Bediüzzaman Said-î Nursî, insanlığın en büyük yüz aklarından biri! Eserleri ve hayat mücadelesiyle milyonların imanlarını kurtarıp, gönüllerinde taht kuran büyük mürşid!
Bu toprakların yetiştirdiği büyük ve eşsiz dâhi! Karanlık, hercümerc içindeki küfrî fetret devrinin kutub yıldızı. Uzayıp gidebilecek bu tavsife sığmayacak bu büyük rehberin vefat sene-i devriyesi. Altmış üç yıl önce bugün Rahmet-i Rahmana dönmüş.
Allah gani gani rahmet eylesin, bu fakir bendelerini de şefaatine mazhar eylesin...
Hayatı çetin mücadelelerin destanı olan bu büyük kahramanın çilesini, insanlık tarihi nâdir kaydeder, belki de çile kafilesinin eşsiz ferdidir o.
Sürgünlerin, işkence ve hapishanelerin, zehirlemelerin, tahkir ve ihanetlerin önünü kesemediği, Everest kadar dik ve yüksek başını eğemediği, boynunu bükemediği, hak ve hakikate yürüyüşünü durduramadığı muzdarib insan.
Tek suçu var: Osmanlıyı tarih sahnesinden indiren Batının menfaatlerinin şekillendirdiği Ankara Devletinin düşünce ve icraatlarına muhalif olmak!
Düşünce ve kalemden ibaret bu muhalefet, yeni devletin bütün şimşeklerini, bütün oklarını üzerine çeker. Maddî ve mânevî her türlü zulmün vazgeçilmez hedefi, yakası bırakılmayan mazlumu olur. Kürtçü diye yaftalanır, düşman diye ilan edilir, hain diye teşhir edilir.
Bütün bu telkinler, propagandalar, zulümler hiçbir işe yaramaz! Bediüzzaman Said-i Nursî insanlık tarihinin en parlak mücadele adamlarının arasındaki büyük tahtına kurulur, her geçen gün büyüyen, yükselen, ışıltı ve câzibesi artan bir taht...
Ama bu fedâkâr insanın, bu mücadele adamının, insanlığın derdleri ile muzdarib dâvâ adamının, insanlığın bu yüz akının bilinen bir mezar taşı bile yok. Sözün gelişi değil, gerçek bir yokluk bu! Evet, Bediüzzaman Said Nursî'nin bu topraklarda bir mezar taşı yok!..
Zirâ, hayat ve varlığına tahammül edemeyen Ankara Devleti, kabrine de tahammül edememiş, vefatından üç ay sonra, bir gece vaktinin soyguncu ve hırsızları gibi balyozlarla kabrini parçalayıp mübarek naaşını çalmış, bilinmeyen bir meçhule tevdi etmiştir. İnsanlık tarihinde emsali nâdir olan bu cürüm, bu yüz kızartıcı suç, maalesef altmış üç yıldan beri devlet tarafından korunmaya, sahiplenilmeye devam ediliyor. Yirmi yıllık AK Parti iktidarı da bu alçaltıcı suçun hâmiliğini yapma mirasını reddetmemiş veya edememiştir...
Haklarını yemeyelim, bilerek veya bilmeyerek büyük bir tezadın mimarı oldular. Zira teşekkür ve şükranla kayda geçirmek isterim ki, Risâle-i Nurlar, bu iktidar devrinde Diyanet İşleri Başkanlığınca basılıp sahiplenildi. Ve tezad bütün çıplaklığı, bütün parlaklığı, bütün hamakatiyle vücud buldu! Mezar yeri bir devlet cürmü olarak mechuliyetini korurken, bu haysiyetsizce cürmün sebebi olan eserleri sahiplenildi. Birincisini tel'in, ikincisini bütün ruhumla takdir ve tebrik ediyorum.
Şimdi sıra ıslah-ı nefs emareleri gösteren devleti bu alçaltıcı, bu küçük düşürücü tezaddan kurtarmak için Bediüzzaman Said-i Nursîn'in naaşının nerede olduğunu söylemekte! Söylemekte ve tarziye verip özür dilemekte, devlet imkânları ile kabrini bir külliye olarak inşa etmekte.
Bunu insanlık namına, beşeriyet hesabına taleb ediyorum. Zirâ Bediüzzaman'ın Kur'anî aydınlık rehberliği, beşeriyetin necâd kapısıdır. Bu kapıyı korku ve vehimlerle kapatmak değil, ardına kadar açmak lâzım.
Üstadım! Rahmet niyaz ediyor, şefaatini intizar ediyorum. Eğer tevfik-i İlâhî refik olsa, hayat ve düşünce destanını altın harflerle beşeriyetin şuuruna çakmak azmindeyim.
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler!..