazzam kuvveti de tarumar etmek için “Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler..” [17] burada gerçekten dikkat edilmesi gereken şudur ki bu komite her şekle bürünmekte hatta o hizmetin önünde gibi görünebilmektedir. Veya önde duranları aklen ve fikren kandırarak onu sevk u idare ederek cemaatini aldatmak yolunu tutarlar.
Bu meseleyi zındıka cereyanı anlamış ki biz ehl-i imana çok şekillerde hücum ediyorlar ve bir cemaat suretinde duruyorlar. “ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor.” [18] bizler de maddi ve manevi istidad ve kabiliyetlerimizi inkişaf ve inbisat ederek bir cemaat suretinde olan zındıka cereyanına mukabele edebiliriz. Yoksa bir cemaat suretinde olan zındıkaya tek başına mukabele eden fertler kaybetmeye mahkumdur.
Hal bu iken bizler şahsi hukuka bakan kusurları sebebi ile islam davasında refiki olduğumuz kardeşlerimizin şahsi kusurları sebebi ile hücum etmemeliyiz.
“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin birtek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adâvet ederler.
Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler.
Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter.” [19]
Mü’minler arasında var olan ve olması lazım olan uhuvvet ve muhabbet ile rıza-yı ilahi yolunda el ele ittihad ve ittifak ile islam davasına hzmet etmekle mükellefiz. Kimki bunun aksini iddia ediyorsa onun hizmeti, hezimettir. Hizmet önündeki en büyük setlerden birisidir.
“ehl-i dalalete karşı mağlub olmamak için ve muhtaçları hakikata ve ihlasa davet etmekte bir şübhe bırakmamak için ve rıza-yı İlahîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbir şeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye faidelerinden çekiniyorlar.” [20]
Davamızı tebliğ ederken Allah rızasından başka bir maksad gütmeden hizmet ederek muvaffak olabiliriz. Yoksa başka hesabı ve defteri olanlar günü gelir şiddetli bir şekilde bunun tokadını yer.
Meselemiz oculuk, buculuk, şuculuk değil. Zaten O, BU, ŞU birer araçtır amaç değildir. “Kur'an âyine ister, vekil istemez! ” [21] kanaat önderleri ve meslek ve meşrebler Kur’an’a bir ayinedir. Kur’an ve Hz. Peygamber (asv) yerine kaim olacak olan kimse ve şeyler değildir. “Kur'an âyine ister..” [22] o halde insan Halık-ı Kainat olan Allahımıza (c.c.), Kitab-ı Kainatın fihristesi Olan Habibullahımıza (a.s.v.) ne nisbette ayinedarlık ederse indullahta Allah katında o derece yüksektir kıymeti.
Bu ve daha nice sebeple Müslümanlar ve islama hizmet dava eden tüm meslek ve meşrebler sun’i ihtilafı ve cehaleti kenara koyup beraber organize olarak hizmet etmeliyiz.
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz'î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.” [23]
Hiçbir cemaat, meslek ve meşreb din değildir! Din içinden bir şubedir. Unutmayalım ki Din-i Mübin-i İslama hücum eden nice zındıka cereyanı varken bir de bizler kendi aramızda ihtilafla onların hücumlarını kolaylaştırmayalım. Safları sıklaştıralım ki şeytan aramıza nifak sokmasın! Bu mevzuda daha çok kelam edilebilir lakin mesele güneş gibi aşikar görülmektedir. Güneş varken güneşi vasfetmeye lüzum yoktur. Yeterki taassup ile nazar edilmesin bakılmasın.
Son olarak bu kimseler o hizmet dairesinin önde gelenine abisine, hocasına, şeyhine yakın görünür, onun propagandasını yapar, rüyalar ve çeşitli nakiller hatıralar uydurur. Revaç verdirmeye çalışır abisine, hocasına, şeyhine. O revaç bulması ile kendisine de revaç vermeye sebep olacaktır. Falan abisinin, hocasının, şeyhinin bulunduğu yerde adamı gibi göreceği ve öyle de bilineceğinin planını yapıyor. Yani başka defterleri var. Amma kat’iyyen bilinsin ki o dairenin abisine, hocasına, şeyhine kesinlikle muhabbeti yoktur. Bu emeli güden kimselerin sun’i olan muhabbeti ise menfaati bitene kadardır. Çünkü çok kimsenin muhabbeti ile doğru orantılıdır. Yüzüne karşı ooo kardeşim der, arkadan boyu devrilesice nereden çıktı, burada da mı gene bu derler.
Bir de abisine, hocasına, şeyhine hem bağlılık iddia ederler hem de bunların bir üstünden emir gelince bulunduğu çevrede abisinin, hocasının, şeyhinin aleyhine üstünden gelen propaganda talimatını uygularlar. Ama bir şey olunca birisi bir şey deyince abisine, hocasına, şeyhine sadakatli gibi kendisini gösterirler. Böyle nice kimseleri görüyoruz hizmet çevremizde. Neyse ki bu tipler azınlıkta. Ama hizmette önde görünürler, ders okumaktan acizdirler, iki kelimeyi bir araya getiremezler ama bunları hizmette öne getirttiren komite ise başka şeylerle bunları gizler. Birisi abisinin, hocasının, şeyhinin aleyhine propaganda yapıyorsa bilin ki bu adam halis değildir.
Sureten mübareklik, uhuvvet, ittihad, muhabbet kisvesinde entrikalar dönderirler. Her haltı yerler ve yedirirler. Hem mesela … ( sükut lazım ! )
Hülasa: hüsn-ü zan, adem-i itimad esastır, Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Her sakallıyı deden her takke takanı niyet-i halis zannetme, duyduklarını direkt kabul etme tahkik et, hizmetin esası, kitap, icma, kıyas, sünnet-i seniyyeyi elden bırakma. Bu dört şeye edille-i şer’iyye denir. Buna muhalif olan kimden olursa olsun inanma. Hatıra diye nakledilen şeyler içinde bunu da tatbik et. “Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikatı tanımayan hayalâta sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Müvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.” [24]
Yaşasın ittihad-ı islam! Yaşasın ittihad-ı islam!
“Biz âcizleri böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan Cenab-ı Hakk'a binler, yüzbinler defa hamd ü sena ediyoruz. Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği ve nurundan istifade etmek için can attığı; fakat muvaffak olamadığı böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere okumayı nasib eden o Hâlık-ı Zîşan'a teşekküren âhir ömrümüze kadar secdeden başımızı kaldırmasak yeridir...” [25]
Selam ve Duayla
[1] Lem'alar ( 89 )
[2] Kastamonu Lahikası ( 202 )
[3] Emirdağ Lahikası-1 ( 8 )
[4] Tarihçe-i Hayat ( 418 ) / Şualar ( 268 )
[5] Emirdağ Lahikası-1 ( 147 )
[6] Emirdağ Lahikası-2 ( 155 )
[7] Lem'alar ( 7 )
[8] İşarat-ül İ'caz ( 84 )
[9] Emirdağ Lahikası-2 ( 209 )
[10] Münazarat ( 14 )
[11] Şualar ( 208 ) / Barla Lahikası ( 124 )
* İnşaallah buna dair de müstakil bir yazı yazmak nasip eder Rabbim.
[12] Şualar ( 318 )
[13] Kastamonu Lahikası ( 247 )
[14] Konferans ( 12 ) / Sözler ( 750 )
[15] Emirdağ Lahikası-2 ( 89 )
* nitekim Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Mükemmel bir tefsir-i Kur’an yazacak heyetin hususiyetini İfadet-ül Meram [bk:İşarat-ül İ'caz ( 8 )] yazısında ifade etmektedir.
[16] Tarihçe-i Hayat ( 619 )
[17] Tarihçe-i Hayat ( 690 )
[18] Kastamonu Lahikası ( 55 )
[19] Lem'alar ( 88 )
[20] Tarihçe-i Hayat ( 731 )
[21] Sözler ( 740 )
[22] Sözler ( 704 )
[23] Mektubat ( 269 )
[24] Muhakemat ( 49 )
[25] Hanımlar Rehberi ( 140 - 141 )