Molla Ali'nin eli karpuza uzanırken Molla Fethullah bir dilim kavun aldı. Molla Said soğuk suyu tercih etti, yolculuk hararet yaptırmıştı.
"Eeee!" diye uzatarak söze başladı Molla Fethullah: "Zuruf'u okudun mu?"
"Bitirdim!" dedi Molla Said.
Molla Fethullah kavundan karpuza geçiş yaparken, "Muğni-t Tüllab'ı?" dedi, mübhem bir gülümseme ile.
Molla Said, Esirü-d-din -el Ebheri'nin mantık kitabı için de ilk defa eli karpuza uzanırken, "Bitirdim!" dedi sadece.
Molla Fethullah bir hamle daha yaptı:
"Şerh-ül Akaid'i de okudun mu derviş efendi?"
Molla Said, kıyafetine yapılan hatırlatmaya gülümseyerek, Sa'd-ı Taftazani'in kelâm eseri için de, "Bitirdim!" deyince Molla Ali, karpuz diliminin elinde kalan yarısını tepsiye bırakıp sırtını yastığa dayadıktan sonra, inanmayan gözlerle Molla Said'e baktı.
Molla Fethullah, dudak uçlarında gezinen tebessümünü kaybetmeden önce bir daha, "Ya İbn-ül Hacer?" dedi.
Molla Said, az önce aldığı kavun lokmasını yutkunurken, bu usulül fıkıh kitabı için de, "Bitirdim!" dedi.
Molla Fethullah şaşkınlık içinde idi. Molla Said'in doğru söyleyip söylemediğinden emin olamıyordu. İster istemez okumamış olacağına hükmettiği birkaç kitab için de aynı soruyu tekrarladı.
Ne var ki, sorduğu her kitab için Molla Said, aynı sükûnet içinde "Bitirdim!" demekle iktifa etti.
Nihayet Molla Fethullah, bir yükün altından çıkmış gibi derin bir nefes aldı. Besbelli ki, Molla Said işin şakasında idi. Bu kadar kitabı bu yaşta, bu kadar kısa bir vakitte okumuş olması mümkün değildi. Kızmak yerine hafif bir kahkaha ile güldü.
“Hey deli! Geçen sene deli idin, bu senede mi delisin?” dedi.
Molla Ali-yi Sohran da şaşkınlıkla güldü. Molla Fethullah'ın niçin "ele avuca sığmayan" dediğini ancak anlamıştı.
Molla Said, ağzına götürmeye hazırlandığı karpuz dilimini tekrar tepsiye bırakıp büyük bir ciddiyetle Molla Fethullah'a döndü:
“İnsan başkasına karşı kesr-i nefs (nefsi kırmak, küçültmek) için hakikati gizleyebilir. Fakat babadan daha muhterem olan üstadına karşı mutlak hakikatten başka bir şey söyleyemez. Emrederseniz, söylediğim kitaplardan beni imtihan ediniz!” dedi.
Gücenmekle kalmamış, bir nebze de kızmış gibiydi. Molla Fethullah gibi Ali-yi Sohran da genç dervişin büyük bir ciddiyet içinde olduğunu ancak anladı. Molla Fethullah bir müddet düşündükten sonra ayağa kalktı, odanın doğu duvarına gömülü raflardaki kitablardan birisin çekip aldı. Bir yer arar gibi kitabı karıştırdıktan sonra halli zor bir meseleye sual şekli verip Molla Said'e sordu.
O ana kadar oturmakta olan Molla Said, hocası elindeki kitabla ayakta kalınca hürmetsizlik etmemiş olmak için ayağa kalktı ve sualin cevabını kitabdan okur gibi verdi. Molla Fethullah gülerek Molla Ali'ye döndü:
"Dervişin şansına bakar mısın, koskoca kitabda sormak için bula bula ezberlediği kısmı bulmuşum. Kelime hatası bile yapmadı." dedi.
Evet, bu, nâdir olarak rastlanan bir vaziyet de olsa, iyi bir şans gibi görünüyordu. Tesadüfün bu kadarına Molla Ali de gülümseyerek karşılık verdi.
Halil-i Siirdî'nin torunu elindeki kitabı raftaki başka bir kitabla değiştirip aynı minval üzere yeni bir sual sordu. Molla Said, bakışları bir noktada sabitlenmiş vaziyette sükûnet içinde cevab verdi. Molla Fethullah artan şaşkınlığını gizlemeyen, emniyeti sarsılmış bir ses tonu ile, "Buna acemi şansı derler!" dedi.
Hâlâ Molla Said'e tesadüfen ezberlediği parçadan sorduğunu düşünüyordu. Peş peşe kitabın birini bırakıp diğerini aldı. En zor, en müşkil meselelerden sorular sordu fakat nafile, Molla Said-i Meşhur hiçbir cevabda teklemedi, tereddüd geçirmedi.
Molla Fethullah gibi, Molla Ali de büyük bir şaşkınlık ve hayranlık içinde derviş kıyafetleri içindeki çocuğa bakıyor, hakikatin ne olduğunu bir türlü göremiyordu. Bu yaşta bir insan için bu muazzam vukufiyet, bu geniş ihata, bu sarsılmaz mantık, bu emniyet-i nefs görülmüş şey değildi.
Sonunda Molla Fethullah, hakikati kabullenerek teslim oldu. Karşısında bulunduğu vaziyet, belki bin yılda bir yaşanacak bir vaziyetti. Yorulmuş gibi elindeki son kitabdan soru sormadan yerine bıraktıktan sonra yerine geçip oturdu. Molla Said'e de oturmasını işaret etti.
"Bu kadar kitabı bir yıl zarfında nasıl okudun dedemin hemşerisi?" dedi.
Molla Said, hocasının karşısında diz çökerken, "Allah'ın ihsanı efendim!" dedi.
Hâlâ çok sâkindi. Az önce olup bitenlerin, bu iki şöhretli hocanın yaşadıkları şaşkınlığın farkında değilmiş gibiydi.
"Ezberledin mi hepsini?" diye soran Molla Fethullah derin bir rüyadan uyanmaya çalışır gibiydi.
"Hepsini değil efendim!"
Molla Fethullah tevazu gösterdiğinin farkında idi. Çünkü onlarca kitabdan sorduğu soruların cevablarını satır satır kitabdan takib etmiş, tek kelimeyi atlamadığına şahid olmuştu. Mevzuu değiştirmek istedi.
"Maşaallah Molla Said, maşaallah... İyi de bunca ilme bu derviş kıyafetleri hoş durmuyor. Niçin ilminle mütenasib bir müderris kıyafetine girmiyorsun?"
Molla Said, Bitlisli Şeyh Muhammed Emin'in bu sebeble kendisine hediye ettiği cübbe ve sarığı hatırladı.
"Ben henüz müderris kıyafeti taşıyacak yaşta değilim efendim. Daha çocuğum!.." dedi.
Molla Fethullah, bir müddet düşündükten sonra, "O zaman talebe kıyafeti giy!" dedi.
Molla Said, göz ucuyla hayli alıştığı üstündeki derviş kıyafetine baktıktan sonra gülümseyerek, "Ama talebe de değilim!" dedi.
Molla Fethullah, az önce yaşadığı şokun tesirinden kurtulmuş gibi güldü.
"Yine de bu tuhaf derviş kıyafetinden iyidir Molla Said. Ben Rıza Efendiye söyleyeyim de sana iyi bir elbise uydursun."
Molla Said itiraz etmek istemedi.
"Siz bilirsiniz efendim." dedi sadece.
Molla Said, Molla Fethullah'ın sena ve medihle bahsetmeleri, gelene gidene onu anlatmasıyla bir anda Siirt'te şöhret olmuştu. Molla Fethullah, önüne gelen herkese, "Medresemize bir çocuk geldi, hangi ilimden her ne sorduysam doğru cevab verdi!" diye söze başlıyor ve Molla Ali-yi Sohran'ı şahid göstererek yaşadıklarını hararetle anlatıyordu. Zaten o hadiseden sonra Molla Ali, büyük bir tevazu göstererek Molla Said'den ders almaya başlamış, alçak gönüllülüğü ve ilme olan hürmetiyle Molla Fethullah'ı da hayretle takdire sevketmişti.
Sonraki günlerde Molla Fethullah, içindeki bazı şübhe ve tereddüdlerin zayıf karanlığından kurtulmak için Molla Said'e teberrüken birkaç hususî ders verdi. Bu derslerden maksadı, Molla Said'in anlama kabiliyeti ve sür'at-i intikalinin seviyesini öğrenmekti. Şaşkınlıkla farketti ki, Molla Said, ikinci bir tekrar veya izaha ihtiyaç kalmadan okunan bahis ne olursa olsun hemen anlamakla kalmıyor, derinlemesine mevzua nüfuz ederek bahis veya hükmün uzanabileceği bütün ihtimalleri ihata ediyordu.
Nitekim bir gün bütün şübhe ve tereddüdleri dağılırken son bir hamle ile, "Pekâlâ, zekâda harikasınız. Fakat acaba hıfzınız nasıldır?” diyerek, büyük Kürt şâir ve âlimi Ali Harirî'nin Makamat-ı Haririye'sini kendisine uzattı. "Birkaç satırını iki defa okumakla hıfzedebilir misiniz?"
Molla Said, kendisine uzatılan kitabı aldı ve rastgele açarak bir sayfasını tek seferde okuyup ezbere tekrar etti. Molla Said'in her imtihandan yüzünün akıyla çıkmasına alışan Molla Fethullah, "Zekâ ile hıfzın ifrat derecesiyle bir adamda toplanması ender hadiselerdendir. Bunu bir sende, bir de merhum Molla Halid-i Örekî'de gördüm!" dedi.
Bir an düşündükten sonra coşkuyla devam etti:
"Sen bu dehrin, bu asrın bediisin Molla Said, sen Bedüzzaman'sın!"
Molla Fethullah, hıfz ve zekâ kabiliyetinin parlaklığıyla tarihe Bediüzzaman-i Hemedânî diye geçen büyük Arab şairinin on asırlık eşsiz ünvanını bin yıl sonra, garib ve fakir Nurslu Sofi Mirza'nın oğluna veriyordu; hiç tereddüd etmeden, hiç şübheye düşmeden.
(Kutub Yıldızı romanından kısacık bir bölüm)