Bilenler zaten artık yeterince bilmekte ya; bu vesileyle henüz bilmeyenler için bir kez daha altını çizerek belirtmiş olayım:
Ben, kesinlikle "tarafsız" bir sinema yazarı değilim. Hiç bir zaman da olmadım ve bundan sonra da olmayacağım.
Tıpkı Çin malı dandik oyuncaklar gibi, tırnakla hafiften bir kazıyınca dış cephesindeki boyaları kolayca dökülüveren, fakat kâğıt üzerinde de bir hayli afili duran bu ucuz ve içi boş sıfatı, çok uzun zaman öncesinde onu böbürlenmeyle kullanacaklara bıraktım ve kendi mesleğimdeki safımı gönül rahatlığıyla seçtim.
Bizim sinema sayfamız, bazen ideolojik bir yakınlığın ve ondan doğan kalbî bir muhabbetin yansımasıyla; fakat çoğu kez de ideolojisine, mezhebine ve meşrebine bakmaksızın, sinema sektörünün koridorlarını yeni yeni adımlamaya başlamış ya da tam aksine -sektörün aslî simâlarından biri olmasına rağmen- varlığı hâlâ kabûllenilememiş, inatla başı ezilmeye çalışılan her kim varsa, benzer ödünsüzlükteki bir yaklaşımla bu konumdaki sanatçıların hepsinin has dostu olmuştur. Anılan kapsamda Mehmet Tanrısever ile Mahsun Kırmızıgül arasında -zahiren birbirlerinden çok uzak iki sinemacı gibi görünmelerine karşılık- hiç bir ayrım gözetmiyorum meselâ... Aynen, yılların "Beyaz Sinema" ustası Mesut Uçakan ile henüz ilk filmini yapmayı deneyen genç bir kısa filmci arasında herhangi bir ayrım gözetmediğim gibi...
Bizim meslekî hareket tarzımız budur ve doğrudan doğruyaKur'an'dan, yanı sıra daPeygamber'in mazlumlar, sahipsizler ve yalnızlar karşısında izlediği tutumdan beslenmektedir. Pozitif ayrımcılığa ihtiyaç bulunan hiç bir yerde palavradan bir hümanizmle "eşitlik"ten söz edilemez. Hakkâri'deki bir devlet lisesinden mezun olmuş çocukla Galatasaray Lisesi mezunu bir çocuğu üniversite sınavında mutlak bir eşitlik içinde yarıştırdığınızda olacaklar ta en başından bellidir. Galatasaraylı çocuğu bir sonraki adımdaParis-Sorbonne'a, Hakkârili çocuğu da eline Kaleşnikof verip dağlaragönderirsiniz!
O yüzden, sektörün yarı-tanrı konumuna yükseltilmiş ne kadar "Beyaz Türk" ve "Beyaz Kürt" kanaat önderi varsa onlarla var gücümüzle çarpışmaya, toplumuna iyice yabancılaşmış bu elitistlerin habire "tu kaka"ettiği kim varsa onlara soframızı açmaya devam edeceğiz evvel Allah...
"Hür Adam"ın kitlelere tanıtımına da geçen yaz aylarından beri bu kapsamda çok emek verdim ve filme elimden geldiğince sahip çıktım. "Karşı mahalle"deki ulemanın, her türlü sinemasal artısı ve eksisini bir kenara bırakalım, salt yapım cesaretiyle bile Türk sinema tarihinde uzun yıllar boyunca sarsılmaz bir anlam ifade edecek olan bu filme yönelik aşağılamaları, benim açımdan gayet bilindik ve beklendik durumlardı. Fakat,(artık böyle bir şey kaldı mı, onu da hiç bilemiyorum ya) "bizim mahalle"den aklı daha da karışık bazı artistlerin bu filme yönelik kör nefretini çözümleyebilmek için, hiç kuşkusuz ki sinemanın dışına taşıppsikiyatri bilimine falan başvurmak gerekiyor.
Batılı felsefeciler böyledir... Şöyle hafiften bir göz atayım diye girersin içlerine; yeterli imânın ve iraden yoksa seni yavaş yavaş manyak ederler. Ölene kadar da çıkamazsın onların hastalıklı felsefelerinin arasından...
"Hür Adam", görece dar bütçeli bir prodüksiyonun irili ufaklı kimi handikaplarını içermesine rağmen, zihinlerdeki prangaları kırmak gibi benzersiz bir misyon üstlenmiş çok önemli bir projeydi ve neresinden bakarsanız bakın 2010-2011 sezonuna büyük bir renk; aynı zamanda da çok önemli bir ticarî hareketlilik getirdi. Film, resmî rakamlara göre 14 hafta gösterimde kaldı ve yurt içinde toplam 950 bin 364 kişi tarafından izlendi.
Hemen belirteyim ki bu kesinlikle gerçekleri yansıtmayan bir rakamdır; gerçek izleyici sayısı bunun en azından yüzde 30-40 daha fazlasıdır.
"Hür Adam"ı çekme kararıyla ağır bir ticarî risk üstlenen ve sonuçta da müthiş bir iş başaran "Hacı Fellini" lâkaplı Mehmet Tanrıseverağabeyimiz, filmin ülke içindeki gösterim turları devam ederken Anadolu'nun dört bir köşesinde gerçekleştirilen "toplu izleme rezervasyonları"nedeniyle yüz binlerce bilet tutarında kazıklanmıştır. Fakat, bu durumun sebebi filmin dağıtımını yapan Özen Film de değildir; doğrudan doğruyafilmi gösteren sinemaların yöneticileridir.
Büyük kentlerde, dev alışveriş merkezlerinin içine faaliyet gösteren çok salonlu modern sinemaların bilet kesme işini otomatize ettiğini ve bu noktada(yoğun mâliye denetimlerinin de etkisiyle) saygı duyulası bir ciddiyetle çalıştığını hepimiz biliyoruz. Fakat, taşra kentlerinde ise bu bilet kesme işi"saldım çayıra, mevlâm kayıra" mantığıyla yürümekte, bina olarak müstakil ve daha bir babadan kalma kafalarla yönetilen bir çok Anadolu sineması kapı girişlerinde izleyicilerine çoğu kez hiç bilet vermemekte, yalnızca koltuk numarası içeren ve herhangi bir mâlî geçerliliği bulunmayan birer kâğıt parçası uzatmakta, bazen de günün yarısı boyunca "kesilmiş bilet kutusu"nda biriktirdiği eski biletleri öğleden sonra ikinci bir tur olarak izleyiciye yeniden satmaktadır.
"Hür Adam"ın gerçek izleyici sayısındaki vahim sapma, Anadolu kentlerindeki bu geleneksel uygulamanın yanı sıra, kendi özel "mütedeyyin izleyici" profilinden kaynaklanan bir başka soruna daha bağlı olarak gelişti ki o da "toplu rezervasyon olayı"dır. Ülkenin dört bir kentindeki binlerce insan, bağlı bulundukları arkadaş topluluğunun, derneğin, vakfın, tarikatın ya da cemaatin üyeleri nâmına sinema salonlarına gidip, bu salonların yetkililerine "Bizler, hanımlarımızla, kardeşlerimizle, çocuklarımızla birlikte salonunuzu bir ya da iki seanslığına tamamen kapatmak ve 'Hür Adam'ı aramızda hiç yabancı müşteri olmadan izlemek istiyoruz. Bize ne gibi bir kolaylık sağlarsınız" dediler ve uyanık sinema müdürleri de "Filmin normal bileti 10-12 lira, fakat topluca izleyeceğiniz o seanslar için bizden kişi adedince bilet kesmemizi istemezseniz, size özel indirimli 7 buçuk lira olur" gibi öneriler sundular. İnsanlar da alt alta toplanınca ciddi bir indirim sağlayan bu tür teklifleri, aslında Feza Filmnezdinde nasıl bir "kul hakkı ihlâli"ne yol açtıklarını düşün(e)meden kabul ettiler. Sonuçta, Anadolu'nun her köşesinde 14 hafta boyunca bazı insanlar"Hür Adam"ın gösterildiği salonları tıka basa doldurmuş oldu; fakat bu izleyiciler ne sayı, ne de hasılat olarak kayıtlara kesinlikle geçmediler. Böyle özel rezervasyonlardan para kazanan tek adres de o sinemaların işletmecileri oldu.
Bu son derece can sıkıcı, fakat aynı oranda da gerçek bir bilgidir.
Ha, benim sektörel tahminimi soruyorsanız, yarattığı yankılara, çevremdeki gözlemlerime ve bugüne kadarki deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki"Hür Adam" gerçekte yurt içinde ve dışında toplam 2 milyona yakın insan tarafından izlenmiştir. Fakat, bu gelirin en fazla yüzde 60'ı yapımcı firmanın kasasına girebildi.
Popüler filmlerin gerçek gişe rakamlarının bir türlü elde edilememesi olayını, geçen ay yeni kitapları nedeniyle bir araya geldiğimiz yapımcı-yönetmenMahsun Kırmızıgül de doğruluyor ve bunun biraz olsun önünü alabilmek için Anadolu'nun çeşitli kentlerinde rastgele seanslara sıradan izleyici gibi gidip bilet kesilip kesilmediğini denetleyen fahrî gözlemciler oluşturduğunu anlatıyordu. Hacı ağabeye bir kez daha sevgilerimi gönderip selam ederken, mâlûm konuda gelecek filminde çok daha etkili bir denetim mekanizması kurması gerektiğini de dostça hatırlatıyorum.
Bu sevimsiz bilgiyi okurlarla böylece paylaştıktan sonra, gelelim son zamanlarda aynı filmin çevresinde yaşanan olumlu gelişmelere...
Bazı yüksek sinema allamelerinin "yeryüzünde şimdiye kadar çekilmiş en kötü Bediüzzaman filmi"muamelesi yapmaya kalkıştıkları "sinema tarihinin ilk Bediüzzaman filmi" için, geçtiğimiz ayın son günlerinde, filmin başrol oyuncusu sevgili Mürşit Ağa Bağ ile birlikte Bursa'daydık.Bursa Bediüzzaman Platformu'nun davetlisi olarak gittiğimiz kentte, 23-27 Mart tarihleri arasında düzenlenen "Bediüzzaman Haftası'nın son iki gününde oldukça güzel vakit geçirdik. Hem o, hem de ben sevenlerimizle tanışıp hâlleştik; bu arada memleketteki muhtelif Nur ekollerinin aralarındaki teferruata ilişkin bütün ayrılık gayrılıkları -ilk kez- bir kenara itip tam bir güç birliği içinde düzenledikleri bu büyük kültür etkinliğinde "Hür Adam"a emeği geçen iki değerli dostuma da birer ödül takdim edildi. Bunlardan ilki, filmin yapımcısı, yönetmeni ve eş senaristi Mehmet Tanrısever'di. İkincisi de benim medya davetlileri kontenjanından katılıp kendisine eşlik ettiğim sevgiliMürşit Ağa Bağ... Bağ, Bursa Büyükşehir Belediyesi-Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'ni hıncahınç dolduran seçkin bir kitlenin alkışları arasında, adını Türk sinema tarihine altın harflerle yazdıran bu role ilişkin ilk ödülünü alırken hepimiz oldukça duygusal anlar yaşadık.
Ve daha bu ödülün coşkusu belleğimizde, tadı damaklarımızdayken, mutluluk verici ikinci bir haber de "Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Ödülleri"nden geldi. Kısa sayılabilecek tarihçesine karşın geride bıraktığımız 15 yılda -özellikle objektif yaklaşımlarıyla- ülkemizin hem tiyatro hem de sinema alanındaki en prestijli değerlendirmelerinden birine dönüşen Sadri Alışık Ödülleri'nin bu yıl 16'ncısı düzenleniyor. Dahası, ödül töreni de yarın akşam(25 Nisan Pazartesi) saat 20.30'dan itibaren İstanbul-Beşiktaş Belediyesi'nin Akatlar'daki Mustafa Kemâl Kültür Merkezi'nde; merkezinAtilla İlhan Salonu'nda gerçekleştirilecek.
"Ulusalcı Sol'un kurtarılmış bölgesi" olarak bilinen bu belediye ve bu salonda Bediüzzaman'ın adının çevresinde ne gibi bir hayırlı etkinlik düzenlenebilir diye soranlar için, daha fazla meraklandırmadan müjdeyi vereyim:
"Hür Adam"ın başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ, 16'ncı Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Ödülleri'nde, Türk sinemasının 2010-2011sezonundaki en başarılı üç erkek oyuncusundan biri olarak ön elemeyi geçerek finale kaldı. Rakipleri ise "Av Mevsimi"ndeki performansıyla Cem Yılmaz ve "Çakal"daki performansıyla İsmail Hacıoğlu... Bu üç değerli aktörden biri, yarın akşam "yılın en iyi erkek oyuncusu" ödülünü objektiflerin önünde havaya kaldıracaklar.
Sonuç her ne olursa olsun -ki benim açımdan bundan sonrasının o kadar da büyük bir önemi yok-, asıl önemli ve değerli olan, Türkiye'de uzun yıllar sonra ilk kez bir sinema jürisinin "öteki"ni görmüş olmasıdır. Hele de bu ön elemeyi yapıp Mürşit Ağa Bağ'ı son 3'e bırakan jürideki adlara bir göz atarsanız, bunun aslında ödülü kazanmak kadar güzel bir başarı olduğunu sizler de fark edeceksiniz:
Atillâ Dorsay (Jüri başkanı-Sinema yazarı), Çolpan İlhan (Tiyatro ve sinema oyuncusu -Rahmetli Sadri Alışık'ın eşi), Halil Ergün (Tiyatro ve sinema oyuncusu), Ömür Gedik (Hürriyet gazetesi sinema yazarı), Burak Göral (Posta gazetesi sinema yazarı), Fehmi Yaşar (Senarist ve yönetmen), Yavuz Bingöl (Sinema oyuncusu-Müzisyen).
"Hür Adam"ın onca dişli rakip arasından bu listeye girmesinin ardında sevgiliAtillâ Dorsay ustanın hakkaniyetli duruşunun ne denli büyük rol oynadığını iyi biliyorum. Fakat, başta meslektaşım Ömür Gedik olmak üzere, "Hür Adam"ı başından beri çok önemseyen ve belli ölçüde beğendiğini(meslektaşlarından hiç korkmadan!) ifade edebilen diğer jüri üyelerinin de böylesine şık bir finale erişilmesinde yadsınamaz katkıları var elbette...
Dorsay gibi görmüş geçirmiş sektör insanları, "Ülke sinemasına yaptığı bunca katkılardan sonra, Mahsun Kırmızıgül'e ayıp ediyorsunuz. Olağanüstü görüntü yönetimleri ortaya koyduğu ve senfonik müziklerle bezediği filmlerini hiç olmazsa teknik dallarda aday göstermelisiniz. Adamı ve sinemasını bütünüyle yok sayan bu tavrınız hiç yakışık almıyor" dediğinde, "Sen kenara çekil ve bize karışma Üstad, bu artık onunla aramızda kanlı bir savaştır" mealinde sözler sarfeden kösele suratlı tiplerin oluşturduğu değerlendirme kurullarına göre ne kadar da dengeli ve ağırbaşlı bir jüri bu...
Dediğim gibi, Mürşit Ağa Bağ'ın bu noktadan sonra kendi kategorisindeki diğer iki adayın arasından sıyrılıp bitiş çizgisindeki ipi göğüsleyen şanslı kişi olup olmamasının çok da fazla bir önemi yok. Tıpkı, adını taşıdığı büyük sinema ve tiyatro ustası Sadri Alışık gibi halk sanatını, halka yakın duran oyunu ve oyunculuğu ciddiye alan böylesine yüksek prestijli bir yarışmada, tören akşamı o koltuklardan birinde bu sanatçı dostumuzu "Hür Adam"a verdiği bir yıllık zorlu emeklerden sonra finalist olarak otururken görmek benim için yeterlidir. Siz de bu anlamlı zaferin tadını çıkartın ve kolay kolay şaşmayan adaleti, müthiş sinema sevgisi ve emeğe saygısıyla Dorsayhocaya kalplerinizden samimi bir selam gönderin.
Ben, ilk piyasaya çıktığında insanları allak bullak ettiği için daha henüz Türk sinema tarihi içindeki anlam ve önemi yerli yerine oturtulamamış olan "Hür Adam"ın önümüzdeki aylarda daha başka festivallerde de yepyeni ödülleri kucaklayacağına inanmaktayım.
Mehmet Tanrısever ağabeyimi, başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ'ı ve filmin bütün yapım ekibini, sessiz ve derinden gelen bu başarıları için bir kez daha gönülden kutluyor, sözlerimi rahmetli aktör Sadri Alışık'ın 1965 yapımı"Şakayla Karışık" filmindeki o unutulmaz cümleleriyle noktalıyorum:
"Bu da mı gol değil! Adaletine, insanlığına kurban olayım hâkim bey, bu da mı gol değil!"
Ali Murat Güven-Yeni Şafak