Bursa hayatımın bitmeye yüz tuttuğu yıl gelmişti şehre. Genç, boylu boslu, siyah parlak saçları, gülümseyen çehresiyle dikkat çeken genç bir akademisyendi. Türkiye'nin en ücra köşelerinden birinde dünyaya gelmiş, güçlükler içinde okumuş bir Anadolu çocuğuydu. Benden sadece bir yaş küçüktü Pertekli Abdulvahap Yiğit!
Bu köylü çocuğu, dekanlık yapacak kadar yükselme bahtiyarlığını da yaşadığına göre, meslekî muvaffakiyetlerinin iyi olduğunu söylememe gerek yok, öyle idi. Ama asıl dikkat çekmek istediğim, meslek kariyer ve muvaffakıyetleri değil.
Yiğit, her yerde kendisine bir imtiyaz temin edebilecek unvanlarını, günlük hayatında, dostları arasında hatırlamayan, tamamen unutan insandı. Küçüklerin abisi, emsallerinin arkadaşı, büyüklerin kardeşi Abdulvahap'dı o. Tevazuu, mücessem bir varlık gibi yaşardı, dost çehresi ve munis tavırlarında.
Risâle-i Nur hizmetlerinin önde gelen rükûnleri arasında idi. Nur Talebeliğinden hiç kopmadı, ömrü boyunca okuyup anlamaya gayret etti. Okuduklarını yaşama cehdi de yüksekti, mü'mindi yani. Talebe hizmetleri için koşturuyor, Anadolu'ya birkaç iyi insan bırakmak için çırpınıp duruyordu. Bursa'nın mânevî hayatına hizmeti geçen erenlerdendi Abdulvahap Hoca.
Bir müddet kanser illeti ile de mânen büsbütün temizlendikten sonra, dar-ı bekâya irtihal ederek fâni dünya defterini kapattı.
Aziz dost ve kardeşim Prof. Abdulvahap Yiğit'e Allah'tan rahmet ve mağfiret, geride kalanlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Yetiştirdikleri arasında ondan kalan boşluğu dolduracak genç Nur Talebelerinin olmasını ümid ve temenni ediyorum.
Dünya fânidir. Ömrün uzunluğu veya kısalığı izafî bir mesele. Ölüm madem ki, herkes için muhakkakdır, vâki hükmündedir. Kısacası, yarının ölüleri olduğumuzu unutmayıp ona göre ömrümüzü sarfedersek, pişmanlıklarımız daha az olabilir. Hazret-i Azrail selâm verdiğinde kaybetmenin dehşetini yaşamayabiliriz.