Gidiş istikametlerinde olan Ahmed-i Hani Hazretleri'nin türbesinde bir saate yakın oyalandılar. Daha doğrusu Said, Nû Bahar'ı tedris ettiği günden beri hayranlık duyduğu bu büyük insanın türbesinden uzaklaşmak istememiş, bir saate yakın huşû içinde evrad ve dualar okuduktan sonra nihayet Yasin-i Şerif'le bitirmişti. Başka bir âleme, başka bir dünyaya geçmiş gibi bir hali vardı.
Yaşadığı ruh halini erken farkeden Molla Muhammed, bir kenara çekilip kendisini unutturmuş, bir saat boyunca Said'in mimik ve hareketlerini bir gölge sessizliği içinde takib etmişti. Said, yaşıyla hiçbir şekilde alâkası olmayan tavır ve düşünceleriyle her zaman şaşırtıyordu. Her defasında imkânsız bir şeyin vukuuna şahid olmuş gibi hayret içinde kalıyor; ne diyeceğini, ne yapması gerektiğini bilemiyordu.
Onun çok farklı bir insan olduğunu Vestan'daki günlerinden bilen Molla Muhammed, bu meşakkatli yolculukta ona büsbütün vurulmuş gibiydi.
Kararlılığı, dirayeti, zekâsının keskinliği ve korkusuzluğu ile eşsiz görünüyordu. Molla Osman, "Evlad, Said'e dikkat et!" dediği gün bir mânâ verememiş, "Nesine dikkat edeyim efendim?" diye sormuştu. Hocası her zamanki müşfik gülüşüyle mukabele etmiş, sadece "Hayatına dikkat et!" demişti.
Molla Muhammed yine anlamamış, "Nasıl?" demişti. O zaman Molla Osman daha ciddi bir tavır takınmış ve tane tane şunları söylemişti:
"Bak evlad, Devlet-i Aliyye sadmeler geçiriyor. Doksan Üç belâsını bin bir müşkilat ve tavizle atlattı. Lâkin böyle gitmez, karanlık bir fetret hükmediyor. Osmanlı gibi, Ümmet-i İslâm da büyük tehlike altında. Bir tecdid olmazsa bu karanlıkta boğuluruz. Ne zamandır evliya-i azime bir zatın gelişini bekliyor. Seyyid Sıbğetullah Hazretleri'nin Nurslu bir sofinin neslinden onu beklediği kulağıma gelmişti. Said, Nurslu Sofi Mirzâ'nın oğlu. Anlayacağın, beklediğimiz kişi olma ihtimali çok kuvvetli, çok vasıfları da bu ihtimali güçlendiriyor. Şayet o ise, Allah'ın izniyle vazifesini tamamlayacaktır. Velâkin sen yine de dikkat et."
Sonra kabristanda medfun, ekseriyeti Arvasî büyük zâtların kabirlerini ziyaret ettiler. Ahmed-i Hanî Hazretleri'nin türbesinden sonra Said, Seyyid Abdulaziz Arvasî'nin kabri başında da bir müddet dua okudu. Bir ara Molla Muhammed'in Abdulaziz Arvasî ile ilgili bir bilgiye sahib olmadığını hissetti.
"Molla Muhammed!" diye başladı. "Bu zât Şeyh Muhammed Celâlî'nin kayınpederidir, aynı zamanda Abdulhakim'in babası. Şimdi Celâlî Hazretleri'ne giderken kayınpederine uğramamak olmazdı." Son anda susmaktan vaz geçmiş gibi devam etti:
"Abdulhakim'le Arvas'da bir müddet haşir neşir olduk. Genç seyyidler arasında öne çıkacak biri. Zaten Şeyh Fehim Hazretleri de kendisinden sonra yerine önce oğlu Muahammed Emin'i, ondan sonrası için de Abdulhakim'i vasiyet etmiş. Bir bildiği vardır şübhesiz."
Molla Muhammed, bir şey söylemek yerine, aşılmayı bekleyen sarp dağlara baktı. Said, "Gidelim!" demek istediğini anlayınca, "Gidelim madem!" dedi.
Molla Muhammed, bir tereddüdün ardından, "Nedense içimde bir huzursuzluk var Molla Said!" dedi.
Said yol arkadaşına gülümseyerek baktı, "Sona yaklaştığımız içindir. Molla meselesine gelince, henüz değilim!" dedi.
"Çok molla, senin yanında faki kalır, Molla Said!"
"Estağfurullah, talebeyim!" dedi tekrar.
Tendürek Dağları aşılmayı bekliyordu. Yürüdüler...
Not: KUTUB YILDIZI romanından.