Erken başlayan mevsim, güzün iddialı bir hazırlığının göstergesiydi. Bu, yaratılışın iddialı ve benzersiz faaliyetiydi. Yaratıcının alemdeki varlıklarını her döneme düşen farklı sonuçlarıydı.
Güz erken başladığına göre, mevsimler gibi şartların da tersine döneceğinin işaretiydi. Manevi hava, maddi havayı etkiliyordu.
Her mevsim bir dönüşüm ve değişimin kilometre taşıydı. Birbirine eklenmiş faaliyet zincirinin devam eden yeni dönemleriydi. Geçişin tatlı ve rekabetsiz uyumu ile değişimin sancısız ve kabullenilmiş tamamlayıcı öğeleri bir aradaydı.
Yukarıdaki girizgahtan sonra, meslektaşım Emre beyle yaptığım sohbetin profilini paylaşmak istiyorum.
Emre bey, yukarıdaki satırları okurken, birden kendi değişim mevsimlerine kaydı yine. Türkiye’nin değişen mevsimleri gibi. Bazen bir 'an'a bile sığan mevsimlerin karmaşık yapısını hatırladı. Çelişkiler yumağında mevsimleri zamanında ve anında yaşamamanın etkilerini düşündü.
Her mevsimi ayrı fark edememenin monotonluğu ile hayatı bir didişme ve mücadele gibi gören rekabetin ezici hakimiyeti altında duyguları ve düşünceleri körelten daralma, boğuşma ve boğulmalarına gitti...
Hızlıca toparlanarak döndü ve hafif tebessümün pozitif uyarıcıları ile istikbal ve insan ikilisinin kendini tanımlayan olumlu yolculuğuyla yoluna devam etti. Ana döndü. Anı yaşadı. Şimdinin değişen şartlarına dikkat kesildi.
Kendi ifadesiyle, "Negatif sulara sürüklendiğimde, pozitif limanlara dönmeyi olumlu bir bakış ile başarıyorum.”
Sevinç ile hüznün, lezzet ile acının farklı demlerini konuştuğumuzda, kendi dört mevsimini düzenlemeye karar verdi. İrade, zihin, his ve latife mevsimlerini dört dörtlük kalitesinde bütünleşmiş ve konsantre mevsim yaşayacak bir keyfiyette mevsimleri yaşaması gerektiğini düşündü.
360 derecenin dört mevsimi, ömür dairesinin dörde bölünmüş kuadranları gibi irade-zihin-his-latife ile tik tak eden zaman sayacının ömür binasına asılı hayat ağacında hareket ediyorlar.
***
İnsan sistemi kompozisyonundaki ortaklığın ve birleştirici iradenin kolaylaştırıcı bu gelişmesi, onu gelecek adına ümitlendirmişti.
“Hizmet etmek istiyorum” demişti sessiz ama duyulan bir tonda.
Neden bunları istiyorum ve yapmak istiyorum? sorusu caydırıcı bir nitelikte hücum etmişti bu olumlu atmosferin iç ve dış yansımalarına.
Kendini dinledi, ana kavramlarını hatırladı: İnsan ve istikbal. Hızlı geçişin beyin kotlarından onay aldı ve gerekçesini buldu: Geleceğe hizmet için. Böylece cevabını bulamadığı hayatın amacı sorusunun da cevabını vermiş oluyordu.
***
Tarlalara ekilen ümit tohumları, baharı müjdeleyen kış çiçekleri, yağmurun hatıra fotoğrafını veren gökkuşağı, içinde büyüyen düşünce halkalarının bir birine geçişli sürekliliği ile uzayan sorumluluklar onu mutlu etmişti.
Artık görevlerinin ve önceliklerinin farkındaydı. Sorumluluk hissediyordu. Yeni bir dünyanın ve iç oluşumun eşiğindeydi. Bunu hissetmenin ayrıcalığı ile güzel günlerin geleceğine olan inancı pekişmişti.
Evrensel ölçekte dünya dengelerindeki sosyal dinamikler aklına geldi. Doğu-batı ikileminde medeniyetler, coğrafyalar ve insani değerler anlamında yaşanan olayların ortaya koyduğu tablo gözünün önüne geldi.
Doğunun baharı karşılayan kışa girişini haber veren sonbaharı ile batının baharını yaşayıp sonbahar sonrası kışa dönüşecek farkını zihninde tasarlamaya çalıştı. Biri çocuk yetersizliğinde büyümeyi, diğeri yaşlılık psikolojisinde çocuklaşmaya gidişi yaşıyordu.
Heyecanlıydı. Heyecanlanmıştı. Heyecanı, kabına sığmayacak kadar etkileyici olumlu mesajlar veriyordu. İç tasfiye niteliğinde olumsuz telkinlerin geçmişten kalan izlerini de silme yolundaydı.
“Güzel günler gelecek... Güzel günler gelecek” nakaratı ile vicdanında yankılanan hakikat müjdelerini hayal etti. “Avrupa İslam’a hamile,Osmanlı ise bir Avrupa olmaya hamile” tespitinden yüz yıl sonra, kainata düşen “İstikbal yalnız İslam’ın olacaktır.” müjdesinin doğrulandığı ve yaşadığımız mevsimin bahara hazırlanışını tebessümle anlattı.
Doğu baharı karşılarken batı güze teslim olacak ve medeniyetlerin ortaklığı müspet inkişafın lehine menfi olan fesadı ve statükoyu def edecekti.
Ve bozgunculuğun evrensel aktörleri yerli işbirlikçileri ile birlikte kaybediyordu. Bu tükenişin yaşandığı bir demin çığırtkan provokasyonlarına karşı dikkatliydi ve mutluydu.
Hürriyet mevsimi alışılmışı bozuyordu. Statüko keyifsizdi. Felaket tellalları, “ama, ancak, fakat, olmaz ki, bu kadar da olmaz” hamakatinde çırpındıkça ve olumsuzluğun tükenişini yaşadıkça, iki dost sohbetin en huzurlu tadında şükür secdesinde istikbalin müjdelerine uzandılar.
Bediüzzaman’ın “hakikat-i İslamiye” etrafında kenetlenen inkişaf müjdelerini okuyup, feyizlendiler.