Önümüze sisler ardından, silik, mübhem, şekisiz, netlikten eser taşımayan bir tablo konuyor! Rivayete göre; geçtiğimiz 10 Kasım'da Tuzla Piyade Okulunda bir teğmen, Kamal Atatürk'ün fotoğrafını yakasına takmamakla kalmıyor, yırtıp atıyor. Tek kişilik bu sahne tasviri, maksadlı kaynaklarda yerini "bir grub teğmen"e bırakıyor.
Kamalist teğmenlerin müdahalesiyle iki sefer kavga ya da arbede yaşandığı, fotoğrafı takmayan teğmenin darb edildiği, hariçten polis ve jandarma birliklerinin müdahale ettiği rivayetlerin tamamında, doğruluk hissi telkin etmeksizin yer alıyor.
Atatürkçü ve Kamalist çevreler, AK Parti'yi sıkıntıya sokabilecek bu hâdiseden büyük bir yangın çıkarmak emeliyle vatan sathında taarruza geçmiş vaziyetteler. CHP'nin öncülüğünde devam eden bu taarruzlardan bir halt çıkmaz ama memleket yok yere zaman kaybı yaşar.
Türk ordusunun darbelerle kirletilmiş, hiçbir şekilde itimat telkin etmeyen geçmişinin yeni bir darbenin zemini olabileceği ümidini asla kaybetmeyen muhalif çevrelerin benzer her hadisede gemi azıya almalarına alışkınız, hiç şaşırtıcı gelmiyor.
Fakat o şerli güruhun baskısı altında, birtakım aydınların -münevver demeye dilim varmıyor- suret-i hak maskesi altında veya korku belâsıyla hakkın yanında yer almayıp haksızın sırtını sıvazlamaları anlaşılır olmadığı gibi, kabulü de mümkün değildir.
Eveleyip geveleyecek değilim! Sözü, iktidara yakın duran ve hâlâ Türk Medyasının büyüğü cakasını terketmeyen Hürriyet Gazetesi'nin Başyazarı Ahmet Hakan'a getirmek istiyorum.
Bu günkü yazısında aklını pazara çıkaran Hakan, mevzuu şöyle nakletmiş:
"Tarikat ve cemaatler:
"Hiyerarşik yapılardır. İtaate dayalıdırlar. Tek tip insana yönelirler. Sorgulatmazlar. Manevi önderliği esas alırlar.
"Askerlik mesleğinde de durum aynıdır:
"Disiplin her şeyin başıdır. Hiyerarşi bir numaralı konudur. Emre itaat çok önemlidir. Komutanın mutlak otoritesi vardır. Emirler sorgulanmaz.
"Cemaat ve tarikat kışlaya girerse doğal olarak...
"İki farklı otorite ortaya çıkar. İki farklı hiyerarşik düzen ortaya çıkar. İki farklı emir ortaya çıkar. İki farklı adanmışlık ortaya çıkar. İki farklı disiplin ortaya çıkar.
"Kısacası bir Nurcu toplantısına herhangi bir kişi katılırsa bir şey olmaz ama bir teğmen katılırsa bunun çok tehlikeli sonuçları olabilir.
"Bakınız: FETÖ denilen belanın 15 Temmuz kalkışmasıyla biten tüm macerası."
Düşünce edası takınmış bu cehl ve hezeyanlar manzumesinin neresini düzelteyim? Tarikat ve cemaatleri kendi cehl ve zannının muktezası olarak aynı kirli çuvala dolduran bu kafaya hakikati nasıl anlatayım?
Ahmed Hakan kaç tarikatı, kaç cemaati tanır? Ne kadar tanır? Tanır mı? Kaçının içinde yaşadı, kaç tanesinin mahremlerine girdi? Ne kadar araştırdı? Araştırdıysa, neler buldu? Hangi delillerle bu insafsız hükümleri, hakikat diye amme efkârına boca ediyor?
Tarikatlarla ilgili kısımdan sarf-ı nazarla sadece cemaatler penceresinden, hassetten de Nurculuk penceresinden Ahmed Hakan'a söyleyeceklerim var:
Ahmed, diyorsun ki: "Sorgulatmazlar." Cehl değilse, düpedüz yalan ve iftira bu. Bak, Kamalistlerin aranasına parçalanacak kurbanlar gibi atmaya çalıştığın Nurcuların Üstadı Hazret-i Bediüzzaman, henüz bu topraklarda cumhuriyet ve demokrasinin esamesi bilinmiyorken 1911'de şunları söylüyor:
"Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz." (Münazarat)
Vakıa TV programlarında bazen çok sığ bir mantık ve akıl sergilediğine şahid olmanın şaşkınlığını yaşamış olsam bile, bu beliğ ifadeleri anlamadığından hareket edip şerhedecek değilim.
Yahu! "Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum." diyen bir Üstad ve şâkirdleri için "sorgulatmazlar" demek, cehl değilse yalan ve iftira değil mi? Fazlasını söylemeyeyim...
Tarikat'in lugat mânâsını bilmiyor olamazsın. Olsa olsa önüne "ictimaî"yi koyarsın, ictimâî bir hüviyet kazanır: "İctimaî yollar", olur. Kelimeyi hatırlamıyorsan, "sosyal"e tebdille Kamalistlerce maskaralaştırıldığını söyleyebilirim.
Bu aydınlıkta Türkiye'deki tarikatlara dönüp bakarsan, son yüz yılda listenin başında ve hâkim mevkide Atatürkçülük ve Kamalizm Tarikatının yer aldığını görürsün. Ve yerden göğe kadar haklısın, devlet destekli bu cebrî tarikat, asla "sorgulatmaz", asla düşünmeye izin vermez, asla itiraz hakkı tanımaz! Yalan, diyebilir misin Ahmed?
Nihayet o sakim zihninden şu zehir damlıyor:
"Kısacası bir Nurcu toplantısına herhangi bir kişi katılırsa bir şey olmaz ama bir teğmen katılırsa bunun çok tehlikeli sonuçları olabilir."
İnsafın kurusun Ahmed, demeyeceğim... Allah sana şuur ve iz'an versin, basiret versin; samimî ve dürüst olabilmeyi nasib etsin!
Demek, bin yıl İslâm'ın bayraktarlığını yapmış mübarek bir orduyu ebediyen Kamalizm Tarikatına hibe etmekte, vesayetine terketmekte bir beis görmüyorsun ama bugün külliyatı dünyanın hemen bütün dillerine çevrilmiş, milyonların feyiz kaynağı Nur Talebelerinden tek bir tanesine bile teğmenlik kisvesi giydirmekte büyük tehlike görüyorsun.
Delilin ise, Gülen mendeburu ve hain teşebbüsü...
Özrün kabahatinden çok daha büyük Ahmed. Ömründe tek bir sefer bile Nurcu olduğunu söylememiş ama su-i istimal için sinsice çalışmış, hıyaneti tebeyyün etmiş birisine Nurcuları kapılamak haddin değil lâkin hamakâtini sergilemiş olursun. Yaptığın her türlü ahlâksızlıkla tesmiyeye şâyân ama yapmayacağım.
Zirâ cehlin, zayıf da olsa, kabule şâyân bir tarafı var! Cehline vermek istiyorum...
Kırıcı olduğumun farkındayım, zirâ bir asırdır mazlumiyet içinde bu millet ve memlekete hizmet eden büyük ve masûm bir kitleyi rencide ettin. Ne rencidesi, imha arenâsına fırlatmak istedin.
Tavsiyeye liyakatin var mı, bilmiyorum! Ancak selef bir meslekdaşın olarak şunu söylemek isterim Ahmed: Haksızlık etme!