Risale-i Nur’un hakikat-ı kudsiyesinin ifadesinde anahtar kelimelerden biri cazibe kelimesidir. Bediüzzaman bu kelimeyi farklı bahislerin izahında değişik şekillerde temayı şekillendirmekte kullanır. Bir kelimeyi ama keyfiyeti büyük olan bir kelimeyi lügatte bir yer işgal eden bir anlatımla değil, her insanın anlamakta zorlanacağı bir boyutlar zincirinde anlatır.
Hassase hisseden damarlar, muharrike de harekete geçiren damarlar. Biri hissediyor diğeri de hissedilen duruma bağlı olarak harekete geçiyor. Harekete geçmek savunma da olabilir, ihtiyacı hissedip teminine çalışmak da olabilir. Mesela deride hissedilen bir sinek sonra onu kovmaya çalışan mukabil güç gibi.
Burada bir damar daha var, evride ve şerayin. Hücredeki atar damar yani evride, toplar damar şerayin damarları. Atar damarlar vücuda temiz kan götürür. Toplar damarlar ise kirli kanı toplar. Atar damarlar, toplar damarlardan daha önemlidir. Boynumuzdan geçen damar atar damardır. Atar damarlar derinin daha altındadır. Toplar damarlar dışardan görünebilir ama atar damarlar görünmez. Şöyleki atar damarı kesilen bir insan bir kaç saniye içinde ölürken, toplar damarı kesilen bir insan bir kaç dakika içinde ölür. Atar damarı kesilen bir insan hastanede bile olsa kurtarılamaz. Toplar damarı kesilen bir insan kurtarılabilir.
Bir de müvellide ve musavvire damarları var, tam sekiz damak sayıyor. Bize fırsat ver şu insanı anlatalım, sıcak ekmek, süt, köfte buysa hayat bayat.
Necip Fazıl'dan
Hayat, mayat diyorlar
Benim gözüm mayat’ta
Hayatın eksiği var
Hayat eksik hayatta,
Takınsam, kanat, manat
Kuş muş olsam seğirtsem
Bomboş vatana inat
Manata doğru gitsem
Hayatı ki anlamlı hayatı, anlamlı değerlendiremeyen insana inat mayata kaçıyor şair, ne yapsın yani.
Kaçır beni ahenk al beni birlik
Artık barınamam gölge varlıkta
Ya sen işte sana sana ait boş dünya
Ye iç eğlen para bul harca
Yeter ki kalbini bana sakla
Müvellide, artmayı doğurmayı sağlayan damar, hücreler çoğalırlar. İşte o çoğalmayı sağlayan damarlar, musavvire de azanın, uzvun yapısına fizyolojisine göre şekillenmeyi sağlayan damar.
Bir hücrede sekiz vazifeli dördü damar dördü de kuvveyi sayıyor. O kadar küçük bir hacimde hücrenin ve bağlı olduğu bedenin ilişkilerini ferdi ve ortak ilişkilerini bu sekizli yürütmektedir, dört başka dördü başka misyonları vardır. Bütün bunlar insan idrakinin ve insan yapımının dışında fiillerdir.
Hücrenin içinde cazibe ona faydalı olan şeyleri kendine çekip yerinde kullanmasıdır. Bir hücre yenilen gıdaların özümsenmesinden sonra kendine gelen faydalı gıdaları kullanır ama onu ordaki cazibe kuvvesi çeker. Dünyayı güneş ile rabteden, hücrenin kendine faydalı besinleri kendine çekmesi, kazuratı yok, fazlası yok nasıl bir bina inşa etmektir. Cazibe kuvvesinin kanununun işleyişi ne kadar anonim ve müteal hayret ne hayret. Ahenge koşan Necip Fazıl ahengi izah eden Bediüzzaman.
Bu sekiz şey bir hücrede de bütün beden hücrelerinde de birbirini tamamlayarak çalışıyor, vücut binası bunların mimarisi ile yapılıyor, ne mimar ne mimar…
Araya bir de kürevyat-ı hamra (alyuvarlar), küreyvat-ı beyza (ak yuvarlar) giriyor. Beyaz küre hastalıkla savaşıyor, kırmızı küre de hücreye erzak getiriyor, bu kadar birbiri içinde fiilleri nasıl okumuş onları nasıl tevhid okumalarına çeviriyor, ne desem az.
Vücut fizyolojisi öyle bir yapıdan meydana gelmektedir ki, vücuttaki her yapının belli bir yapısı ve görevi bulunmaktadır. Bu yapıları, hücreler meydana getirir. Bu hücre yapılarından birisi de, akyuvar hücreleridir.
Akyuvar hücreleri kanda yer alır. Temel görevi ise, vücuda girmiş olan ve hastalık riski taşıyan bakterilerle savaşmak ve bu bakterileri yok etmektir. Bu hücreye, görevi itibariyle bizi hastalıklardan koruyan yapı gözüyle de bakılabilir. Akyuvar hücreleri, vücuda çeşitli yollardan girmiş olan zararlı bakterileri tanır ve onları yok etmek için onlara doğru hareket etmeye başlar. Akyuvar zararlı bakteriye ulaştığı zaman, onu sarar ve bir nevi sindirir. Böylece zararlı bakteri, akyuvar tarafından yok edilmiş olur. Vücut fizyolojisi öyle sistematik bir yapıdadır ki, çok büyük sayıda zararlı bakteri vücuda girerse vücut otomatik olarak kandaki akyuvar sayısını anında artırır. Akyuvarların üretim noktası ise, kemik iliğidir.
Kanda, akyuvarlar alyuvarlarla birlikte bulunurlar. Fakat akyuvarların sayısı, alyuvarlara oranla oldukça az sayıdadır. Öyle ki, yaklaşık olarak her 800 alyuvara 1 adet akyuvar düşmektedir. Akyuvar hücrelerinin büyük bir kısmı alyuvar hücrelerinden büyüktür ve bu hücrelerinin belirli ya da tanımlı bir şekli bulunmamaktadır. Bu hücreler, şekil değiştirerek hareket etme yeteneğine sahiptirler.
Alyuvarlara gelince, alyuvar, kırmızı kan hücresi veya eritrosit, kanda en çok sayıda bulunan hücre türüdür ve omurgalı hayvanlarda akciğer veya solungaçlardan vücut dokularına oksijen taşınmasında rol alan başlıca araçtır.
Alyuvar veya kırmızı kan hücreleri olarak da bilinen eritrosit sözcüğü Yunanca erythros (kırmızı) ve kytos (oyuk) sözcüklerinden türemiştir. Alyuvarları olan çoğu canlıda oksijen taşımakta kullanılan molekül hemoglobin iken yumuşakçalar gibi bazı canlılarda bakır içeren hemosiyanin bulunur.
Alyuvarları ilk kez 1658 yılında Jan Swammerdam’ca tanımlanmıştı. Bu işi için bayağı bir erken dönem mikroskobu kullanmıştır. Modern bilimadamları kan hücrelerini artık labaratuvarda yapabiliyorlar. Alyuvarlar büyük oranda hemoglobin içerirler. Hemoglobin ayrıca karbon dioksitin de az bir bölümünü taşır. (İnsanlarda oksijenin yüzde 2’si ve karbondioksitin çoğu kan plazmasında çözünmüş olarak taşınır.)
Kas, vücutta bulunan, gelişmekte olan asıl hücreciklerin mezodermal tabakalarından oluşan, büzülebilen bir dokudur. Vücuttaki görevi güç oluşumu ve dış veya iç (organlar arası) hareket sağlamaktır. Alyuvarların rengi hemoglobindeki hem grubundan gelir. Tek bir alyuvar saman rengindedir, fakat bir aradayken eğer hemoglobine oksijen bağlıysa parlak kırmızı renkte, eğer hemoglobine oksijen bağlı değilse mavimsi-mor renkte gözükürler.
Bediüzzaman hücrede meydana gelen muhayyirül ukul (aklın hayret edeceği) ilmî gerçekleri Allah ile bağlantılı şekilde anlatır. Bu şekilde biyoloji, fizyoloji ve bunlara bağlı ilimlerin olayları tevhidden koparmasına mizahi bir yorum tarzı ile karşı çıkar, dinin ve ilmin haysiyetini korur.