Teselli olmanın, teselli etmenin zor zamanlarını yaşıyoruz; biliyor olduklarımızın başkasına anlattıklarımızın ne kadar içselleştirdiğimizin testinden geçiyoruz. Beklenmedik yerden, beklenmedik zamanda, beklenmedik şekilde gelen sarsıcı imtihan; insan aczini, fakrını ve de hikmet açlığını gösterdi.
Kelimeleri, cümleleri bir araya getirip bir şeyler söylemek kolay da gönül imbiğinden süzdüklerini, idrak damarlarında biriktirdiklerini akıtmak kolay değil, yeterince yoksa neye çare olacak, kendine mi başkasına mı?
Ne çok gürültü var!
Hakikat erlerinin hikmet sözleri gürültüde kayboluyor, duyanlar yine azlar! Gürültü depremi, fitne çöküntüsü, sefahat tozu; kalbi olanı üzüyor, aklı olanı ürkütüyor. Vicdan ne yapsın bu hengâmede nasıl dayansın?
Bir inşirah, bir inşirah!
İnayet olmasa sarp yokuş nasıl aşılır, sırattan nasıl geçilir? Bildiklerimiz, öğrene geldiklerimiz, dinlediklerimiz bir yere kadar. İlla Rahmet illa Rahmet; her dem, her daim muhtacız O’na.
O’na muhtaçlığımızı hissettiğimiz kadar kuluz; niyet ve ihlâs, sonra amel. Amelleri çoğaltmaktan önce salihleştirmek gelir.
80 senede elde edemediğini 80 saniyede elde eder, “Allah” der Rahman ve Rahim’e kavuşur. Mal sadaka, can şehit.
Biri öyle demiş “neye hazırsanız o da size hazırdır” diye. Doğru söylemiş. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölmüşseniz öyle dirilirsiniz” hadis-i şerifi mucibince bundan sonraki hayatımızı buna göre çizmeli, gönül evindeki aktif fay hatlarını tespit etmeli, sağlam zihin temelli bir inşa içine girmeli değil miyiz?
Deprem herkese, hepimize çok şeyler söyledi, asıl kendimize ne söyledi, neyi hatırlattı neyi düşündürdü? Sorunun cevabı niyet ve samimiyete kalmış, zira niyete riya girmez.
Kulun kulluktan başka görevi olmadığını her daim hatırlamak duasıyla…