Bediüzzaman 16. Mektup’ta siyasetle neden uğraşmadığını meslek ve meşreb anlayışını izah eder. Eser, zamanlar üstü bir mantık ile kaleme alınmıştır. Zaten Bediüzzaman mevsimlik, dönemlik değil, her olayın bir süpervizörü gibi her zamana giydirilebilen boyutunu görür. Bu ancak edebiyat, sanat ve fikir tarihinde “authora klasika” denilen yazarlar ve sanatçılar tarafından yapılan veya yazılan yazışmalardır. Shakespeare’in Makbet’i ve diğer eserleri gibi. İnsanlık yaşadığı sürece bu eserler okunur ve seyredilir.
Bediüzzaman, siyaset vasıtası ile dine hizmet etmeyi “Beyhude yorulmak“ olarak vasfeder: ”Gördü ki o yol meşkuk ve müşkilatlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var.”
Burada meşkuk kelimesini kullanır. Meşkuk ortada bir kelimedir, olur da olmaz da, şüphe gibi o da kararsızdır. “Hatarlı“ tehlikeli bir yoldur demek. Şimdi bu darbeyi yapanlar meşkuk bir maksad için yıllar önce düşünmüş ve tasarım yapmışlar. Ama muhakkak olacaktı diyemezler, olmayabilirdi ve olmadı. Hem meşkuk hem de müşkülatlı zorlukları olan bir iddiadır, nitekim öyle de olmuştur.
Namık Kemal bu meşkuk olanı anlamadı, hoca gibi ya tutarsa mantığı ile gitti. Ali Suavi tek başına ihtilal yapacak kadar akıldan uzaktı. Namık Kemal onun için “adam değil cudam“ der. Ama kendi de bir yere varamamış, heyecanlarının esiri olmuş ömrü sürgünlerde geçmiştir. ”İkisi olanın üçüncüsü de olur“ demiş yani Aziz ve Beşinci Murat gitti, sen de gidebilirsin, diyerek Sultan Hamid’i kastetti. Asılmadı aslında bu söz asılmayı mucibti ama Gelibolu’ya sürgün edildi. Sultan Hamid’e kızıl sultan diyenlerin hepsi kıp kızıl adamlardı.
Türk aydını hep menfi ile amel eder ne hikmetse. Mithat Paşa, “olmasın Ali Osman, olsun Ali Mithad” dedi. Taif’e sürgün edildi, sonra orda boğduruldu. Tanpınar ona acır. Tanpınar gibi adam bu haksızlığı mantıklı gibi görürse daha kime ne dersin? Biz fikir tarihimizi doğru dürüst anlatsak bu çocuklar, insanlar yanlış yola sapmaz. Bir tane doğru düşünen adam Bediüzzaman ve ondan önce Ahmet Mithat ve Naci, onları da edebiyat tarihi alay konusu eder. En büyük sorun Türkiye’de Türk edebiyatını anlatan neslin yetersizliğidir, bir menfaat şebekesi yönetimidir Türkiye’de edebiyat. Isparta’da otuz misli fazla zulüm gördüm kime anlatacaksın. Hak yok, hukuk yok, zulüm çok, adalet rafta, muhakkikler kiralık adamlar, olayları yöneten yok olayları karşı karşıya getirip insanları birbirine kırdıran kıyamet. Vicdan ve iman yok, bunlar olmayınca sen kimseye doğru düşün diyemezsin.
Dışardan bir komitenin sözünü Bediüzzaman’a yansıtırlar. ”Kökü dışarda olan bir cereyan demiş ki bu adam yaşadıkça biz bu nesilleri dinsiz yapamayız, bunun vücudunu kaldırmalıyız.“ Bediüzzaman, “ecel birdir tagayyür etmez“ der. Bu yüzden kırk yıl zulüm gördü, yirmi defa zehirlendi. Şimdi profesör kılıklı adamlar, Bediüzzaman’ı zehirlemek isteyenler gibi toplumu ve gençliği zehirliyor. Darbeyi yapanlar ile bu iftiraları yayanlar aynı. “Zalimler için yaşasın cehennem!”
Bu meşkuk cümlesini Madanoğlu ve Türkeş de anlamadı, ihtilal yaptılar. Olan Yassıada’da zulüm görenler ve asılanlara oldu. Binlerce aile mağdur oldu, sonuç meşkuk. Türkeş sonradan “en kötü demokrasi en iyi ihtilalden daha iyidir“ dedi ama olan binlerce insana oldu.
“Eğer kuvvet ile ve hadise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir iki ihtimale binaen günahlara girmek masumları günaha atmak vicdanım kabul etmiyor.“ Şimdi yapılan nedir? “Kuvvet ile hadise çıkarmak ile muhalefet etmek.” Devletin tankını, helikopterini, uçağını, askerini, silahını halkına karşı kullanmak. Elde edilen ne husülü meşkuk bir maksad, ne kazanıldı, olacaktı da olmadı. Peki kaybeden? “Çoklar belaya düşer.” Şimdi bu belaya düşen insanlar, hayata nasıl ümitle bakacaklar?
İşte Bediüzzaman farkı. Falan adamla bu büyük insanı yan yana koyup yorumlamak yanlış ötesi bir şey. Ama ne gariptir Bediüzzaman anlatılamadı anlatılamıyor. Nur talebeleri araştırmıyor.
Bir ders dinledim bu cümleler atlandı gitti. “Masumları günaha atmak…” Vatan haini bir babanın oğlu olarak ömrünü tüketmek. Yedi sülaleye yeten bir kızıl etiket. İşte bunları düşünmüş Bediüzzaman. “Vicdanım kabul etmiyor“ diyor. Peki bu tarih boyunca bu işe yeltenenler, onlarda vicdan yok mu? Freud binlerce ölen insandan sonra Avrupa’nın vicdanını sorgular, haksız mı? Onların vicdanı vardı ama olay olduktan sonra ortaya çıkaracağı şeyi görmek istemediler.
Sayın Diyanet İşleri Başkanı! Bu satırları siz de bu millete ve icranın başındakilere izah edin. Yoksa dün FETÖ kriptoları şimdi FETÖ ayıklayıcıları oldular. Kriptolara ne yapıyorsunuz, vallahi bunlar yönetenlerden daha çok zulmettiler ve ediyorlar. Bak Bediüzzaman ne diyor: “Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı, tedkikata taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sada verecekti.“ Bir ihtilali tek başına bastıracak adam, 31 Mart’ta, cumhuriyet hükümetinin başına hakkı ölüm korkusundan azade hatırlatan adam. Aşiretlerin davetini kabul etmeyip ellerini jandarmaya teslim eden adam. Ama şöhret olmanın maceracı olmanın adamı değil.
Bir cümle daha var. ”Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var.” Şimdi bu yapılan ecnebiler güruhunun tezgahında hazırlanmış. Namık Kemal’i devlete kafa tutturan Fransızlardı, siyasi üstadları da Fransız ihtilalcileri, masraflar da Fransa’dan. Bir de Mısır hıdivi denen adamdan. Nasıl böyle bir adam bunlara alet olur? Onu kaçıran gemi de bir Fransız vapuru, kaçıran da Jan Pietri.
Bak Bediüzzaman’a bir olaya nasıl farklı noktalardan bakıyor. Bu bakmanın arka planında ihtilallerin tarihini ve yaptıklarını gören bir tarih ve siyaset felsefecisi var.
Bediüzzaman burada bir kelime kullanır. Şeyh olmadığını söyler. ”Hey Efendiler! Ben şeyh değilim ben hocayım!” Özellikle “ben”i iki defa kullanır ve vurgu yapar. Onları “hey” kelimesi ile ikaz eder. Bediüzzaman Hoca’dır yaptığı da hocalıktır, ders okumak, namaz kılmak kıldırmak, tefekkür etmek, başka bir şeyi yok. Sadece Hoca. Ama hoca denilen F. Gülen sadece hocalığa kanaat etmedi. Ticari anlaşmalarda o, hak tevziinde o, okul açmada o, din adamlarını sigaya çekmekte o, siyasi komplolarda o. Bu kadar farklı yerlerde ama dini anlatırken inanılmaz hassas ve sürükleyici. İşte dinin mahiyeti burada bitti. Maksadı siyasiyeye alet etti. Dinle aldatıp sonra başka maksatları takib etmek. Dinin safiyeti arada kaynadı gitti.
Bütün mesele Bediüzzaman’ı anlamamak. Evet anlamadı ama pahalıya mal oldu bu topluma. Bediüzzaman farklı beyler! Lüften okuyun ve görün.
“Tarihten ibret almak ne masal şey / Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi?” diyor büyük Akif.