Hür Adam'a hüngür güngür ağlayabilmek

Filmin sonlarına doğru ayrılık vaktinin geldiğini anlayan yanımdaki kır saçlı amca içinde biriktirdiği gözyaşlarını rahatça salıveriyor ve hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.

Seyid Çolak'ın yazısı

Sinemada film seyrediyorsunuz ve bu filmin en güzel sahnelerinden birinde yanınızdaki kişinin hüngür hüngür ağladığına şahit oluyorsunuz. Ne hissederdiniz? Filmin en can alıcı sahnesini tam anlayamadığınız diye kızar mısınız? Yoksa sizin anlayamadığınız şeyleri doyasıya yaşadığı için o kişiye ortak olamadığınız için gıpta mı ederdiniz? Ben iki ruh halini de derin bir şekilde Hür Adam filminde yaşadım. Nasıl mı? Yazının ilerleyen satırlarında bu konuyu fazlasıyla açacağım. Lakin daha önce Said Nursî'nin yaşamını merak ettiren unsuru ve Hür Adam filmini neden dört gözle beklediğimi açıklayayım.
Gizemli CD'den çıkan hakaretler

Soğuk bir kış günüydü. Nerede yürüdüğümü hatırlayamadığım bir yerde elime tutuşturulan CD ile kendime geldim. Yüzünü seçemediğim daha doğrusu görmeme fırsat vermeyen birisi elime CD'yi tutuşturmuş ve hemencecik uzaklaşmıştı. "Kardeşim bu neyin nesi" demeye de fırsat bulamamıştım. Bir CD'ye baktım, bir de adama. Merakım ağır bastı ve gizemli CD ile birlikte evin yolunu tuttum. Bir süre sonra yanımdan geçen tanımadığım iki kişide de aynı CD'den olduğunu fark ettim. Demek ki sadece bana verilen bir CD değildi. Eve varır varmaz açtığım CD propaganda amaçlı yapılmıştı ve Said Nursi'yle beraber birkaç kişiyi baz alıyordu. Sürekli hakaret ve suçlamalarla dolu görüntülere, tok sesli bir adam eşlik ediyor, ekranda da iri iri puntolu yazılar görüntülerle beraber akıp gidiyordu. Suçlamaların ve hakaretlerin dayanılmaz boyuta geldiğini ve görüntülerin de kendini tekrarladığını fark edince CD'yi çıkarıp birkaç parçaya böldüm. Said Nursi'yi çok tanımasam da İslam'a hizmet etmiş birine bu denli hakaret edilmesi de fazlaca can sıkıyordu. CD meselesinden birkaç hafta sonra Said Nursi'nin filminin vizyona gireceğini duymak beni şaşırttı. Birileri onun aleyhine çalışırken bazıları da onu daha iyi tanıtmak ve insanlığa daha iyi aktarmak için filmini yapıyordu.
Olduğu gibi anlatabilmek

Bu olayların akabinde böyle bir filmin hazırlanması iyi bir tevafuk olsa gerek diye düşündüm. Bir yanda elime geçirilen bir CD öbür yanda iyice araştırılmış ve fazlasıyla emek verilmiş bir film. Daha önceden Mehmet Tanrısever'in filmine fazlaca güvenmesi ve 'Sürgün' filmindeki yönetmenlik deneyimini az çok bildiğimden filme daha bir istekli gittim. Önümde koskoca 163 dakika vardı ve her dakikasını doyasıya yaşamak istiyordum. Gerine gerine kaliteli bir yakın dönem Türk filmi seyretmek, beyaz perde de pek de duymaya alışkın olmadığımız cümleleri duymak ve birilerinin pek de dillendiremediği yakın tarihte atalarımızın yaşadığı zorlukları yerinde görmek istiyordum. Nasıl ki Hollywood asırlar öncesini kaliteli bir şekilde seyirciye sunabiliyorsa, Türk filmlerinin de yakın tarihimizi layıkıyla anlatabileceğine inanıyordum. Özellikle de gerçekleri saklamadan, çarpıtmadan ve işine geldiği gibi yorumlamadan.
Sinema ve Said Nursi

Film başladığından itibaren bir kulağım yanımdaki kır saçlı amcada, diğer kulağım da filmdeydi. Film Said Nursi'nin sanat ve sinema üzerine söylediği muhteşem sözüyle açılıyor. Merak edenler filme gidince görebilecektir. Daha sonra bir çınar yaprağını takip ederek 10 yaşlarındaki Said Nursi'yi Kur'an-ı Kerim okurken buluyoruz. Filmin hemen başında yaşanan ay tutulması ve yanardağ patlaması filme bir başka hava katıyor. Çünkü her iki sahne de kaliteli bir şekilde kotarılmış ve uzatılmadan layıkıyla seyirciye sunulmuştu. Umutlu bir şekilde film seyrederken yanımdaki amcanın 10 yaşlarındaki Said Nursi'yi her görüşünde kendi oğlunu oracıkta seviyormuşçasına, "Ah canım... kurban olduğum... hay Yaradanına kurban..." diye mırıldanması güzel dakikaların yaşanacağını da işaret ediyordu. Daha önce böyle bir etkilenmeyle karşılaşmamıştım (hüznü bol annemin beyaz perdede her ağlayan oyuncuya eşlik etmesi hariç)
Sarığın üzerine kep

Said Nursi'nin gençlik yıllarına gelindiğinde ise onu Kurtuluş Savaşı'nda ülkesi için çarpışan, çevresindekileri bu savaş için yüreklendiren, onlara önderlik eden bir kahraman olarak görüyoruz. Bir süre sonra askerleriyle beraber Ruslara esir düşen Said Nursi askerlerin arasından çabuk sivriliyor ve Rus komutanı için ayağa kakmayı reddediyor. Komutanın tüm uyarılarına rağmen ayağa kalkmayan Said Nursi elindeki çubukla hayalindeki okulun planını çiziyordur. Aldığı ölüm cezasından da samimiyeti sayesinde kurtulan Said Nursi tekrar memleketi için çalışmalara başlar. Bir süre sonra yeni bir devlet kurulur ve yeni Cumhuriyetin inkılâpları olmaya başlar. Çünkü; Türk halkının yeni devletle beraber yeni bir çehreye bürünmesi gerekiyordur. Her şey çağdaşlık içindi ve bunun içinde din olgusuna pek yer verilmiyordu. İlk olarak (şimdilerin yobazlığın sembolü olarak gördüğü) peygamber sünneti olan sarık çıkartılıp yerine kep takılıyor, cephede savaşan kara çarşaflılar da bir anda çağdışı oluveriyordu. Bu kirli (!) görüntülerden dayatmacı üsluplarla kurtulmayı hedefleyen yeni cumhuriyetin ileri gelenleri zaman zaman da trajikomik durumlarla karşılaşıyordu. Mesela; kepin zorunlu olduğu söylenen bir amcamız, başındaki sarığın üzerine kepi koyacak kadar temiz kalpli davranıyordu. Onların isteklerini harfiyen yerine getiriyor ama fazlaca kanıksadığı sarığını da çıkaramıyordu. Bunlar film boyunca karşılaştığımız, zaman zaman gülümseten kimi zaman da düşündüren görüntülerdi.

Filmde özellikle vurgulanan bir başka ayrıntı da Said Nursi'nin Şeyh Sait isyanına eşlik etmediği, hatta bu ayaklanmaya karşı çıktığını defalarca söylemesidir. Filmde ayrıca Said Nursi'nin hiçbir zaman ırkçı tutum içinde olmadığı vurgulanırken bir sahnede sesli bir şekilde, "Bu ülkeyi Türkler yönetti bundan sonrada Türkler yönetecektir" cümlesi ta o zamandan atılmak istenen nifak tohumlarına karşı söylenen en can alıcı cümledir. Kendi Kürt kimliğimi inkar etmeyen ve Türkiye vatandaşı olgusunu iyi bir şekilde kavrayan, fakat haklı olarak karşısındakilerden de aynı inceliği isteyen bir dava adamı.
"Hapiste dahi daha özgürdüm"

Dakikalar ilerledikçe Saidi Nursi'nin çektiği çileler de artıyor. Burdur, Isparta, Kastamonu, Barla gibi yerlere sürgün edilen Said Nursi uyduruk nedenlerden dolayı da Eskişehir, Denizli ve Afyon'da hapis hayatı yaşıyor. Yargılandığı tüm davalardan beraat etse de ondan fazlasıyla korkan güçler ve onların elemanı İsmet tarafından sürekli takip edilip rahat yaşaması engelleniyor. "Hapiste dahi daha özgürdüm" diyecek kadar bunalan Said Nursi sabrıyla hem İsmet'i hem de onu yönlendiren derin güçleri çileden çıkarıyor. Daha fazla baş edemeyeceklerini anladıklarında ve onun söylediklerinin dilden dile dolaşarak tüm ülkeyi etkilemeye başladığında temelli ortadan kaldırmaya karar veriyorlar. Çeşitli suikast girişimlerinden de kurtulan Said Nursi 15 gün boyunca aç-susuz bir eve hapsediliyor. Onun bu zorluklara karşı mücadelesini hayranlıkla seyrederken, yanımdaki amcanın sessizce ağlamaya başladığını fark ediyorum. Gözyaşlarını her silişinde biraz hıçkırması onu ele verirken, bu hıçkırıklar epey dolu olduğunu da haber veriyordu. Çoğu zaman filmdeki karakterler hakkında geniş bilgiler veriyor ve kendi kendine kısa hikâyeler anlatıyordu. Kimi zaman da kendini kaybedip onunla beraber 'ah'layıp 'vah'lıyordu.
Ayrılık vakti geldi

Filmde Barla'da geçen dönemler beyaz perdeye çok iyi aktarılmış. Doğanın nimetlerinden yararlanmayı seven yönetmen Mehmet Tanrısever bu filmde de bu geleneğini bozmamış ve tüm doğal güzellikleri en iyi şekilde filme taşımış. Bir yanda Said Nursi'yle beraber tefekkür ediyor, diğer yandan da onun hayatına ortak olmaya çalışıyorsunuz. İyice yaşlanan ve kendini daha çok hizmete adayan Said Nursi bu süre zarfında talebelerinin de yardımıyla eserlerini kaleme almaya devam ediyor. Son kez Barla'ya dönen ve özlemini doyasıya gideren Said Nursi eski öğrencileriyle de buluşup hasret gideriyor. Filmin sonlarına doğru ayrılık vaktinin geldiğini anlayan yanımdaki amca içinde biriktirdiği gözyaşlarını rahatça salıveriyor ve hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Bir yandan mendiliyle gözyaşlarını silerken diğer yandan da sanki Bediüzzaman Said Nursi'den gerçekten koparcasına, onun dizinin dibinden kalkıp gidiyormuşçasına, bir daha hiç görüşemeyecek olan büyüğüne veda edermişçesine ayağa kalkıyor. Bu sahneye daha fazla dayanamıyorum ve gözlerimden yanağıma doğru süzülen tek parça gözyaşını siliyorum ve onu hocasıyla baş başa bırakıyorum. Eminim o amca Said Nursi'yi her özlediğinde ve hatırladığında sinemaya koşacaktır. Ya daha sonra...

Eminim siz de öyle yapacaksınız ve bir kere seyrettiğiniz Hür Adam'ı birkaç kez daha seyretmek isteyeceksiniz. Yeter ki o bir kereyi seyretmek için yola çıkın.
Hür Adam çok sevilecek

Filmin yapımcı ve yönetmeni daha önce Minyeli Abdullah ve Sürgün filmlerini de çeken Mehmet Tanrısever. Film dönem filmi olmasına rağmen oldukça başarılı bir şekilde beyaz perdeye aktarılıyor. Süre olarak oldukça uzun olan film, hikâyenin iyi işlenmesinden ötürü sıkmıyor. Filmin sonlarına doğru Said Nursi'yi karşılayanlar arasında Mehmet Tanrısever'i görmek mümkün. Hür Adam'ın senaryosunda Mehmet Tanrısever, Mehmet Uyar ve Ahmet Çetin imzasını görüyoruz. Başrolünde televizyonda çeşitli dizilerde oynayan Mürşit Ağa Bağ var. Said Nursi'yi canlandıran Bağ bu işin altından oldukça başarılı bir şekilde kalkıyor. Gençliği, olgunluğu ve yaşlılığı olmak üzere üç dönemi de oynayan Bağ hepsinde de inandırıcı duruyor. Özellikle mahkeme ve hapishane sahnelerinde karakteri abartısız bir şekilde çok iyi aktarıyor. Tek sorun karşısındaki oyuncunun repliği söylerken jest ve mimiklerini fazla kullanmaması. Eğer bu sorunu da aşarsa daha çok başrol filmlerini seyredebiliriz. Filmin yan karakterlerinde Bülent Polat, Ahmet Yenilmez,  Taylan Güner,  Halil İbrahim Kalaycıoğlu, Tekin Temel, Mesut Çakarlı, Murat Coşkuner ve Yaşar Üzer'i seyrediyoruz. Hür Adam'ın müziklerinde Tevfik Akbaşlı ve Yıldıray Gürgen var. Ali Özel ise görüntü yönetmeni olarak filme katkı yapıyor.

Milli Gazete
 

Sosyal - Medya Haberleri