Bismillahirrahmanirrahim
On Birinci Meselenin Haşiyesinin bir Lâhikasıdır
Âyetü'l-Kürsînin tetimmesi olan
لاَ اِكْرَاهَ فِى ﴿ الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ ﴾ مِنَ الْغَىِّ 1 bin üç yüz elli (1350),
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ 2 bin dokuz yüz yirmi dokuz (1929) veya (1928),
وَيُؤْمِنْ بِاللهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ 3 dokuz yüz kırk altı (946) "Risaletü'n-Nur" ismine muvafık; بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى 4 bin üç yüz kırk yedi (1347);
﴾ لاَ انْفِصَامَ لَهَا وَاللهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿ اَللهُ ﴾ ﴿ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا 5
eğer beraber olsa bin on iki (1012), eğer beraber olmazsa dokuz yüz kırk beş (945) (bir şedde sayılmaz), يُخْرِجُهُمْ مِنَ ﴿ الظُّلُمَاتِ ﴾ اِلَى النُّورِ 6 bin üç yüz yetmiş iki (1372) (şeddesiz), ﴾ وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَۤاءُهُمُ ﴿ الطَّاغُوتُ 7 bin dört yüz on yedi (1417); ﴾ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى ﴿ الظُّلُمَاتِ 8 bin üç yüz otuz sekiz (1338) (şedde sayılmaz) اُولٰۤئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ 9 bin iki yüz doksan beş (1295) (şedde sayılır) eder.
Risaletü'n-Nur'un hem iki kere ismine, hem suret-i mücahedesine, hem tahakkukuna ve telif ve tekemmül zamanına tam tamına tevafukuyla beraber, ehl-i küfrün bin iki yüz doksan üç (1293) harbiyle âlem-i İslâmın nurunu söndürmeye çalışması tarihine ve Birinci Harb-i Umumîden istifade ile bin üç yüz otuz sekizde (1338) bilfiil nurdan zulümata atmak için yapılan dehşetli muahedeler tarihine tam tamına tevafuku ve içinde mükerreren nur ve zulümat karşılaştırılması ve bu mücahede-i mâneviyede Kur'ân'ın nurundan gelen bir Nur, ehl-i imana bir nokta-i istinat olacağını mânâ-yı işârî ile haber veriyor diye kalbime ihtar edildi. Ben de mecbur oldum, yazdım. Sonra baktım ki, mânâsının münasebeti bu asrımıza o kadar kuvvetlidir ki, hiç tevafuk emaresi olmasa da, yine bu âyetler her asra baktığı gibi mânâ-yı işârî ile bizimle de konuşuyor kanaatim geldi.
Evet, evvelâ başta ﴾ لاَ اِكْرَاهَ فِى ﴿ الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ 10 cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi o tarihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükümet, lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukàbil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli burhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur'ân'dan çıkacak diye haber verip bir lem'a-i i'caz gösterir.
Hem, tâ خَالِدُونَ 11 kelimesine kadar, Risale-i Nur'daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o muvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki, o tarihte bulunan cihad-ı mânevî mübarezesinde büyük bir kahraman "Nur" namında Risale-i Nur'dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî elmas kılıcı, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.
Evet, hadsiz şükürler olsun ki, yirmi senedir Risale-i Nur bu ihbar-ı gaybı ve lem'a-ı i'câzı bilfiil göstermiştir. Ve bu sırr-ı azîm içindir ki, Risale-i Nur şakirtleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar. Ve hakikî şakirtleri, en dehşetli bir hasmına ve hakaretli tecavüzüne karşı ona der:
"Ey bedbaht! Ben seni idam-ı ebedîden kurtarmaya ve fâni hayvaniyetin en süflî ve elîm derecesinden bir bâki insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum; sen benim ölümüme ve idamıma çalışıyorsun. Senin bu dünyada lezzetin pek az, pek kısa; ve âhirette ceza ve belâların pek çok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Haydi def ol! Seninle uğraşmam, ne yaparsan yap!" der. O zâlim düşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat ediyor, "Keşke kurtulsaydı" diyerek ıslahına çalışır.
Sâniyen: وَيُؤْمِنْ بِاللهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ ﴾﴿ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى ﴾ ﴿12
Bu iki kudsî cümleler, kuvvetli münasebet-i mâneviye ile beraber makam-ı cifrî ve ebcedî hesabıyla, birincisi Risaletü'n-Nur'un ismine, ikincisi onun tahakkukuna ve tekemmülüne ve parlak fütuhatına mânen ve cifren tam tamına tetâbukları bir emâredir ki, Risaletü'n-Nur bu asırda, bu tarihte bir urvetü'l-vüskadır. Yani çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir hablullahtır. Ona elini atan yapışan, necat bulur diye mânâ-yı remziyle haber verir.
Sâlisen: اَللهُ ﴾ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا ﴿13 cümlesi hem mânâ, hem cifirle Risaletü'n-Nur'a bir remzi var. Şöyle ki:...
Bu makamda perde indi, yazmaya izin verilmedi. Başka zamana tehir edildi. HAŞİYE-1
Dipnot-1: "Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır." Bakara Sûresi, 2:256.
Dipnot-2: "Kim birer mâbud gibi kıymet verilen tâğutları reddederse..." Bakara Sûresi, 2:256.
Dipnot-3: "Ve kim Allah'a îman ederse, işte o (...) yapışmıştır." Bakara Sûresi, 2:256.
Dipnot-4: "Sapa sağlam bir kulpa..." Bakara Sûresi, 2:256.
Dipnot-5: "O kopmaz ve kırılmaz. Allah ise herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir. Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır." Bakara Sûresi, 2:256-257.
Dipnot-6: "Onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidâyet nûruna kavuşturur." Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-7: "İnkâr edenlerin dostu ise tâğuttur." Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-8: "Onları imân nûrundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler." Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-9: "İşte onlar Cehennem ateşinin ehlidir, orada ebediyen kalacaklardır." Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-10: "Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır." Bakara Sûresi, 2:256.
Dipnot-11: "Ebediyen kalıcıdırlar." Bakara Sûresi, 2:257.
Dipnot-12: "Ve kim Allah'a îman ederse, işte o (...) yapışmıştır. Sapa sağlam bir kulpa..." Bakara Sûresi, 2:256.
Dipnot-13: "Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır." Bakara Sûresi, 2: 257.
Haşiye: Bu nüktenin bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet, اِنَّ الْاِنَسَانَ لَيَطْغٰى bu tâğûta bakar ve baktırır. ("Muhakkak ki insan azgınlaşır" Alâk Sûresi, 96:6) Said Nursî
Bediüzzaman Said Nursi
Asâ-yı Mûsâ