Asrın başında, zamanın hadisatının, bir düz çizgi gibi hareket etmeyeceğini hatırlatarak "beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, ileride bir saadeti dünyeviye yaşayacağını" müjdeleyen Üstad, bunun beş manevi sebebini sayarken, dördüncü olarak "müstebitlere dalkavukluk etmemek; biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemek" şeklinde özetlediği hürriyeti de sayar. İnsan, fıtratında da olan bu hürriyet meylinin neticesi olarak, kendi yolculuğunda; önce vahşeti, sonra köleliği, sonrasında da esirliği parçalamış ve bu hürriyetin bedelini bazen de kanıyla ödemiştir. İnşallah bu asr-ı hazır, uğrunda bu kadar bedel ödeyerek kazandığı bu 'nazenin hürriyet'i; dessas, ayyaş ve aldatıcı adamların, süslü suretler, fantaziyeler ve müskirlerle sunduğu zehirli bal hükmündeki gayrimeşru hayata, daha uzun süre feda etmez. Böylece Allah'a ibadeti netice veren, hakiki hürriyetine kavuşur.
Bunu, biraz da beşerin bulaşık elinin ulaşamadığı şu kainatta hükmeden sayısız derecedeki kürelerin, hiç itaatsizlik yapmadan boyun eğdikleri "tekvini şeriat" dediğimiz İlahi kanunların işleyişindeki iltizama bakarak söylüyorum. Bugünkü insanlık, sanki kainatta hükmeden şu kusursuz itaate inat ederek, kendisinin mutluluğu için gönderilen "teklifi şeriat" dediğimiz Kur'an'a itaatsizliğini, ilelebet sürdüremez elbette. Yine asrın başında Said Nursi, kainatta çirkinliğin cüzi olduğunu, çirkinliklerden maksadın, kainatta hükmeden "hayır, güzellik ve mükemmeliyetin" ortaya çıkmasına vesilelik olduğunu söylemişti. O zaman, kâinata hükmeden 'hayır, hüsün, güzellik ve mükemmeliyet' olduğuna göre; beşer de kainatı içine alan 'hikmeti ezeliyeye' karşı inat edip şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi, küfründe ve dehşetli tahribatında devam edemezdi.
Bütün bunlar, şunu gösteriyor ki beşer; kainatın tekvini emirlere olan itaatine bakarak, inadı terk edip "Hakikat-i İslamiyet" güneşine teslim olup hürriyetin en geniş ve en parlak şekilde yaşandığı "Asr-ı Saadet"in temin ettiği bir sulh-u umumiyi yaşayacaktır. Bu 'Hikmet-i Ezeliye' ayrıca şunu da bize ders veriyor ki zemin yüzünü mülevves ve perişan edenler, cezasını görmeden, yokluğa düşmeyecek bir cehennem hapsine girecektir
19. asrın vatan şairi Namık Kemal'in 'efsunkâr yüz' olarak görüp esiri olduğu hürriyet, yine onun mısralarında:
"Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış, idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten" şeklinde, akıl ile eş değer olarak görülecektir. Aklı imha etmeden, hürriyeti imha etmenin imkansızlığını böyle anlatan, başka mısralar var mıdır bilemiyorum. Müstakim akıl ise, eninde sonunda "Mutlak Akla" yaklaşacak ya da teslim olacaktır elbette.
Daha yakın yüzyılda, en vahşi uygulamalara sahne olan, hatta adları da cumhuriyet olan demir perde ülkelerinde, oluk oluk kan akıtan ve materyalizmin idari tezahürü olan 'dinsiz rejimler' fıtrattaki bu hürriyet arayışı karşısında, karton kuleler gibi yıkılmışlar; fıtrat kanunlarına uymamanın cezasını, tarihin çöp kutularını boylayarak almışlardı.
İnsanların bazen, "Aşk uğruna hayatımı, hürriyetim uğruna ise aşkımı feda edebilirim" cümlelerini bile kurduğu hürriyeti, birinci yazımda da belirttiğim gibi, Üstad, ekmeğinden bile aziz tutmuş olacak ki "Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam" feveranı ile ifade ediyordu. Bütün insanlığın kavgalarının, boğuşma, plan ve hesaplarının uğruna yapıldığı ekmek, demek ki hürriyetten daha öncelikli değildi onun için.
İşte akılla eşdeğer tutulan ve insanın Allah'a kulluğunun önünü açacak, gerçek ve bu 'nazenin hürriyet' birilerinin elinde ve dilinde maalesef tam tersi şekilde yorumlanıyordu. Aslında helal dairesi genişti ve keyfe de kafiydi. İnsan bu dairede kalıp nefis ve şeytanın esareti altına girmeden de keyfince yaşayabilirdi. On beş yaşına kadar mühlet verilen, sonrasında karşısına çıkan dessas ve aldatıcı teklifler ve süslü suretler ve sureta hürriyet kokan cümlelerle, nefsini ve şeytanı karşısında bulan insan; şaşırtılmış, beyni ve saadeti binbir parçaya bölünmüştür.
İşte önce hürriyeti, Fatiha Suresindeki "Sadece Allah'a kulluk edin ve ondan yardım isteyin" şeklinde ilahi emir ve nasihata bağlayan ve bu emri 'şahane hürriyet' diye tanımlayan konuşmacı Mümtaz Hoca; konuşmasının devamında ise, yine Allah'ın diğer fermanlarını hürriyeti kısıtlayan emirler olarak görüyor ve şöyle diyordu: "Allah, sadece bana ibadet edin, sadece benden yardım isteyin buyurduktan sonra, namaz, oruç, zekat gibi emirleri; şunlar da haramdır içmeyin, yemeğin gibi yasakları va'z ederek, başka bir şekilde 'hürriyetimizi' kısıtlıyor" demişti. Bunları dedikten sonra başka bir şeyler daha anlatıp konuşmasını bitirince, soru cevap bölümüne geçilmişti.
Ben bir kağıda "Hocam, yemek yemek, su içmek, havayı teneffüs etmek hürriyeti kısıtlar mı? Zira bunlar bizim bedenimiz için ne kadar zaruri ise, namaz ve oruç gibi emirler ve diğer yasaklar da manevi hayatımız için o kadar önemlidir. Bedenimizi beslediğimiz gibi, manevi hayatımızı da yine Rabbimiz tarafından yazılan manevi gıdalarla beslemek, hürriyeti niçin sınırlanmış olsun. Ben artık yemek istemiyorum, havayı da teneffüsten usandım, su nereden çıktı, diyemeyeceğiniz gibi; manevi dünyamızı da bu ibadetlerle besleyip güçlendirmenin, hürriyetimizi sınırlamaması lazım değil midir?" yazarak kendisine iletmiştim.
Hoca soruları cevaplamaya başladı. Benim kağıda sıra gelince, iyice okudu, sonra yutkundu, duraksadı ve bize doğru biraz baktıktan sonra, soru kağıdını masanın başka bir yerine koydu fakat cevap vermedi. Toplantıdan sonra da görüşme fırsatımız olmadı. Maalesef buluşamadık. O günden sonra hürriyet söz konusu olunca, bu konuşmayı ve diyaloğu hatırlar acaba bu sorunun cevabını nefsinde nasıl verecekti diye merak ederim .
Ne acıdır ki her gün her gün yemek yiyip su içip havayı teneffüs ettiğimiz halde, yediğimiz yemeğin, içtiğimiz suyun ve soluduğumuz havanın sahibini tanımayıp O'na hizmeti, ubudiyeti ve teşekkürü; hürriyetin sınırlaması gören anlayış, büyüğümüzden küçüğümüze bizleri tamamen veya kısmen sarmış ve bir kısmımızı da felç etmiştir.
Evet dostlar, karanlıkta kaybettiğini aydınlıkta arayan hoca durumuna düşmemek için, biz de asıl hürriyetimizi nerede arıyor, 'nazenin hürriyetimizi' tırtıklayan nefs-i rezilemizin cephesine, şöyle güçlü bir sille vurabiliyor muyuz?
Selam ve dua ile...
Yazarın görüntülü sohbetleri: https://www.youtube.com/channel/UClcxDfhJE-MJhh_KbhrKqfQ