Oh! Oh! ne ala biz de artık tüketim toplumu olduk. (!) Artık sevinebiliriz. Hatta caka bile satabiliriz.
Geri kalmış ülkelerin gözü önünde, onlar için kısıtlı tüketim malzemelerini saçıp savurabiliriz. Hiç de sıkılmadan çekinmeden.
Zira gelir düzeyimiz yükseldi, kişi başına düşen gelirimiz 10 bin doların üzerine çıktı.
Madem tüketim toplumu olmak çağdaş olmanın alameti sayılıyor. Madem medeni olmak tüketim toplumu olmaktan geçiyor. O halde neden çekinelim ki, yiyelim, içelim, gezelim tozalım savıp savuralım. (!)
Aslında yakınmaya gerek yok, zaten öyleyiz. Teşvike de gerek yok nefis ve şeytan kesintisiz mesai yaparken bir kısım arkadaşlarımız da bu konuda hatırı sayılır nasihatleri yapmakta geri kalmıyor.
Örneğin “Hür Adam” filmi altı ay gibi uzun denecek bir süre ve bin kişilik bir ekipmanla çalışıldığı halde üretilmişti. Oysa vizyona girdikten kısa (bir ay gibi) bir süre sonra unutulup gitti. Sanki bir ay önce o fırtına yaşanmamış Türkiye “Hür Adam’ı” tartışmamış, bir milyona yakın insan izlememiş gibi…
Mesela bu günlerde “40 gün kırk gece alışveriş çılgınlığı” yapıyor İstanbullular. Bir firma öyle planlamış, İstanbulluların çılgınca, savurganca alışveriş yapmasını arzu etmiş ve bunun için özel bir mekan ve özel bir alışveriş merkezi kurmuş, marka mallarda yüzde 30’a varan indirimler de yaparak halka arz etmiş.
Sonuca bakıyoruz, halk bu durumdan çok memnun, bunu planlayan esnaf da memnun. Spiker mikrofonu vatandaşa uzatıyor. Vatandaş; “bir listem yok gezip bakacağım hoşuma giden bir şey olursa alacağım” diyor. Yani aslında bir şeye ihtiyacı yok ama yapılan propagandanın etkisinde kalmış ve kalkmış gelmiş.
Zengin olmak gelir düzeyini yükseltmek ve modern insanlar gibi marka giymek ve marka arabalara binmek güzel de… Duyarsız olmak güzel değil…
Medeni olmak duyarsız olmayı mı gerektiriyor? Çağdaş olmak, gününü gün etmek, gemisini kurtaran kaptan edasında olmak mıdır?
Bir giydiğini bir daha gitmemek, yediğin önünde yemediğin arkanda yaşamak mıdır?
Aslında Türk insanı her ne kadar tüketim toplumu gibi görünse de gerçekte kalbindeki iman buna engeldir. İlahi emirler bu çılgınlığı engelliyor diye düşünüyorum.
Yani, gelişmelere bakıyorum da bu konuda hayli ümitliyim.
Tüketim toplumu olmanın bazı dezavantajları olsa da geri kalmış toplumlara yardımcı olmak açısından hayli önem arz ediyor.
Oysa bakıyorum da birçok Avrupa ülkesinin öyle olmadığını görebiliyorum. Geri kalmış İslam ülkelerine yardım eder gibi davranarak elinde avucunda ne var ne yok alıp götürüyor. Libya’ya yapılanlar bunun en güzel örneği…
Oysa Türk toplumunun öyle olmadığını/olamayacağını düşünüyorum. İmanlı esnafın kazanç elde ederken İslami ve vicdani kriterlere dikkat edeceklerine inanıyorum. Bu husus yüzde yüz olur demiyorum. Ama kıyaslandığında hayli ileri seviyede olacağını söylemek kehanet olmaz.
Yardım hususunda zekât ve sadaka müessesesine inanmış olduğundan illa ki, bir şekilde fakir toplumların yardımına koşacaktır.
O nedenle tüketim toplumu olduk diye üzülürken bir yandan da seviniyorum. Zira inanıyorum ki, bu millet ancak “maddeten terakki” ile bazı şeyleri gerçekleştirebilecektir.
İslam dünyası, birlik ve beraberliği, dayanışmayı hür ve demokratik bir toplum haline gelmeyi sağlayabilmesinin en önemli faktörlerinden biri olan zenginliği tabana yayarak geliştirmesi gerekmektedir.
Geçmiş, geleceğin de aynasıdır. Bu millet geçmişte geri kalmış mazlum toplumlara her zaman kol kanat germiştir. İnşallah bu geleneğini terk etmeyecek ve gelecekte de buna devam edecektir.
Semavi ve arzi afetlerden sonra yapılan yardımlar bunun en güzel göstergesidir. Artarak devam edeceğini düşünüyor ve inanıyorum.