Takvim yaprakları 23 Mart 1960'ı gösteriyor.
Urfa aziz bir misafirini ağırlıyor günlerdir.
Kaldığı otelin önü kalabalık. Urfalılar belki görürüz, elini öper, hayır duasını alırız umuduyla bekliyor.
Aslında onlar bunun mümkün olamayacağını düşünüyor ama bir umut işte.
Sağlıklı zamanlarında dahi kalabalıklar onu sıkmıştır. İltifatlardan rahatsız olmuştur. Medh-u senalaran kaçmıştır. Hele el öptürmeyi hiç istememiştir. Şimdi mi buna müsade edecektir?
Ama şaşırtıcı bir durumla karşılaşırlar.
Hizmetinde olan abiler halktan gelen bu talebi reddetseler de durumu Üstad’a ilettiklerinde umulanın aksine “gelsinler” cevabıyla şaşırırlar.
Üstad Urfa’nın Onu sevdiği gibi O da Urfayı sevmiştir.
Hastadır. Hem de çok hasta. Zorlu ve takipli bir yolculuğun ardından Urfa’ya vasıl olmasının ardındaki hikmetler kendince malumdur.
Urfalı artık kendilerinden biri olarak gördüğü, hemşehrileri olarak addettikleri Bediüzzaman için oradadır.
Lâkin zorbalar, zalimler, nurdan ürkenler, imandan kaçanlar son anlarında bile O’na rahat vermemekte kararlıdır.
Git derler… Kalma Peygamber topraklarında. Seni sevenleri bir kez daga üzeceğiz demek isterler.
Oysa bilmezler ki, tohumlar gönüllere, gelecek nesillerin bağrına atılmıştır.
80 yaşındaki hasta bu pir-i faninin kırk kiloluk cüssesinden almak isterler öfkelerini.
Yol boyunca ve tekraren yanındakilere şöyle dediğini bilmezler:
“Evlâtlarım, siz hiç merak etmeyin. Risale-i Nur dinsizlerin, masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir. Siz hiç merak etmeyin. Bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni anlayamadılar. Bunlar beni siyasete bulaştırmak istediler.’
Anlamayanlar…
Anlamak istemeyenler…
Anladıklarını sananlar….
Anladıkları halde istikametten şaşanlar…
Anlayıp bunu kendi çıkarları ve planları için istismar edenler…
Anlayıp istifade edip, O’nun fikir ve görüşlerini kendi kalemlerine malzeme yaparak dünyalık biriktirenler…
Bir de Üstadlarını fisebilillah sevenler. İzinde olanlar. Risale-i Nur düsturları çerçevesinde hem dünyalarını hem ahiretlerini şekillendirmeye çalışanlar.
Dünya mutluluğu adına nimet tatmayan, aile kuramayan, ana-baba-kardeşlerinden ayrı kalan, dost ve akrabalarından kopartılan, gurbet, hasret, esaret, baskı, tecrid gören.
Mahkemelerde, sürgünlerde, hapishanelerde bir ömür tüketen bir serdengeçti, bir iman kahramanı, bir irade, cehd, zühd ve sabır abidesi aziz Üstad, yaşı artık 80'i bulunca, her daim özlemiyle yandığı, ebedi ve asli vatanına göç zamanının geldiğini görmüş olmalı ki Urfaya ve Urfalıların derin sevgisinde son nefesini vermek istemiştir.
Vefatından beş yıl kadar önce latin harfleriyle yazılmış şu dizelerden de anlıyoruz ki Aziz Üstad Urfa'ya vefatını bilerek gitmiştir.
“Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde,
Said’den yetmiş dokuz emvat bâ âsam âleme.
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş”.
Kendisinin yazdığı dipnotta: “Yani Saîd bu tarihe kadar yaşayacak” diye yazmıştır.
Hamd olsun O’nun istikbale dair müjdelerine şahid oldukça ümidimiz ve yakinimiz artmaktadır.
“İstikbalde bir ışık var; bir nur görüyorum” demesi ümidimizi artırmaktadır.
"İslâm uyandı ve uyanıyor" müjde değil de nedir?
"Fen, sanat silâhıyla cehalet ve fakra hücum ediniz" demiştir. Bugün elhamdülillah heykel dikmekten, balo ve eğlencelerden uzaklaşan bir nesil, fen ve teknolojik başarılara imza atmaktadır.
En karanlık zamanda en, en zor dönemlerde, en olmaz demleri yaşayan aziz Üstadım madem ki ümitli o idi. Ve iman Kur’an aşkından asla vazgeçmedi. Bu sebeple iman ve ümid bizim de bizden sonrakilerin de vazgeçilmezi olacaktır.
Evet zor günler yaşanıyor. Amma ümitsiz değiliz.
Aziz Üstadımızın vefat sene-i devriyesinde bize bu ümid ve gayreti aşıladığını unutmadan O’nu rahmetle minnetle yad ediyoruz.