Said Nursi’nin hayatını konu alan ‘Hür Adam’ filmi, daha gösterime girmeden hayli geniş bir tartışma başlattı. Dün kaldığımız yerden devam edelim. Filmle başlayacak tartışmanın bizi çok ciddi bir sürecin eşiğine taşıyacağı, hatta cesur hesaplaşmaların bizi beklediği öngörüsünde bulunmuştuk.
Öncelikle Üstad’la Mustafa Kemal arasında nasıl bir diyalog/tartışma/müzakere/ olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bunları belge ya da metinler üzerinden aydınlatmak sanıldığı kadar kolay değil. Çünkü bir tarafta metinler, konuşmalar, kitaplar var. Diğer yanda ise ciddi bir suskunluk. Bu nedenle de daha çok ikinci dereceden anlatımlar ya da sonuçlar üzerinden bir anlama çabası bekliyor bizi.
***
Daha önce bu tartışmalar gündeme geldiğinde ‘Bediüzzaman’la Barışmak’ başlığı altında şu soruları yöneltmiştim:
‘Acaba Risale-i Nur’un çok sayıda yayınevi tarafından yüzbinlere varan tirajlarla yayınlanması, hakkında kitaplar, makaleler yazılması ya da sempozyumlar düzenlenmesi; kendisiyle ilgili ‘yasaklı’ algısının tümüyle ortadan kalktığı anlamına geliyor mu?
Talebeleri, onunla gönül bağı olan insanlar ve kendilerini bir şekilde Üstad’ın takipçisi sayanlar alınmasın. Ama bırakın devlet nezdinde varlığını sürdüren ‘yok sayma’ eğilimini; acaba Üstad’ı baş tacı ettiğini söyleyenler onun hayatı üzerinden cesur bir tartışma ve muhasebeye hazır mı? ’ (30 Kasım 2009, Star)
Bugün ortada bir sinema filmi var ve her durumda tartışmayı daha farklı bir aşamaya tartışacak bir etkiye sahip.
Hatırlayanlar olacaktır. Ertuğrul Özkök, 29 Kasım 2009’daki ‘G18’de Bediüzzaman Oturuyor’ yazısıyla ilginç bir yaklaşımda bulunmuştu. Özkök, Üstad’ın sinemaya olan ilgisini yeni keşfettiğini aktarırken, onunla bir sinema salonunda karşılaşmayı anlatan kurgusal bir yazı yazmıştı.
Şimdi sinemanın diliyle sadece
Üstad’ın hayatını değil, yakın tarihi sorguluyoruz.
***
Bugüne dair meraklarıma gelince.
Mustafa Kemal ve Said Nursi arasında yaşananlar, bir tarafın iktidarını pekiştirmesiyle, diğerinin ise uzun yıllar münzevi bir hayatı tercih etmesiyle sonuçlandı. Bugün Üstad’ın takipçisi olduğunu söyleyenler ne düşünüyor bilemem. Acaba onun 1925’ten sonraki hayatının zorlukları, yaşadığı sürgünler, uğradığı takibatlar, mahkemeler ve bütün bunlara rağmen duruşunu koruyan hayat hikayesiyle mi; yoksa yeri geldiğinde Meşrutiyet’e, İttihatçılar’a (kısmen de olsa) destek veren, Ankara’daki iktidar mücadelesinde görüşlerini çekinmeden ifade eden yanıyla mı ilgiliyiz?
Dahası, bugün hangi güç ve iktidar mücadelesi üzerinden o dönemin çatışmalarını konuşuyoruz? Bugün ‘yeni’ bir Türkiye’nin, hatta ‘yeni’ bir cumhuriyetin eşiğinde, hangi güç dengeleri üzerinden o dönemi ele alıyoruz?
Bunları soğukkanlı biçimde konuşmak için ‘Hür Adam’la başlayan tartışma iyi bir fırsat. Bakalım nasıl değerlendireceğiz.
***
Bu arada, dünkü yazıda ‘Mebuslara Beyanname’ adlı metni, Üstad’ın Meclis’teki konuşması gibi aktarmışım. Habertürk’ten Güntay Şimşek’in uyarısı üzerine bunu düzeltiyorum. Bu metin Tarihçe-i Hayat’ta Üstad’ın şu notuyla aktarılıyor: ‘Bu parça mebuslara, umum kumandanlarına ve ulemalarına okutturmakla Reisicumhur ile şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verdi. Fakat biz o münakaşada galip olduk, o sustu.’
Ayrıca Güntay Şimşek’in Said Nursi’nin Atatürk’e yazdığı mektupla, Tarihçe-i Hayat’ta yayınlanan metin arasında da her şeyden önce şu önemli fark var. Mektupta Mustafa Kemal’e hitaben yazılan kısımlar, beyannamede yer almıyor. Bunu da Şimşek’in hakkını ve emeğini teslim etmek için vurgulamak gerekiyor.
Star