Barla Lahikasındaki ilk mektup tarihsizdir, umumiyetle Zat-ı Ruşenzamir’in mektupları tarihsizdir. Keşke bu mektupların kaleme alındığı mekanlar ve tarihleri yazılmış olsaydı. Mekan ile mektup arasındaki romantik ilişkileri de zihnimiz dokurdu.
Bediüzzaman Hulusi Bey’i “talebem, kardeşim ve biraderzadem” olarak mukaddimede tavsif etmişlerdi. Hulusi Bey buna liyakatı olmadığını medhe layık olanın Üstadı Muhteremi olduğunu gerekçeli bir cümle ile beyan eder. “Serapa Nur olan Kuran-ı Muciz ül Beyanın hak ve hakikatını bu asır insanlarının bilhassa firak-ı dallenin gözlerine sokacak derecede bazı Kur’an lemaatının zahir olmasına murad-ı İlahi taalluk etmiş ve bu emr-i mühimme felillahilhamd muhterem Üstadımız vasıta olmuştur.“ (25)
İlk mektuplar mecmuasının ilk mektubunda hakikate bu kadar muvafık ve mutabık bir beyanda bulunmak, henüz sürgüne yeni gelmiş, vatanından cüda bir insana ne kadar büyük inşirah verir, onu Bediüzzaman olan anlar.
Bediüzzaman Barla’ya geldiğinde elliye yakın bir yaştadır. Hayatının büyük aksiyonlarını yaşamış, kitleleri peşinden koşturmuş, at sırtında, tüfeği elinde, bir elinde kalem bir elinde silahı ile bu milleti seyf ül kalemin yıkılmış imparatorluğunu kurtarmak istemiştir. Hamiyeti milliyesi hamiyeti diniyesi ile mümtezic bir insan, nerde tehlike varsa en önde, korku onun hayatında ne kelime ne de psikolojik bir meta olarak yer alamamış, onun kahramanlığını tartışanlar tarihlerini tarasınlar böyle bir adam zuhur etmiş mi ona göre konuşsunlar. Padişahlar arkalarında muti binler insanlarla savaşlara girdiler, orduları gelmeden namları cepheleri dağıtırdı, Avrupa’da çocuklarını uyutmak için “Osmanlı geliyor, Türkler geliyor” diye konuşan analar bu büyük ümmetin havfından uykuları kaçıyordu.
Bediüzzaman Barla’ya geldiğinde bir kişi idi, bir toprak haddan inerken ayakkabısı kopar, gariban, terk edilmiş, mazlum bir insan. Mübarek Süleyman onun çaresizliğini görür ve koşar yardım eder, o günden sonra hizmetindedir. Yıllar sonra Süleyman Beyefendiye “ne mutlu adamsın Hazreti Mehdi’nin hizmetinde bulundun” demişler. O da “Bırakın Allah için o Barla’ya geldiğinde günlük işlerini yapacak kimsesi yok, garip bir adamdı. Ben bütün baskı ve tarassuda rağmen ona yardım etmeyi düşündüm, bana ne yapar yapsınlar dedim, umrumda değildi” der.
O gün Bediüzzaman dehasının ambarı dolu, bilgi ve malumat olarak harika bir insandı. Eserlerini dolduracak bütün tipleri ve karakterleri tanımıştı. Olayları, tarihsel tıkanmaları, dini problemleri, siyasi ihtiras ve başarısızlıkları biliyordu. Nasıl etti nasıl düşündü, yazmak için kendine karar verdi. Barla’da ilk kalemi nasıl oynattı, yazdıktan sonra okudu ve ne dedi acaba? Osmanlı imparatorlarının yanlarında dolaşan vakanüvisleri vardı, keşke Bediüzzaman’ın vakanüvistleri olsaydı, ama onun vakalara önem verdiği yoktu. Hayatı ile ilgili, o hakikat nüvisti ve yanında da katibi, Şamlı Hafız Tevfik’ti. Tarihin en büyük eserleri yazılacak müellif hazır, katib hazır, zeka ve zihin, muhayyile hazır, eserlerinin tabiatı hazır, çiçekler, ağaçlar, yemyeşil bir tabiat ona yaz diye hitab ediyordu. Ankara’da yaldızlı kuşe kağıtları natık olmayan nutuklar yazılırken, o hangi kalemle hangi kağıtlara yazıyordu.
Hulusi Bey kendine düşeni büyük bir mehareti kalemiye ile anlatır. “Bu ali memuriyeti ifa eden aziz ve muhterem hocasına ve Hazret-i Kur’an hesabına pek cüzi bir hademelik yaptırılmıştır.” (26)
Pek cüzi bir hademedir. Hulusi Bey, dile hakim bir insandır, kelimeleri ne kadar yerinde kullanır, Allah Bediüzzaman’a böyle harika bir muhatab bulmuştur, onun için “müntehab”dır demesi, böyle bir muhatabın kendisine tarafı ilahiden seçildiğini söylemiş olurlar. Kendisine gösterilen ilgiden mahçuptur. Hicab eder, utanır. “Mürasele ve mülakatta bu babda pek çok büyük iltifatlarınızı gördüğümden mütehassıl hicab sevkiyle ufak bir tasdide bulundum.” (26)
Ne kadar büyük adam gördüysem Allah onlara bir yakın muhatab bulmuş, demek Bediüzzaman böyle bir muhatab arzu etmiş. Daha sonra Zübeyr Abi Hazretleri için de buna yakın bir ifade kullanmıştır, çünkü o da Üstadın büyük mahremlerinden ve hizmetçilerindendi. Hizmetçilik önemli bir vasıftır, Peygamberi Zişanın hizmetçileri kimi havlusunu tutar, kimi nalınlarını taşır, kimi abdest suyunu dökerdiler. Mekke’nin Fethi’nden sonra Kabe’ye girişte iki kölesi ile birlikte girdiler, o anı görmek isterdim. Cenabı Peygamber nasıl duruyordu, köleleri o muhteşem vakada ne haldeydiler, çevresinde ona yıllarca zulmedenler nasıl bakıyorlardı, melekler semada bu sahneyi nasıl seyrediyorlardı? Bütün büyük peygamberler semadan bu sahneye nasıl bakıyorlardı?
Bediüzzaman bu mektuptan önce Hulusi Bey’e iki mektup yazmıştır, bunu Hulusi Bey beyan eder. Bu mektuplarda Bediüzzaman kendinden bir hususa cevap vermesini ister, Hulusi Bey suali “ağır sual” olarak niteler. Cevap vermek için Hulusi Bey “inayet ve kerem-i ilahi ve meded-i ruhaniyat-ı Peygamberiyeye iltica eder.” (26) Sözlerin tenkid edilememesi ve dil uzatılamayışını “eserin sıhhatine yorumlar.” Demek Üstad-ı Muhterem tenkid ve dil uzatma olabilir mi diye onun kanaatini istemektedir.
Müşkül sual ise vazifesinin bitip bitmediği hususundadır. Hulusi Bey, altı madde ile Bediüzzaman’a vazifesinin bitmediğini ikna edici bir şekilde anlatır. Hadisteki emir ve zecr, ulemının susmaması yolundadır; Peygamber örnektir, müddeti hayatında hizmete devam mecburidir; peygamberimize hizmeti hitam erdiğinde bildirildiği gibi kendisine de bildirilecektir; Sözler hakkında tenkid olmaması olmayacağını gerektirmez, tenkidlere kendi cevap vermelidir; kendisi ile rabıta peyda edenlerin sorularına cevap vermelidir; mütenevvi ve Sözlere bile geçmeyen meselelere cevap yine kendi verecektir. Bunlardan dolayı görev bitmemiştir.
(Devam edecek)