Dostluklar biter dostluklar başlar derler ya eski bir dostla karşılaşmak ayrı bir güzellik; mazi hatırlanır, hatıralar canlanır, fikirler konuşulur, güne dair neşelere taşınır sohbet. Sohbet başka nedir ki? Menfaat gütmeden, karşılık beklemeden, beklentiye girmeden; anlamak ve anlaşılmak… Çok söz söylenmesi, çok zaman geçmesi de önemli değildir böylesi sohbetlerin, bakiyesi başka zamana aktarılır zira.
Yaşanmışlığın oturmuşluğu sohbeti koyulaştırır; çay, kahve bahane! Onlar da bir çeşni katıyor, kuru kuru olmuyor; keramet ikramda mı bilinmez! İkram ve hürmet gönülden olunca muhabbet doğuyor muhabbet olunca da zaman genişliyor daralmışlık açılıyor, sürur artıyor!
Gerçekte devadır bu tür sohbetler, nice ilaca bedeldir bu ortamlar. Kendinin doktoru ol deniyor ya bu da kendinin psikologu ol hitabı gibi!
Bu dünyada dostsuz yaşanır mı?
Eskilerden biri demiş “Eğer dostlardan ayrılık olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki gelip alsın.”
Yine Niyaz-i Mısri;
“Dünya gamında geçip, yokluğa kanat açıp,
Şevk ile herdem uçup, çağırım dost, dost” demekle dostluğu ulvi bir mertebeye taşımış, gerçek dosta giden yolu işaret etmiş.
Niye geldik bu dünyaya dostu bulmak için değil mi?
Çay, simit ikram edene muhabbet besler de asıl ikram edeni unutur insan! Nisyanların en büyüğü, isyanın kaynağı, bozgunculuğun kökü bu unutuş!
Modernliğin gürültüsünde bu unutuş daha da büyüyor; sürurlu sohbetler azaldıkça azalıyor, yaşlı dünya üzerinde hasta insanlar taşıyor!
Büsbütün yok değil sürur veren sohbetler, çöldeki vahalar gibi az olsa da varlar; yoksa gerçek dosta giden yol başka nasıl bulunurdu?
Varsa çevremizde böyle vaha misali sohbetler onlarla hemhal olmak deva üstüne devadır yoksa ifadesi zor bir kaybediştir.
Çiçekle, yıldızla sohbet edebilmektir gerçek dosta giden yol; karıncayı incitmemek, kuşu ürkütmemekledir! Kolay mıdır bir gönlü incitmemek bir gönülden incinmemek! İnsanız işte o da oluyor bu da oluyor!
Deva dostluklar ve sohbetler duasıyla…