Hüseyin Amca da kim dediğinizi duyar gibiyim. Bir önceki yazımı okuyabildiniz mi? -Hatırlatma bağlamında- Hüseyin Amca, “Kırılacak Şişe” adlı yazımda ifade bulan kalp yetmezliği nedeni ile hastanede yatan, öğretmen emeklisi, 84 yaşında bir amca. Hüseyin Amca; taburcu olmuş, memleketine gitmiş. Ona bir mektup yazdım, ekine de “İhtiyarlar ve Hastalar Risalesi”ni koydum, gönderdim.
Kıymetli Hüseyin Amca!
İyi olmanı Cenab-ı Hakktan niyaz ederim. Taburcu olmana çok sevindim. Rabbim sağlık sıhhat versin inşallah!
Sevgili Hüseyin Amca!
Ömrümüz koşarak gidiyor; çocuktuk, gençtik şimdi ihtiyarız. Uzun ya da kısa bir ömrümüz var elbette. Oysaki zamanı olmayan Zât-ı Ezeliyeye münasebeti cihetinde uzun ve kısalığına bakılmaz. Dünkü gün elimizden çıktı; yarın ise, elimizde senet yok ki, ona mâliksin. Öyle ise, "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.) de; hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil.
"Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.) dediğinde hayatın bin derece kıymet kazanıyor ve bir saat devamı bir ömür kadar ehemmiyet alıyor. Hayat, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça bekà buluyor, hem bâki meyveler veriyor. Hem öyle yüksekleniyor ki, sermediyet cilvesini alıyor.
Hayat, Hayy-ı Kayyûmun mânidar ve kıymettar isimlerini bilen, bildiren, fehmedip tefhim eden yazılmış bir kelime-i hikmet, Rabbânî bir mektuptur. Zîşuur mahlûkata kendini okutturur. İnsan; Rabbânî mektubun okuyucusu, kâinatın hulasasıdır. Kâinatı sıksanız özünü alsanız insana ulaşırsınız. Koca kâinat karşısında küçük gibi görünen insan, kâinat gibi geniş ve kapsamlı bir mahiyete sahiptir. Bu geniş ve kapsamlı mahiyette, Zât-ı Zülkemâlin ve Zülcemâlin isimlerinin ve cilvelerinin gölgeleri vardır. Nasıl ki aynalar, şişeler, şeffaf şeyler, hattâ kabarcıklar güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvân-ı seb’a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar. Nasıl ki bir ayna yüzünü Güneş’e çevirdiğinde Güneş onda görünüyor. İnsanın bu geniş ve kapsamlı mahiyeti de Güneş’i ve ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteren bir ayna hükmündedir.
Uçsuz bucaksız dağlar, nehirler, denizler; zulümler, musibetler, sıkıntılar, savaşlar, hastalıklar, gurbetler, mağlûbiyetler ve ihtiyarlık gibi vücudumuzu sarsan ârızalar aynanın ardına ve arkasına bakmamız ve bu güzellikleri görmemiz için bizlere birer vesiledir. Bahar gelir çiçekler açar, kış gelir çiçekler solar. Yaş kemale erer ihtiyar olur, hastane koridorlarında buluruz kendimizi.
Sevgili Hüseyin Amca!
Sakın üzülme!
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.) de, bütün bunlar Esmâ-i Hüsnâsının sermedî güzelliklerini ve cilvelerini tazelendirmek içindir. Bunu bil! Ona güven! Rabbimden gelen her şey güzeldir.
Bir zaman bahar çiçeklerinin çabuk mahvolmalarına çok yazığım geliyordu; hattâ o nâzeninlere acıyordum. Burada beyan edilen hakikat-i imaniye gösterdi ki, o çiçekler âlem-i mânâda çekirdeklerdir. Sâbıkan beyan ettiğimiz, ruhtan başka bütün o vücudları meyve veren birer ağaç, birer sümbül hükmünde nur-u vücud noktasında kazançları bire yüzdür. Zâhirî vücudları mahvolmaz, saklanır. Hem bâki olan hakikat-i neviyesinin tazelenen suretleridir. Geçen baharda yaprak, çiçek, meyve gibi mevcudatı, bu bahardakinin mislidirler. Fark yalnız itibarîdir. O itibarî fark dahi, bu hikmet kelimelerine ve rahmet sözlerine ve kudret harflerine ayrı ayrı, müteaddit mânâları verdirmek içindir bildim. Yazıklar yerinde "Maşallah, bârekâllah" dedim.
Gördüm ve hissettim ve hakkalyakîn zevkettim ki, bekàmın lezzet ve saadeti, aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâki-i Zülkemâlin bekàsına ve benim Rabbim ve İlâhım olduğuna imanımda ve iz’ânımda ve îkanımda vardır. Çünkü Onun bekàsıyla benim için lâyemut bir hakikat tahakkuk eder. Zira “Benim mâhiyetim hem bâki, hem sermedî bir ismin gölgesi olur; daha ölmez” diye şuur-u imanî ile takarrur eder.
Hem o şuur-u imanla mahbub-u mutlak olan Kemâl-i Mutlakın varlığı bilinmekle, şedit ve fıtrî olan muhabbet-i Zâtî tatmin edilir. Hem Bâki-i Sermedînin bekasına ve varlığına ait o şuur-u imanı ile kâinatın ve nevi insanın kemâlâtı bilinir ve bulunur. Ve kemâlâta karşı fıtrî meftuniyet, hadsiz elemlerden kurtulup zevk ve lezzetini alır.
Hem o şuur-u imanı ile o Bâki-i Sermedîye bir intisap ve o intisabın imanıyla umum mülküne bir münasebet peydâ olur. Ve o münasebet-i intisabı ile, hadsiz bir mülke bir nevi mâlikiyet gibi iman gözüyle bakar, mânen istifade eder.
Hem şuur-u imanı ile ve intisap ve münasebetle umum mevcudata bir alâka, bir nevi ittisal peydâ olur. Ve o halde, ikinci derecede vücud-u şahsîsinden başka hadsiz bir vücud, o şuur-u imanı ve intisap ve münasebet ve alâka ve ittisal cihetinde güya onun bir nevi varlığıdır gibi var olur; varlığa karşı fıtrî aşk teskin edilir.
Hem o şuur-u imanı ve intisap ve münasebet ve alâkadarlığı cihetiyle bütün ehl-i kemâlâta karşı bir uhuvvet peydâ olur. O halde Bâki-i Sermedînin varlığıyla ve bekasıyla o hadsiz ehl-i kemâl mahvolmayıp zayi olmadıklarını bilmekle, takdir ve tahsinle merbut ve dost olduğu hadsiz dostlarının bekaları ve devam-ı kemâlâtı o şuur-u imanı sahibine ulvî bir zevk verir.
Kıymetli Hüseyin Amcam!
Şimdi birlikte düşünelim. İman ne kadar kıymettar ve hayattardır ki, hangi şeye girse canlandırıyor ve bir şûlesi böyle fâni hayatı, bâkiyâne hayatlandırıyor, üstündeki fenayı siliyor. Orduların taarruz ettiği elleri bağlı, zayıf ve hasta bir tek adamı, ordular karşısında güçlendiriyor, tazyikat altında sönmeye yüz tutmuş bir hayatı canlandırıyor. O halde insan, intisab-ı imanı tezkeresiyle böyle bir nokta-i istinat bulabildiğinde, hadsiz bir kuvvete ve kudrete dayanabilir. Hadsiz bir kuvvetin ve kudretin farkında ol! Bu kadar kolay! Allah var gam yok.
Kıymetli Amcam!
İnsandaki geniş ve kapsamlı mahiyetin, icmali ve kapalı olarak başladığını, sonraları inkişaf ederek tekemmül ettiğini ifade etmeye çalıştık. Aynanın ardına ve arkasına bakmamız gerektiğine işaret ettik. O halde bütün mesele nokta-i istinadını ve nokta-i istimdadını doğru konumlandırabilmektir. Nokta-i istinadını ve nokta-i istimdadını doğru konumlandıran insan, aynanın hakikat olmadığını anlar, perdeleri aralar, inkişaf ederek tekemmül sürecine adım atar, mânaya dikkat eder, iman dürbünüyle hayata bakar ve o nimet-i vücud mânevî ve maddî âlemlerde inkişaf ederek o geniş sofralardan istifade yolunu açar –inşallah-. İmân nimetini bizlere verdiği için Allah’a ne kadar şükretsek azdır.
Bana dua et olur mu? Ellerinden öperim.