Fransanın Libertési Osmanlıya Serbestî şeklinde tercüme edilerek girmiştir. Daha sonra Arapça Hürriyet kelimesi ile ifade edilmeye başlanmıştır. Hürriyet, insanın iradesini hür olarak kullanması, başkalarından bağımsız ve serbest hareket etmek anlamına gelmektedir. Hukuk dilinde ise, Adalet ve tedip dışında hiç kimsenin kimseye tahakküm etmemesi, herkesin hukukunu meşrû şekilde koruması ve meşru hareketlerinde şahane serbest olması demektir.
Hürriyeti, başkasının hukukuna tecavüz etmemek şartı ile dilediğini yapmak şeklinde tarif etmek hukuken ve ahlaken yanlıştır. Çünkü insanın her istediğini yapması heva ve hevesine uyması anlamına gelir. Bu ise sefahat ve rezaleti ilan etmek demektir. Gerçek hürriyet ise, ahlak ve fazilet ile edeplenmiş ve süslenmiş olmalıdır. Yoksa sefahat ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değil; nefis ve şeytana, kötü arzu ve emellere esir olmak demektir. Bu ise insanı insanlıktan çıkarır ve hayvanlaştırır. Nefs-i emareye esir eder.
Bediüzzaman Said Nursi Münazarat isimli eserinde hürriyetin tarifini yaparken Sosyal hayatta herkesi içine alan toplumsal hürriyet, toplumdaki bütün fertlerin hürriyetlerinin hülasasıdır. Hürriyetin gereği, ne nefsine ve ne de başkasına zarar vermemektir şeklinde tanımlar. Yine Bediüzzaman Hürriyet budur ki, adaletin gereği olan hukuki zorlamalar ve eğitimin gereği olan yöntem ve teknikler dışında hiç kimse kimseye tahakküm etmemesi ve herkesin meşru hareketlerinde şahane serbest olmasıdır demektedir. (Münazarat, 1998, s.57)
Bediüzzamana göre hürriyet iyiyi yapmak içindir. Hürriyet, kötüyü ve yanlışı yapmak, haksızlık ve zulüm peşinde koşmak ve başkalarının hukukuna tecavüz etmek için kullanılamaz. Bu da ancak âdab-ı şeraitle müteddibe ve mütezeyyine olmakla mümkündür. Bediüzzaman şeriat ile meşruiyeti ve meşrutiyeti eşdeğer olarak kabul eder. Meşru olan her şey şerîdir, şeraite uygundur ve meşrutiyetin gereğidir. Hürriyetin kabul edilebilir olması için işlenen fiillerin akla, ilme ve ahlaka uygun olması, yani meşru olması gerekir. Gayr-i meşru olan ve ahlakî olmayan hiçbir şey meşru değildir. Bundan dolayı gayr-i ahlakî ve etik olmayan şeyleri yapmak için hürriyet istismar edilemez.
İslamın özünde hürriyet vardır. Nitekim köleliği kaldıran ve insanlara gerçek hürriyetlerini veren peygamberimizdir. (sav) Gerçi toplumda gelenek haline gelmiş olan bir âdeti birden kaldırmak mümkün değildir; ama tam hürriyete geçmek ve köleliği ortadan kaldırmak için yumuşak bir geçiş lazımdır. İslamiyet bu yolu denemiş ve başarılı olmuştur. Hz. Ömer (ra) Allahın hür olarak yarattığı insanları nasıl köle yaparsınız diyerek köleliğe karşı çıktığı malumdur.
Hürriyet Allahın insana bahşettiği en büyük nimettir; insanlığın gereğidir. İnsan hürriyeti için pek çok sıkıntı ve tehlikeleri göze alır. Yine insan hürriyetini korumakla insanlık şeref ve vakarını korumuş olur.
Medeniyetler hürriyetin ürünüdür. Bu sebepledir ki insanlık nerede ve ne zaman hürriyetini kazanmış ise orada medeniyetler kurmuştur. Günümüzde de hürriyetin sağlandığı demokratik idarelerin olduğu ülkeler gelişerek medeniyetin nimetlerini keşfedip kullandıkları halde hürriyetten mahrum olan ve istibdat ile idare edilen ülkelerin geri kaldığı görülmektedir. Bunun en önemli sebebi insan iradesinin hür olarak kullanılmasına baskıcı idarelerin engel olması ve hür ve bağımsız düşünen insanların potansiyel tehlike olarak görülmesidir.
Batı Fransız İhtilalı ile istibdat perdesini yırttıktan sonra hürriyetine kavuştu. Hürriyetine kavuştuktan sonra da ilerledir. Rönesans döneminin reformları aslında istibdat kalelerini yerle bir etmesinden başka bir şey değildir.
Hürriyetin iki kanadı vardır. Birincisi bireyi kendini hür olarak ifade etmesidir. İkinci kanadı ise karşımızdaki bireyin hürriyetine ve kendisini hür olarak ifade etmesine fırsat tanımak ve onu engellememektir. Bediüzzamanın ifade ettiği gibi Bizim hürriyetimiz yarı hürriyettir; diğer yarısı ise başkalarını hürriyetini bozmamaktır. Ben hür olayım, başkaları ne yaparsa yapsın demek istibdadın bize verdiği yanlış bir düşüncedir.