İnsanları tevhide davet eden ibadet, kazandırdığı istiklaliyet ile kabiliyetleri takvaya ulaştırmaya hedefler.
Üstadımın kardeşi Abdülmecid abi Lahikalarda ”derece-i fehme göre derecat-ı takdirler mütefâvittir“ der.
Bundan anlaşılarak, bir işi takdir edebilmek için o işe hakim olmak lazım gelir. Hakim olabilmenin şartı meşguliyettir.
Meşguliyet, istiklaliyet, ihlas, hakimiyet, İslamiyetin vücudundandır. Bu mertebelere ulaşmak için yol inşa eden ibadetlerdir.
Bu cihetle Kur’an-ı Kerim’in her üç fırkaya ibadetin emredilmesi ve bu fırkalar dahi emirleri meşguliyetlerine göre alması aynı haktır.
İşarat’ül İcaz’da; münafıklar için ibadet ediniz emri, ihlasa emirdir. Orta derecedeki müminlere, ibadetin arttırılmasına emirdir.
Bu Kur’ani metod ibadetin kişileri irşad etmesini gaye eder.
Bu cihetle ibadetin bizi irşad etmesini sağlamamız için beden akıl ve kalbimize hakimiyet kurmak lazım gelir.
Risale-i Nur; derde deva eczaneleriyle bize bizi tanıttıran eserlerinden biri olan Yirmi Üçüncü Lem’a Tabiat Risalesi ile emirlerin sahibinin, himayesi altında olduğumuzun hürriyetini yaşatır.
Hürriyet o dur ki; maddi ve manevi cihazlarının yaradılış gayesini, derecene göre fehmedebilme sırrıdır.
Yirmi Üçüncü Lem’a’nın başında ”fikr-i küfriyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor“ der.
Bu lem’a ciddiyetle meydan okur. Çünkü işinde mütehassıstır. Şeriatı bilir, kanun koyucuyu tanıttırır. Mevcud olduğunu, ibadetten kaçmak isteyen nefse hatırlatır.
İstifadem diye yazarsam;
Yirmi Birinci Lem’a İhlas Risalesi, münafıklık alametlerinden temizler. Allah’ın rızası, lütfu, tecellisi, kurbiyetini esas bilir, saadeti temenni eder.
Yirmi İkinci Lem’a müsbet hareket ile vukua gelecek hadiseleri hayra yormayı kazandırır ve arkalarında devam eden Yirmi Üçüncü Lem’a ise; ibadetin oluşması için fikirlerinde terbiye edildiği ve hatimesinde dahi ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder demesiyle ibadetin bütün esbab ve tabiat denilen şeriatı fıtriyenin hakkı olduğunu ilan etmektedir.
Risale-i Nur’da bu sistem; nizam ve intizamı göstererek, sanat ve hikmetin bizde ibadetle görünmesini isteyen bir Vahid-i Ehadın isbatıdır.
Sanat ve hikmet, fen ve din ikiz kardeş gibidirler. Fen ve din, sıdk ve ciddiyetin açtığı müsbet yolların neticesidir. Bu yolların vereceği kuvvet “İslamiyetinden bir saat evvel Ömer, İslamiyetinden sonra Ömer“ (Risale-i Nur) tezahür eder.
Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile âşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. (Muhâkemat)
Fen ve din ayrılmaz bir bütündür. İkiz kardeş gibi muamele görmek ister. Barışık olmak arzu eder. Din ve fennin ittifak etmesiyle, casusların arzu ettikleri taassub ortadan kalkar. Cehalet yerini, hürriyetin asli vatanı olan ilme bırakır.
Dinlemeyi, muhatabına göre kelam etmeyi ancak hürriyet kazandırır. Keza dinlemek ve konuşmak sanat ve hikmetin tezahürüdür. Kişinin bu ölçüleri onu tanımaya fırsat değil midir? Belki de ses, sırlarımızın sessizliğidir.
Ne kadar çok şey saklamışızdır, konuşurken… Meğer ki saklanacak bir ses tonu yokmuş alemde… Bunu farkeden saklamayı bırakır, itiraflarını ifade edecek bir vekil arar.
İşte tam bu noktada asrımızın bid’atlarından kurtulmak için Risale-i Nur elzemdir. Zamanın davasını bilir; çünkü o sorunları çok iyi dinleyip, dava vekili olarak istiklaliyeti ile konuşmaktadır.
Ahmed Hüsrev abi bir mektubunda Üstadım için şöyle der: ”En tehlikeli anlarda bile hakkı söylemekte susmayan.“
Böyle bir müellifin eseri elbetteki her daim hakkı söyleyerek dinleyenlere istiklaliyetin vücudu olan İslamiyeti bildirip, imanlarını kurtaracak dava vekilliğini üstlenerek zülumlere karşı sed çekiyor.
Dinsizliğe karşı; mazlum milletin istiklaliyetini kazanmasının en birinci şartı; verilen hayatı, şeriat dairesinde tasarruf edebilmek için kurulmuş düzenek olan, kalb ve mide dairesinde hakimiyetini, meşguliyetini vererek ahiret hesabına dünyada latifelerinden ve duyularından istifade edebilmektir.
Ne güzel şeydir istifade etmek. Bir çiçeği koklayıp onda manasını görüp okumak ve başkalarını da anlatmak, tanıtmak en büyük hürriyet değil midir? Anlatmana hangi mani sebep olabilir ki?
Hürriyet istemeli; ekmek, su gibi zira fen de onda, din de onda…