Müslümanlar arasında birlik yok! Müslüman var mı ki, birlik olsun? Yüz yıldır devlet cebri ile imhasına çalışılan bir din ayakta kalabilir miydi? Kalsa bile gerçek müntesiblerinin olması kabil mi?
Şübhesiz, Kur'an ve Hadisler ile kitabiyetine halel gelmemiş bir İslâmiyet var. Ne var ki, o İslâmiyet'e uzanacak bütün imkânlardan mahrum bırakılmışız. Harf İnklılabı yapılmış, dini öğreten bütün müesseseler kapatılıp yasaklanmış, dinin sivil ve içtimaî kaleleri olan tekye ve zâviyeler kapatılıp yasaklanmış. Bir kısmı fiziken de tahrib edilmiş, bir kısmı da ahır veya depo yapılmışlar.
İslâmiyet'ten haber veren her unsur ya yasaklanmış ya tu kaka edilmiş. Ezan Türkçeleştirilmiş, kadının tesettürü yasaklanıp çıplaklık teşvik edilmiş, tarih tersyüz edilmiş, hatırlayınız ki bir devirde bu topraklarda Türk musikisi bile yasaklanmıştır.
Devletin yüz yıldır devam eden bu dehşetli tahribkârlığına Müslümanlar ne ile, nasıl dayanacaktı? Çocuklarına dinlerini öğretme imkânlarından mahrum bırakılmasının çok ötesinde öğretmeleri de yasaklanmış nesiller geleceğe uzanabilir miydi? Elifba bulundurmanın bile asgari cezası hapis olan alçakça devirler yaşamış bir milletten bahsediyoruz.
Batı destekli Ankara ceberrut ve tahribkârlığına karşı, boyunlarında yağlı urgan, koltuklarının altında kefenleri ile fırlayan birkaç ismin muazzam mücadelesi de olmasaydı bugün bu topraklarda İslamiyet'in esamesi okunmaz, tek Müslüman da yaşamıyor olacaktı.
Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî ile Süleyman Hilmi ve Gönenli Mehmed Efendi gibi üç beş kişiyi tarih sahnesinden zihnen çekip alırsanız ne dediğimi anlayacaksınız. Bu millet, bu fedâkâr insanlara imanını borçlu olduğunun farkında değil. Farkında olmak şöyle dursun, devletin asırlık habis, iftira ve yalan telkinleri altında onları menfî görmek gafletinden bir türlü kurtulamıyor.
Erdoğan'ın yirmi yıllık iktidarı neyi değiştirdi? Hiç... Hâlâ millet ekseriyetinin zihninde Bediüzzaman ve emsâli üç beş kişi hain -en azından şübheli- millet ve memleketi Lozan'da satanlar kahraman değil mi? Bir mücrim, bir suçlu, hatta bir hain gibi Üstad Bediüzzaman'ın cuntacılarca çalınan naaşının nerede olduğunun bilinmiyor olması, yirmi küsur yılda bu yolda müsbet tek adımın atılmamış olması bu devrin ayıp ve günahı değil mi?
Erdoğan'ın, Üstad'ın naaşını bulunduğu yerden resmî merasimle ilk defin yeri olan Halil-u Rahmana naklettirmesini daha kaç sefer söyleyeceğim? İktidardan düştüğünde hangi mazeretlerle karşımıza çıkacak, çıkabilecek mi?
Başa dönersek: İslâmiyet'in devlet eliyle yasaklanıp tahrib edildiği bu topraklarda kimsenin İslâmiyet'e menfi tek kelime söylemesi ahlâkî değil. Zirâ İslâmiyet'i müdafaa edecek zemin yok. Hayır, hukukî bir yokluğu kasdetmiyorum. Fiilî bir yokluk bu...