Kendimi iyi hissediyorum bugün. 1 Mayıs, müjdeler fısıldıyor.
Emek bayramı, bahar bayramı, provokasyon günü, çatışma ve gerilim günü derken 32 yıl geçti aradan.
1977’te Taksimde 1 Mayıs işçi bayramında 34 kişinin öldüğü o meşum günden bu güne 32 yıl geçti.
Arada 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan darbeleri ile arada yüzlerce irili ufaklı çeteleşme, cinayet, terör, suikast, bölünme ve irtica kampanyaları ile son mücessem haliyle Ergenekon denen “ifsat komitesi”nin faili malum ama meçhul gösterilen fitnelerine tanıklık etti kamuoyu.
Yanıltılan, yanılan, kullanılan, birbirine düşürülen, çarpıtılan ve safiyetlerin bile amaca uygun dizayn edildiği asimetrik, ahlak dışı ve insanlık trajedisi binlerce dejenere eden operasyon vizyona girdi.
Geçen 32 yılda, 32 defa öldük, dirildik. Bölündük birleştik. Yalanın sermaye olduğu kundakçı ruhların medya, sermaye, uluslararası güç odakları, derin devlet yapılanmaları ile birlikte kurdukları kombinezonların ardı sıra gelen deşifre ile hafızalar ezberini bozmaya başladı.
Bugün 1 Mayıs. Emek ve Dayanışma bayramı.
Alnı terleyen, demokrasi özlemi duyan, bir şekilde incitilmiş ve ürkütülmüş kitleler ilk defa bu denli bir dayanışma ile Taksim’de buluştular.
Sağı, solu, dindarı, liberali, emekçisi, özgürlükçüsü hep birlikte. Herkes ilk söylemlerinde kendi ölüsüne ağlasa, geçmişi hatırlatıp hüzünlense de sonunda buluşmanın güvenlik içinde tamamlanmasından memnun.
Böylesi emek buluşmaları, taban hareketleri, toplum yakınlaşmaları, katmanların dayanışması, ideolojik aygıtların çatışma değil farklılık içinde bütünlük emaresi oluşturması ve nihayetinde bir platforma dönüşmesi çok anlamlı.
Taksimdeki buluşma, artık derin mahfillerin, provokatörlerin, dizayncıların ve bilumum duygularımızı, yüreğimizi, fikirlerimizi ve birliğimizi bozan bozguncu/bölücü/fitneci güruhlarına karşı toplumun ortak vicdanının ve sesinin tepkisidir.
Sivil anayasanın 28 yıl sonra da olsa, kısmen de olsa demokratikleşme rüzgarına yelken şişirdiği bir demde, AB sürecinin her şeye rağmen ilerlediği bir süreçte, terörün gerilediği bir vasatta ve toplumun sağduyusu ile Taksim buluşmalarının farklılıkları kabullenen bir kültürün dirilişi olarak sokağı ve mahalleyi huzura götürecek bu refleksleri, sosyolojik değeri yüksek bir düzeydir. Toplum hafızasının yeniden birliktelik işaretleridir. Siyasetin daraldığı, diktanın nefes almakta zorlandığı bir zeminde, Ergenekon çözüldükçe beraberinde gelen bu huzur ve yakınlaşma, özellikle dört kesime çok görev yüklüyor.
Birincisi, sivil toplum kuruluşlarıdır. Özellikle sendikalar ve meslek örgütlerinin öncülük edeceği sivil ve demokratik dayanışma.
İkincisi, manevi iklimi demokratik süreçlerde ve insanı merkeze koyan bir hak ve hukuk zemininde sağlayacak olan cemaatlerin yakınlaşması, buluşması ve dayanışmasıdır.
Üçüncü kesim akademik çevrelerdir. Bilim adamlarının köşeli, omurgalı, anlaşılır, özgürlük sözcüsü olabilecek, ilmi çıtayı halkın diliyle ve cesaretle seslendirmeleri ve projelendirip rehberlik edecek birer aktivist olarak toplumu bilinçlendirmeleridir.
Dördüncüsü ise sermayedir. İş gücünün, üretimin, paranın entelektüel bir değer kazanması, sosyal hayatı kucaklaması, emeği ve işçiyi/işsizi gözetmesi, yardımlaşma duygusunu her türlü organizasyon ve gösterişten uzak bir derinlik ve tevazu ile istihdam alanlarında ve sosyal katkılarda göstermesidir.
Bu dört kesim, Bediüzzaman’ın günümüzü tanımlayan “Serbestiyet ve malikiyet” dönemini tarif eden muhtevada olursa, imanla hürriyeti doyasıya yaşama fırsatı buluruz.
STK’lar, cemaatler, bilim adamları ve iş dünyası. Sivil toplumun, maneviyatın, bilimin ve sermayenin el ele verdiği güçlü bir dayanışma ve toplumsal diriliş ve kuşatma tablosudur.
Bundan sonra ne olur dersiniz?
Cevabı çok kolay:
Devlet dize gelir, hizmetkar olduğunu anlar, derin mahfiller biter, bürokrasi kendine çeki düzen verir, siyasette ikircil pratiklerden ve pragmatist gündem sapmalarından kurtulur.
Toplumun taban sesi, bunu taleplere döken tutarlı bütünlüğü ve farklılıkları barındıran hali, elbette siyasetçinin topluma göre düşünmesi konusunda elini güçlendirir, devlet korkusunu ve mahfillerin şantaj gücünü ise kırar.
Şimdi bahar. Hem de ilkbahar. Yemyeşil her taraf. Gönlümün yeşili gülümsüyor bana.
Serbestiyet ve malikiyete bir adım daha yakınız.
Temennimiz o ki, bu güzel baharın kekremsi kokularını rahatsız edecek manzaralar yaşamayalım.
Sağduyunun galip geleceği, tefekkürün ve şefkatin artacağı, insani zeminin kuvvetlenmesiyle İslami hassasiyetlerinde fazlasıyla revaç göreceği güzel günleri müjdeliyor ilk bahar.
Baharı beklerken, hakkını vermek hepimizin sorumluluğu.