Milli Gazete yazarı Abdulhamit Güler, birilerinin Hür Adam filmini kötülemek için bahaneler ürettiklerini yazdı.
İşte Abdulhamit Güler'in yazısı
Müslümanlar sinema diyorum haydi diyorum
Sinemanın hayattan, hayatın herhangi bir alanından bağımsız/bağlantısız/ilgisiz/alakasız olamayacağını söylediğimde defalarca itirazla karşılaşmışımdır. Zira sanat bir bakış açısıdır ve sinema sanatın bir dalı olarak başlı başına bakış açısı ister.
'Perspektif' denilen şey süslü bir yabancı kelimeden fazlasını ifade ediyor (yabancı kelime kullanmaktan kaçınsam da bazen mecbur kalıyorum). Hayatın sizin için ne ifade ettiği, ona nasıl baktığınızla alakalı bir durum. Yaşanmışlıkların değerlendirilmesi o denli göreceli olabilir ki, bir coğrafyada (ya da kişide) hayat memat meselesi olacak konu, bir başka toprakta (veya kişide) mevzubahis bile olmaz. Örnek mi; kutsallar mesela... Avrupalı için bir dilim ekmek doyduktan sonra gözden ırak durması gereken gıdadan fazla mana değilken, Doğulu biri için başlı başına nimet olmasının ötesinde sembolik olarak Yaradan'ın merhametini simgeler. Nimettir; rahmettir; vermiştir O, kıymeti bilinmelidir. El üstünde tutulur, kırıntısı dahi ziyan edilmez.
Sanata bakış da böylesi bir uçurum olabilir. Aynı sanat dalının dünyanın dört bir yanından sayısız türü ve çeşitli ürünü olmasının yegane sebebi de bu bakış farklılığındandır.
Medeniyetimiz, sinema açısından öylesine zengin, dingin, sakin, coşkun, nazik, tefekküre meyledicidir ki, sinemacılarımızın ekserisi bunu keşfedemediğinden Müslümanların hâlâ ülkemde sinema dili yok.
Nasıl da meseleyi yine Müslüman sinemacılara bağladım ama. Yine 'çakacağım', değil mi? Yine hadsizlik edeceğim. Yine boyumdan büyük, yaşımdan âlâ sözler söyleyip, kendimi bi' nane sanacağım. Öyle olsun ağalar. Varsın öyle görün. Varsın... Yeter ki, lafzım bir şahsın zihnine değsin; yetmesin, gönlüne insin. Varsın siz 'öyle sanın'; yeter ki gayem bir gencin dimağına ulaşsın.
Sitem değil bu. Belki gönderme. Fakat uzatmayacağım. Böyle taraklarda bezim olmadığını az çok anlamışsınızdır. Evet, garip garip eleştiriler alıyor, yaşımla, saçımla-sakalımla yazdıklarım yorumlanıyor. Çok umursadığımı söyleyemeyeceğim. Bu satırlarda belirtmemin sebebi ise farkındalığımı ortaya koyabilmek.
Sanat diyordum. Sinema diyordum. Bakış açısı diyordum...
Doğu medeniyeti birçok sebepten (daha çok inançtan ötürü) imgesel yaklaşımlarla sanat icra etmiştir. Dolaylı anlatım, hemen bütün Doğu sanatlarının belirgin özelliğidir. Mesela; cinsellik girmez satıra, görüntüye, lafza. Ama öylesine deruni bir anlatım oluşturulur ki, kutsallar ihlal edilmeden maksat hasıl olur.
İşte sinemamızın ihtiyaç duyduğu da budur. Müslümanların dertlerini, meselelerini, dünyaya bakışlarını anlatırken bu nüans gözardı ediliyor. Daha doğrusu, sinema yapanlarda bu 'özellik' yok. Ya da özellikle tercih etmiyorlar.
Hür Adam filmi bu meselenin son örneği. Önceki yazımda genel olarak vasatı aşmış olarak nitelendirdim. Kısmen başarılı derken de 'maksat açısından' yorumda bulundum. Sinema bağlamında esaslı bir izahatta bulunmak gerekirse, Milli/İslami/Beyaz Sinema ürünü olarak yine propagandist, yine didaktik ve yine -sanat açısından- yetersizdi.
On gün kadar önce basın gösteriminde izlediğimizden beri çevremizdeki sinema gönüllüleri ile fikir alışverişinde bulunuyoruz. Ve genel kanının bu olduğunu görüyorum.
Sadece Atatürk ile Said Nursi görüşmesindeki 'insan, sıkıntılı Atatürk' portresinden ötürü bile filmin izlenmesi gerektiğini söylemiştim. Hâlâ aynı kanaatteyim. Birileri filmi kötülemek için bahane üretirken 'izlenme gerekçelerini' sıralıyorum. Lakin bu, filmin sorunlarını görmezden geleceğimiz manasına gelmez.
Mesele sadece Hür Adam değil. Gündemde olduğu ve tartışıldığı için bir kez daha belirtme gereği duydum. Son örnek olarak da 'yapılmaması gereken şeyler' başlığı ile ileride yine ele alacağızdır.
Dönelim yeniden 'Müslümanların sinema yapması' konusuna.
Nasıl bir film dili oluşturulabileceği konusu bugüne kadar çokça tartışıldı, elbet. Bir sonuca varıldı mı? Eserlere bakılacak olursa; hayır. Ya da varılan sonuç yanlış. Sağlıklı bir zeminde gerekirse defalarca ele alınmalı. Bıkmadan. Yeniden ve yeniden. Bu bir tercih değil, zaruret. Müslümanlar sinemaya artık gereken önemi vermeli.
2010'da 40 milyondan fazla izleyici sinemaya gitmiş. Korsanı da oransal olarak hesaba katacak olursanız, on milyonlarca kişi film izliyor. Peki izleyenler arasında Müslüman hassasiyetleri olanlar yok mu? Sorsanız, yarısından fazlası 'evet' diyecek. O halde nasıl zaruret olmasın?
Müslümanlar; sinema diyorum. Haydi diyorum.