"Hür Adam" filmini işyerinde birlikte çalıştığım bir arkadaşımla beraber seyrettim. Daha doğrusu birlikte seyretme fikri kendisinden gelmişti. Sanırsam bu fikrin nedeni az buçuk Bediüzzaman’ı tanıdığımı bilmesindendi. Anlaşılan filmi benim gözümle de seyretmek istiyordu.
Bediüzzaman’ı sadece ismen bilen arkadaşım film çıkışı bana çok önemli bir hissiyatını anlattı. Anlattığının ne kadar önemli olduğunu gerçi o an anlayamayacaktım ama sonraki günlerde bunu daha iyi anlama fırsatım oldu.
Arkadaşımın bu hissiyatına geçmeden önce, mevzuyla ilgili olduğu için, film ile ilgili bir iki kelam etmek istiyorum.
"Hür Adam" yarı biyografik yarı belgesel tadında bir eser ama film formatında çekilmiş ve daha ziyade Üstadın hayat safhalarını anlatmış. Bu safhalarda Üstadın kainata bakış açısı ve tefekküründen daha çok baskılara karşı 'izzetli duruş'u canlandırılmış. Elbette ki bu 'izzetli duruş'ta Bediüzzaman’ın bakış açısı görülebiliyor. Söylemek istediğim, Bediüzzaman’ın kainatı tefekkür ediş biçimi baskın unsur olarak gösterilmemiş. Zaten süresi kısıtlı bir filmde bu ne kadar gösterilebilirdi, o da ayrı bir konu.
Fakat her şeye rağmen Mehmet Tanrısever beyefendiyi can-ı gönülden tebrik etmek lazım. Filmi seyretmeleri için etrafımızdakileri de elimizden geldiğince teşvik etmek gerekiyor.
Bu teşvikin sebebi, bu filmi seyrederek sözüm ona Mehmet Tanrısever'i desteklemek değil.
'Piyasada bizim gibi düşünenlere ait bir film de yer alsın' adına desteklemek hiç değil.
Nedeni bu filmin Bediüzzaman’ı tanıma adına ilk başta sözünü ettiğim arkadaşımın üzerindeki etkileri.
Henüz salondan yeni çıkmıştık ki, arkadaşıma film hakkındaki kanaatini sormak istedim. Ben sormadan kendisi söyledi. Filmi genel olarak beğendiğini fakat özellikle bir sahnenin kendisini çok ama çok etkilediğini söyledi.
"Dur söyleme ben tahmin edeyim" dedim.
"Bediüzzaman’ın Rus kumandanına karşı ölümü göze alarak ayağa kalkmadığı sahne mi?” dedim heyecanla.
"Hayır " dedi.
"Peki, o halde, sarığı çıkarması söylenince Bediüzzaman’ın "Bu baş bu sarıkla beraber çıkar" sözünü söylediği sahne mi?” diye sordum kendimden emin bir şekilde.
Yine "Hayır" dedi.
Arkadaşım, bu haşmetli sahnelerden daha çok, nefsin hiç payı olmayan, Bediüzzaman’ın yemeğini farelerle paylaştığı sahneden etkilenmişti.
O an bunu çok da anlamlı bulmamıştım.
Sonraki haftalarda sohbet konusu değilken o arkadaşım bir anda yine o sahneden bahsetti ve Bediüzzaman’ın o davranışını unutamadığını söyledi. Dikkat ettim, samimiydi ve gerçekten etkilenmişti.
Sanırsam arkadaşım bu film ile Bediüzzaman’ın şahsında çok önemli bir şeyi hissetmişti. Nur meşrebinin dört esasından birisi olan şefkat mesleği idi bu. Üstadın bu derecedeki şefkati onu sarmıştı işte. İsmi Zahiddin olan arkadaşımı bu engin şefkat kendine çekmişti.
Mehmet Tanrısever o sahne ile arkadaşımı Üstad namına avlamıştı. Manen de olsa ismi ile müsemma olan Zahiddin arkadaşım, zahidane ve yoksul yaşantısına rağmen Bediüzzaman’ın bu kertedeki şefkatini çok yoğun ve çok insani bulmuştu.
Zahiddin'in ruhu Nur mesleğinin dört esasından biri olan şefkatin derin anlamını Üstadın şahsında görmüş ve bu şefkat dikkatini celbetmişti. Kendisi de çok muhtaç olmasına rağmen Bediüzzaman’ın yemeğini o hayvancıklarla paylaşmasını Zahiddin'in ruhu takdir etmişti.
Film herşeyi ile takdire şayan fakat gönül isterdi ki, keşke, şefkat ile birlikte Üstadın tefekkür mesleği de bir nebze anlatabilseydi. Kimbilir belki o zaman Zahiddin ve onun gibilere Nur mesleği daha kolay anlatılabilirdi.
Sinemacı değilim fakat hayal edebiliyorum.
Ve Bediüzzaman’ın tefekkürünü sinema diliyle hayal etmek istiyorum.
Bediüzzaman’ın kainata ve insanlara çok derin ve farklı bir bakış açısı var.
Misalen, Eskişehir hapsindeyken Bediüzzaman, hapishane penceresinden bir bayram günü okulun bahçesinde raks eden kızları görerek onların bu durumuna ağlayabiliyor. Böylesi ince ve şefkatli bir ruha sahipti Bediüzzaman. Normalde öylesi bir görüntüden insanlar göz yaşı dökmezler ama Bediüzzaman farklı bir gözlük ile bakıyor ve o rakseden kızların elli altmış yıl sonraki görüntülerine nazar ederek şefkati galeyana geliyordu.
Bu bakış açısı sinema dilinin görselliği ile canlandırılabilirdi. O raks eden kızlar bilgisayar marifetiyle aniden değişim geçirerek ihtiyarlatılabilirdi mesela.
Bediüzzaman’ın diğer bir bakış açısına misal olarak ise, "Ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar!" sözü üzerine düşünülebilir ve bu sözün görsel anlatımı çekilebilirdi.
Ve yine Üstadın bir çiçeğe bakışındaki derinlik anlatılabilir ve o çiçeğin kime işaret ettiği türünden manalar zengin ve rengin bir anlatımla görselleştirilebilirdi.
Veya ölümü tefekkür ederken Üstadın, "ey rabbi rahimim" ve ey haliki kerimim!!" "küllü atin garibun" sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim" sözü ile yaptığı tefekkür üzerine de mükemmel bir sahne çekimi yapılabilirdi belki.
Dedim ya, hayal edebiliyorum.