İbrahim Halil Çelik
Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Üzüntümüz çok büyüktür. Meyus ve mukedderiz. Urfa’nın ses bayrağı yarıya indi bugün. Derler: Şairler öldüğü gün gökyüzünden birer yıldız kayarmış. İşte bir yıldız kaydı bugün semadan. Bir şair Urfa’da yürüdü öte aleme. Bu şair çok sevdiğim, yiğit insan Hüseyin Baykuş’tu. Ruhu bugün berzah alemine uçtu yeniden. Çünkü ruhu ervah aleminden inmişti yeryüzüne. O, bizim gençler arasında yetişen candan bir insan, sabahlara kadar okuyan iflas olmaz bir kari, dostunun dostu, düşmanlarına da kök söktürecek dile sahip, düşündüğünü korkmadan ama usulüne göre insanların yüzlerine söyleyen ve bu söylediklerini de hayatında yaşayan biri idi.
Hüseyin cesur, menfaatsiz, biperva ve ilkeli bir duruşa sahip idi. Boyuna posuna bakmaz sevmediğine kafa tutacak kadar da diklenirdi. Onun bu kurreliği çok meşhur idi akranları arasında. Kale Boynunun Topdağı yamacında doğmuş, büyümüş ve çocukluğunun sevdaları burada boy atmış o, feleğin çemberinden geçmiş bir yiğit idi. O, cömert ve misafirperver bir karaktere sahipti. Vara/yoka bakmaz evde bir şey yoksa bile gönlünü sofra ederdi gelen misafirlerine. Hüseyin’in elindekiyle kanaat eden bir derviş yanı da vardı aynı zamanda. Onun hiç rızık endişesi duyduğuna bu alemde şahit olan olmamıştır. Rızkın Allah'tan olduğuna iman etmişti. Aza kanaat eden, gönlü gani bir levent idi Hüseyin. Hakikatı çölde susuz kalan ve yüreği yanmış bir derviş gibi arardı. Onun bu hakikat aşkı tüm dostlarınca bilinirdi.
Hüseyin; Belediyede kendisine tevdi edilen tüm işlerin üstesinden gelen iyi bir teşkilatçı idi. O kendisine verilen görevleri yapan bizim yüz akımızdı. O, bulunduğu her ortamda elinden düşürmediği Adıyaman dağ tütününden sardığı cığaralarını ciğerlerine bayram ettirircesine çekerdi içine. Onun gönlü imanlı, başı dumanlı olurdu her dem. Hüseyin çocuk ile çocuk, efe ile efe, edip ile edip, şair ile şair, siyasetçi ile siyasetçi idi. O, dini konularda ivazsız bir özgürlükçü idi. Hüseyin fiiliyatta Kur’an ve sünnetin dışına çıkmayan sağlam itikada sahip bir şair, düşünce ve fikir adamı idi. O, sosyal hadiseleri bile kendi feraset terazisinde tartar ve o ateşin beynin eleğinden geçiren yürekli bir denge adamı idi.
O , hem Kürtçenin hem de Türkçenin ses bayrağı idi. İyi edip, iyi bir şair ve de bir aile babası idi Hüseyin Baykuş. O, güzel bir insan ve iyi bir mümindi. O, davasının eri, bir gönül adamı ve gözü tok bir Urfalı idi. O, Urfa’nın kültür ve irfanına hizmet etmiş dürüst bir şair ve fikir adamı idi. Harran Kültür ve Folklor Dergisinde çok emeği vardır. Urfa Belediyesi Kültür hizmetlerinde inkar edilmez emeği vardır birlikte çalıştığı değerli arkadaşlarıyla.
Hüseyin Baykuş, Urfa’nın yetiştirdiği değerli kültür adamları, edip ve şairleri arasında öte aleme iyi atlara binerek erken gidenlerden biridir. Daha ne emelleri vardı onun edebiyat, sanat ve şiir aleminde. Yeni yeni şiir kitapları, beğendiği fikir adamlarının yeni biyografileri ve yeni yapılacak roman kurguları vardı heybesinde Hüseyin'in. O, benim de otobiyografik hayat hikayemi bir roman tadında senelerdir yazmaya çalışıyordu. Daha mükemmel olsun diye yazıyor ama tadına varamadığı için bozuyor ve yeniden yazmaya çalışıyordu. Bu senelerce devam edip gitti. Sanırım bitirmiştir Çelik’i. Daha iyi, her zaman iyinin düşmanı olduğunu unutuyordu Hüseyin. Ondan geriye kalan tüm projelerini inanıyorum ki, onun güzide evlatları mutlaka hayata geçireceklerdir. Onun bu mirası bizim için bir kıymettir. Şairler toplumların ses bayraklarıdır. Onların bayrakları her dem göklerde dalgalanır ve sesleri de yeryüzünde yankılanır durur okunan dizelerinde. Şairler insanların gönül bestekarlarıdır. Onlar gamda, kederde ve kıvançta insanların can dostlarıdır. Şairler dizeleriyle her dem gönüllerimizde diridirler.
Urfa nesir ve şiirde iki güzel ustasını erken yitirdi. Biri rahmetli Sait Yakut ve diğeri de Hüseyin K. Baykuş’tur. Rahmetli Sait Yakut, Sühreverdi gibi otuz sekiz yaşında, Toroslarda bir trafik kazasında vefat etti. Onun sünnet üzere kulak yumuşaklarına kadar uzayan simsiyah saçları, yemyeşil yakut gözleriyle ve o güleç yüzü senelerdir hiç gitmez gözlerimin önünden. Ne güzel sohbetlerimiz olurdu şiir ve edebiyat üzerine. Konuşurken o sıcak mümin ifadeleri yankılanır hep kulaklarımda.
Hüseyin Baykuş ise, altmış üç yaşında; Urfa’nın yaz yatılarında, kendi apartmanın damında kurdukları tahtabentte, gökten yere yağmış yıldızlar ve burçları seyir için uzanıp yatağında dalmışken seyrine, Saba makamında okunan sabah ezanıyla bu muhteşem manzarayı bırakıp aşağı abdest almaya inerken, ıslak zeminde ayakları kayıp, düşmüş ve kalçasını kırmıştı. Hüseyin kırılan kalçasından ameliyat oldu ve başarılı geçen bu ameliyattan sonra eve çıktı. Gerek hastanede ve gerekse evde her gün onunla telefonla konuştum. Onunla çok şakalaştık durduk bu ameliyatı üzerine. Meğer evde fenalaşan ve nefesi kesilen Hüseyin'i vefalı evlatları derhal hastaneye kaldırmışlar. Doktorlar Hüseyin’e ağzında “mantar” ve “boğazında da mikrop” teşhisi koymuşlar. Tedavisi için iki gün yoğun bakıma almışlar. Bunu sonradan öğrendim. O, Nebevi bir sinde ecel geldi onu aldı ve o da dönülmez sefere çıktı. Onun geride bıraktıkları bizim için kıymetlidir. Ondan geriye kalan şiir, makale, hikaye, roman ve diğer edebi çalışmaları gün yüzüne çıkarılırsa hayırla anılmasına vesile olacaktır.
Şair Ahmet Kaya da erken gitmişti öte aleme pandemi döneminde. Beni çok derinden etkiler bu ani gelen genç ölüm haberleri. Hep tetikte ve kulağı kirişte beklemişimdir böyle acı haberleri. Ey insanların ağızlarının tadını kaçıran ölüm! İnkar edilmez bir gerçeksin. Bir gün herkes için saati gelince geleceksin. Vakti geleni ne bir saat ileri, ne de bir saat geri bırakırsın.
Yıl 2023 ve 16 Ağustos Çarşamba sabahı. Saat sekiz elli sekizde beni arayan büyük oğlu Mahmut Nedim, “Halil amca, babam vefat etti bu sabah" dedi ağlayarak. Dondum kaldım bu ağlayan ses karşısında. Mahmut Nedim’in bu hüzünlü ağlayışı beni yürekten yaraladı. Mahmut Nedim ağlıyordu seslice, bense içimden sessizce ağladım durdum.
Hüseyin, Ankara’da kaldığı dönemde rahmetli Ferhat Koç ve gerekse rahmetli şair Mehmet Rağıp Karcı ile olan sohbetlerimizde onun usta soruları hep aklımdadır. Divan ve günümüz edebiyatı üzerine kallavi sorular sorardı. Saatlerce bu sohbet devam ederdi. Rağıp Karcı, Ferhat Koç ve D. Mehmet Doğan, Cumali Ünaldı, Mehmet Oymak, Faruk Uysal onu çok severlerdi. Bir zamanlar Memur-Sen bünyesinde kurulacak Mehmet Akif İnan Vakfının yönetimi ona verilecekti. Vakıf senedini bile hazırlamıştı. Çok heyecanlı idi Hüseyin. “Abi göreceksiniz bu vakıf ile neler yapacağız neler?" der sevinirdi. Ama her güzel işte olduğu gibi, bazı manialar çıkardılar onun önüne ve bu iş akim kaldı. Ankara’da çıkaracağı bir dergi için bir miktar kaldı o da olmadı ve yeniden Urfa’ya geri döndü.
Dönüşü “Term"i yazmaya yaradı. O zor günlerin adamı idi. Benim kalemimdeki mürekkep gibi idi Hüseyin. Her Urfa’ya gelişte mutlaka Şeyh Zülfükar Baran’ın dergahında Oğlum Muhammed Fatih, Mikdad Lamih ve Hüseyin Baykuş ile misafir olurduk. Zülfükar ile Hüseyin’in o tatlı sohbetlerine bazen hiç müdahale etmeden saatlerce dinlerdim. Onun engin tasavvuf bilgisine hayran kalmıştım. Hiç öyle bir mecrada böyle bir bilgiye sahip olacağına ihtimal vermemiştim. Onun kalemi her dem hakkın burhanı olmuştu. Dili de mutlaka hakkı söylerdi. Gönlü de zikirde idi. Her Urfa’ya gelişimde ona mutlaka yeni kitaplar getirirdim. Eli boş geldiğimi hatırlamam senelerce. Ona getirdiğim kitaplarla bir kitaplık kurdu desem mübalağa olmaz. O da, “İbrahim Halil abim benim kitap bankamdır!" dermiş arkamdan çocuklarına. Çok sevindim bunu duyduğuma.
Daha bir kaç ay önce benden, “Ağabey ne kadar kitap alacak hakkım var senden" demişti. Ben de, "On kitap yeter mi?" demiş kendisini kızdırmıştım. Sonra gönlünü alıp ne kadar isterse olur demiştim. Çok sevinmişti. Ama olmadı. Hüseyin’e getireceğim kitaplar bu kez kitaplığımda yetim kaldı. Ancak bu gelişimle ona kitap yerine bu yazdıklarımı getirdim.
Her ölüm erkendir ama bu ölüm gerçekten çok erken oldu benim için. Kadere imanımız tamdır ve boynumuz kıldan incedir. “Ey Ölüm madem geldin, hoş geldin, sefa geldin!" demekten öte elimizden ne gelir ki? Ah, Hüseyin’im ah! Yazdığın Kürtçe romanın ismi “Term" gibi, bugün sen de dört kollu termde (tabuta) dostlarının omuzlarında gidiyorsun berzah aleminin ilk kapısı olan kabire. Kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olsun.
Çift kubbedeki kabrin bakıyor Urfa’ya tepeden. Bak ölümünle bile yine bir kurrelik yaptın bize? Nemrut’un ateşini gülistana çeviren Anzelha'ya ve Halilülrahmaman'a ruh penceresinden tepeden bakıyorsun. Aslının yaratıldığı kara toprağa yatarken bile yine kurresin sen. Doğdun Top Dağının eteklerini arkana alıp, önünü Urfa’ya vermen ne güzel oldu? Ruh şad olsun! Selam söyle bizden önden giden tüm dostlarımıza. Yarın sıra gelecek bizlere de. Dilerim ölümsüzlükler ülkesi ahirette şairlerin sultanı şair Yusuf Nabi ile komşu olursun. O şiir halkasında okunacak gazeller, kasideler, naatlar ve beyitlerin havada uçuştuklarına şahit olmak isterdim doğrusu.
Dostlarımızın güzel şiirleri ve diğer kıymetli eserleri gönüllerimizde yaşarlar her dem. Sen de gönüllerimizde yaşayacaksın Hüseyin’im, eserlerinle. Yolun açık olsun aziz kardeşim benim. Yolun açık olsun.
Başta edebiyat, sanat, kültür ve fikir camiasına, onu seven tüm dostlarına, değerli ailesine ve kıymetli evlatlarına yüce Rabbimden sabırlar diliyorum.
Başımız sağolsun.
İnna lilahi ve inna ileyhi raciün.