Cemaat ve tarikatların ölümü, ümerâya yaklaşma arzusuyla başlar, devlete ittiba ile vâki olur ve ölürler...
Ölürler! Zirâ hiçbir devletin varlığı sadece Allah rızasına bakmadığı gibi, icraatları da ona dayanmaz.
Her devlet, uhrevîden çok, dünyevîdir. İster istemez cebir, zulüm ve adâletsizliğe meyaldır; en azından bir şekilde bulaşır, kirlenir. Kanunla tanınan cebir kullanma hakkı, yanlış ve su-i istimallere açıktır. Ferdin hak ve hukuku ikinci plândadır, devlet ve millete feda edilir. Yaşaması gereken ferd değil, devlet ve bütün halde millettir. Üç-beş veya birkaç bin ferdin telef olmasının lafı bile olmaz.
Oysa cemaat ve tarikatların varlık sebebi dinin kendisidir. Dünyevî değil, uhrevidirler. Bıçak ağzı kadar keskin, kıl kadar ince bir sıratta yürüme mükellefiyetleri var. Dünyevilere temas, muvazenelerini bozar ve düşürür.
Ümerâ ile temasın kaybedeni, tarih boyunca, cemaat ve tarikatlar olmuştur; hep de öyle olacaktır... Şeyh Bedreddin, devletle temasının bedelini başıyla ödedi; Seyyid Kutub, Hasan el Benna, Abdulkadir Rahmi, Rahman Nizami hakeza. Çok farklı bir mahiyette bile olsa Gülen, devlet ve ümera ile haşir-neşir olmanın bedelini ağır ödeyen yakın örneklerden oldu.
Cemaat ve tarikatların, kanun çerçevesi ile sınırlı olma kaydı ile devlete metbuiyyetleri başka, devletin bir unsuru vaziyeti alma arzu ve hevesi içinde olmaları başkadır. Daha da tehlikeli ve kötü olanı, devletleşme emel ve gayretinde olmalarıdır.
Devlete telkin ve temennilerde bulunmaya her vatandaş gibi, cemaat ve tarikat müntesiblerinin de hakkı vardır, bulunmalılar da. Ne var ki, muvazeneyi bozmama, çizgiyi aşmama mükellefiyetleri de var. Cemaat ve tarikat gücü devlete dayatılamaz, dayatılmamalı. Zirâ, hâkimiyet-i devlet şirki reddeder, müdahaleye boyun eğmez. Tarih, mevzuun örnekleri ile doludur, uzatmayacağım.
Kısacası, cemaat ve tarikatlar varlık sebebleri olan dinin ihyası çalışmalarına dönmeliler. Vazifelerini devlete yıkmamalı, ihaleyi devlete vermemeliler. Devletle hemhal olmaktan zarar görmeleri kaçınılmazdır, unutmamalılar.
Aslî vazifeleri, faziletli insanlar yetiştirmektir. İnsan yetiştirmeyen, yetiştiremeyen cemaat ve tarikatların kıymet-i harbiyeleri kalmamış demektir. Dost acı söyler, içerden konuşuyorum; elli yıldır sizlerden biriyim, sesime kulak vermenizi beklemeye hakkım var.
Siyaset sahnesine çıkıp faziletli kalabilmek, bu zamanda zorun zorudur. Nitekim faziletlerini bitirmeden sahneden inebileni görmedim. Bir iki ile sınırlı yarım istisnalar müşahedemi gölgelemeye yetmez. Sık söylüyorum, tekrarına mecburum: Bugünün siyaset sahnesine evliyaları çıkarsanız, altı ay sonra tanınmaz hale gelirler, geliyorlar. Bırakın, uhrevî hayatlarını kaybedenler, o meseleyi çok da dert edinmeyenler olsun. Siz o yolun yolcusu, o sahnenin oyuncusu olmayınız.
İslâmiyet semavî bir bütündür, tırtıklamaya gelmez. Bütününün yaşanmadığı yerde İslâmiyet'i yaşatamazsınız. Dinden fedakârlık yapmaya kimsenin hakkı da, haddi de yoktur. İlle de sahneye çıkmak istiyorsanız, önce İslâmiyet'in hayat ve şeriat safhalarını netice verecek çalışmalara omuz veriniz, hız veriniz; sonra çıkarsınız sahneye. O zaman evliyalığınızdan sıyrılma sefaletine de düşmezsiniz. Ama şimdi değil...