Üniversitelerin, hiç değilse edebiyat fakültelerinin bütün bir müessese olarak altına girebileceği bir yükü yalnız başına taşıma cehdi güzel, ama yetmiyor. Kutub Yıldızı'nı yazmak bir kişinin işi, bir kişinin vazifesi olmamalıydı. İnşası, bir kişinin gücünü çok aşan büyük bir hisar bu. Mükemmel ve mukavim olması için kalem ve düşünce orduları çalışmalıydı. Her kelime kuyumcu hassasiyeti ile işlenmeli, her mânâ usareye inkılâb edinceye kadar imbikten geçirilmeli. Yalnız başına üstesinden gelinecek iş mi?..
Üstelik sıkıntıları, problemleri olan bir yalnızlık. İnsan kurulu bir makine, programlanmış bir robot değil ki, tek meselesi programlandığı iş olsun. Med-cezirleri, sevinçleri, kederleri, hüsranları, korkuları, endişeleri olan zayıf bir mahlûk.
Bedbinlikler, vefasızlıklar, kadirnâşinaslıklar, yaşamanın tabî ihtiyaçları enerjisini tüketir insanın. Fıtraten medeni imiş. İyi de medeniyet nerede?
Kaç gündür odamda boş gözlerle bilgisayara bakıp duruyorum. Kelimeler, mânâlar bir tehlike öncesinde yer altı dehlizlerine çekilen taht-el arz mahluklari gibi sırra kadem basmış. Aydınlatacak tek canlının yaşamadığı bir odada yanan lamba gibiyim; mânâsız, abes bir lamba. Lamba ne zaman söner, bilmiyorum...
Anlaşılmamak, büyük yalnızlık, büyük felâket; panayır kalabalığında hiçbir sesin, hiçbir hareketin muhatabı, hiçbir tebessümün sebeb-i vücudu olmamak gibi yıkıcı. Sevginin olmadığı yerde yaşayamaz insan; sevecek veya sevilecek ki, yaşasın. Yahut hem sevecek hem sevilecek...
"Kutub Yıldızı" nasıl gidiyor, diye sorma lütfunda bulunanların çoğunun gerçek bir merakı, gerçek bir alâkası yok mevzua. Alâkadar olduğunu izhara çalışan bir sun'ilik. Olsun, müteşekkirim. En azında mezar taşı bigâneliğine sahib değiller. Öylesine bile olsa, güzel...
Gözlerim yarı yolda bırakmasa iyi. Bilgisayarın karşısında geçirilen saatler onları zihnimden fazla yoruyor. Harfler bulanıklaşıyor, satırların altına gölgesi düşüyor satırın. Ne gözlükle devam edebiliyorum ne gözlüksüz. Dinlenmem gerekir, biliyorum. Ama nasıl, ömrün son çeyreğine dinlenme vakti hiç ayırmamışım. Nereye kadar giderse!..
Kitabın yazılan kısımlarını bazı dostlarıma gönderdim, fikirlerinden istifade ederim ümidiyle. Bir kişi hariç, hiç kimseden ses çıkmadı. Tam metruk bir türbe sessizliği. Kötü olduğunu söylemelerine bile hasret kaldım.
Ses veren de Nur Talebesi değildi. Üşenmeden okumuş gönderdiklerimi. Heyecanını ifade eden satırlarını, hasreti çekilen sevgili gibi bastım bağrıma. Onun için yazıyorum. Onun ve onun gibi birkaç kişi için. Bir de uzak bir zamanın intibah bekleyen, bâkir nesilleri için. Bir bakıma ümid, bir bakıma vazife savmak...
Yine de dualarınıza talibim. Belki Rahimane bir tecellinin, bir tebessümün hilkatine zemin olur.