Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet devrinde vücud bulmuş müesseselerin en talihsizi. Kendisine devlet irade ve gücünün dayattığı vazife, İslâmiyet'i olduğu gibi temsil etmek değil; dini, devlet zihniyetinin kontrolünde tutmaktır. Bir sonraki merhale, Ankara muktedirlerinin çoğu küfrî anlayışına uydurulmuş, ona hizmet eden bir din meydana getirmektir. İsmi İslâmiyet, hakîkati bambaşka bir şey olan bir din.
Şükür ki, kuruluş tasavvuru, devlet güç ve zulmüne rağmen, bu topraklara kök salamaz. Milletin kahir ekseriyeti ya karşı ya da küskün bir tavır takınır. Devletle millet arasındaki uçurum da böyle başlayıp derinleşir.
Diyanet İşleri Başkanlığının tavrı, çoğu zaman devlet zihniyetine rağmendir. O kadar ki, Kamal Atatürk ve İsmet'in iradesine bile bütünüyle teslim olduğunu söylemek haksızlık olur. Devletin müessir baskısı altında da olsa, ana esaslarda Müslüman kalmaya gayret eder. İlk rahat nefesi Demokrat Partinin iktidarı ile alan Diyanet İşleri Başkanlığı, her şeye rağmen Kamalist zihniyetin devletin kılcal damarlarına kadar nüfuz eden soluğunu her devirde ensesinde hissetmiş, hiçbir zaman olması gerektiği gibi olamamıştır. Hülâsa; en anlaşılabilir ifadesiyle Allah'ın değil, devletin emrindedir. Devlet, Allah'ın emrine bütünüyle girmediği müddetçe de Diyanet İşleri Başkanlığının vaziyeti çok fazla değişmeyecektir.
İslâmî hayatın bu topraklarda devlete rağmen yeniden boy atmasının lokomotif gücü Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî'nin başlattığı Nurculuk hareketi ve Risâle-i Nur Külliyatıdır. Diğer bütün hareketler, zaman içinde bu lokomotif gücün tesiriyle yeniden canlanıp, harekete geçtiler.
Risâle-i Nur hareketi, hiçbir şekilde siyâsî bir hareket değildir. Siyaset ne felsefesinde yer alır ne de tarihçe-i hayatında öne çıkar. Din ve İslâmiyet hesabına mevcud siyasî partilerden herhangi birisini desteklemesi, siyasileşmek değil, bir vatandaşlık vecibesidir. Kısacası, Nurculuk hiçbir zaman bir İhvan-ı Müslimin olmamıştır.
Ne var ki, Türkiye'de maddî ve mânevî büyük bir nüfuza ulaşan bu hareket, bütün dünyada gördüğü rağbet ve inkişafla da her zaman Ankara'nın gündeminde olmuştur. Bilhassa Gülen'in bu kitlenin zeminini istismarla habis maksadına eleman devşirme gayretleri, bu tertemiz hareketi siyasî bir mihrak olma ithamı ile karşı karşıya getirmiş, maksadlı çevrelerin bitmek tükenmek bilmeyen telkin ve propagandaları ile üstüne şübhe ve evhamın karanlık gölgesini düşürmüştür.
Erdoğan'ın yerleşik devlet zihniyetine kafa tutan iradesi, Mehmed Görmez gibi dirayetli bir Diyanet İşleri Başkanı'nın da gayreti ile Risale-i Nurlar'ın 2014'te Diyanet tarafından neşredilmesi, büyük bir miladdır. Miting kürsülerinde, elinde İşarat-ül İcaz'la, uzun uzadıya Üstad'ın destansı hayatından kesitler nakleden Erdoğan'a, her Nur Talebesi müteşekkirdir. Devletin, "hain" diye telkin ve takdim ettiği Bediüzzaman'ı kahramanca sahiblenişi unutulamaz. Kendi adıma dün de bugün müteşekkirim. Zirâ, büyük bir iftira ve yalanı yıkmış, dehşetli bir zulüm ve haksızlığı tekmelemiştir.
Gülen, karanlık bir tertibin taşeronu olarak harekete geçip 15 Temmuz ihanetine imza atmasaydı, bugün sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada Risâle-i Nurların inkişafı çok daha kuvvetli ve parlak olabilirdi. Heyhat ki, Gülen'in gölgesi, bazı zorlamalarla da olsa Nurcuların üzerine düştü. Kabul edelim ki, esasta Gülen'le hemfikir olmasak da, onu red ile teşhir etmekte üzerimize düşeni vaktinde yapmadık, yapamadık. Suçlu muyuz? Hayır... Nereye varacağını kestiremediğimiz bir ihtimalden hareket edemezdik. Suçlu değiliz ama itiraf edelim ki aldandık, aldatıldık. Tıpkı Erdoğan gibi.
Şunu teslim etmelisiniz ki, Nur Talebelerinin kahir ekseriyeti Gülen'in karşısında, Erdoğan ve milletin yanında yer aldı. Marjinallikte karar kılan bir avuçluk bir güruhun zayıf varlığı bahs-ı diğerdir; ekseriyeti bağlamaz, hükmün salabetini de kırmaz.
Buna rağmen bugün Erdoğan'ın miting kürsülerinde Üstad'ı anlattığı yerden çok gerideyiz. Tek sebeb, üzerimize düşürülen Gülen gölgesi değil, aynı sebeble Erdoğan'ın da eski tüfek Kamalist ve ırkçılara iltica ve iş birliğine mecbur kalmasıdır. Erdoğan'ın inandıklarından irtidad ettiğine inanmıyorum, sadece bir zamanlar olduğu kadar serbest ve kuvvetli değil.
Değişen şartlarda Diyanet, önce yeni Risale neşretmeyi askıya aldı, sonra neşrettiklerinin arkasındaki kuvvetli desteği çekip silik bir tavra büründü. Nur Talebeleri olup bitenleri kimi zaman şaşkınlık, kimi zaman hayâl kırıklığı içinde takib ettiler. Kamalist cenahın dehşetli küfrî hücumları karşısında Erdoğan'a zarar vermeme düşüncesinden kaynaklanan bu nezih tavrın bir karşılığı var mı, bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki, son zamanlarda Diyanet iltisaklı bazı haberler hoş olmamanın ötesinde, haksız ve tedirgin edicidir.
Gelen haberlere göre, Türkiye'nin muhtelif yerlerinde, yoğun olmasa bile bazı câmi ve kursların kütübhanelerindeki Risale-i Nurlar, Diyanet İşleri Başkanlığının bazı üst seviye memurlarınca medar-ı tenkid edilmekte, kaldırılmasına çalışılmaktadır. Tahkikle teyid ettiğim bu vâkaların arkasındaki aslî iradenin doğrudan Başkan olduğuna ihtimal vermiyorum, Erdoğan olduğunu düşünmekse akla ziyandır. Erdoğan, hiçbir şekilde Risale-i Nurların aleyhine bir tavır takınmaz. Buna ne ahlâk ve inancı müsaade eder, ne de yakın geçmişinin müsbet şehadeti.
İki ihtimal var: Ya Başkanlık personeli içindeki sığ, kafası basmayan, garaz sahibi bazı memurların varlığından kaynaklanan şayan-ı teessüf ve elem hadiseler bunlar! Yahut daha da kötüsü, bir seçim öncesinde Erdoğan'a bu kanal ile zarar vermeye çalışan bir mihrakın varlığı mevzuubahistir.
Üçüncü bir ihtimal olarak meseleyi Erdoğan'ın iradesine kadar götürmek mümkün ama mantığı yok. Zirâ, farz-ı muhal, bu irade Erdoğan'dan gelse, bu kadar silik ve zayıf gelmez. Daha kuvvetli ve âlenî bir irade ile daha ilerisini, daha kötüsünü yapabilir, yapmakta da tereddüd etmez. Muhakkak olan o ki, meselâ Ankara Etimesgut, Yeni Bağlıca mahallesindeki Abdulkadir-i Geylani Camiinden Risâle-i Nurları kaldırtmak Erdoğan'ın işi olamaz. Fail gibi görünen üst seviye Diyanet memurunun ismi ise mahfuzum olarak kalsın. Elbette bir gün bu zararlı ve mânâsız işgüzarlığının karşılığını görecektir.
Hangisi olursa olsun, Risâle-i Nurlara dokunmanın kabul edilebilir bir izahı yoktur. Bu millet ve ümmet-i İslâm gibi, beşeriyetin necadına da zemin teşkil eden Kur'an'ın bu parlak hakikatlerine ilişmek, akıl ve iz'anla telifi kabil değildir.
Muhterem Diyanet İşleri Başkanından, şimdilik mevzii ama rahatsız ve tedirgin edici bu hayatî meseleye acilen eğilmesini istirham ediyorum.