Hüsnü Bayramoğlu Ağabey (I)

Abdulkadir MENEK

Çok küçük yaşlardan itibaren sadakat ve istikametle Risale-i Nur hizmetine giren ve koca bir ömrü tam bir istikrar ve gayret ile bu hizmete vakfeden kahraman ve serdengeçti insanlardan biridir.

Babası Hıfzı Bayramoğlu, Safranbolu Nur Talebelerindendir. Dehşetli bir baskı ve istibdatın hüküm sürdüğü bir dönemde hiç çekinmeden ve korkmadan iman ve Kur’an’a hizmet eden bahtiyarlardandır.

Hıfzı Bayramoğlu, Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’da mecburi ikamete tabi tutulduğu yıllarda Risale-i Nur’ları tanır ve bu şekilde hizmete başlar. Safranbolu’da berberlik yaparak geçimini temin etmektedir. Dedeleri Safranbolu’da medfun meşayih ve ulemadandır. Hıfzı Bayramoğlu, 1942 yılında Bediüzzaman Hazretlerini Kastamonu’daki evinde ziyaret eder.

Bu ziyaret esnasında Bediüzzaman Hazretlerinden tarikat dersi almak istediğini ifade edince şöyle bir cevap alır: ‘Sana risale vereceğim, bunları yazacaksınız, okuyacaksınız, neşredeceksiniz; sizin hanenizi medrese-i Nuriye kabul ediyorum. Hem seni, hem aileni, hem de Hüsnü ve Yılmaz’ı talebeliğime kabul ediyorum.’

Kastamonu dönüşü, Mustafa Osman ve Emin Tekinalp gibi Safranbolu kahramanlarından birisi olarak hizmete bütün varlığı ile sarılmaya başlar.

Bu hizmetin neticesi olarak 1948 yılında Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte tutuklanarak Afyon Hapishanesine gönderilir. Buradan tahliye olduktan sonra, yeniden Safranbolu’ya ve hizmetlerine döner.

Evlerini tam bir Nur medresesine dönüştürmüş ve çok kişiye bu hizmetleri ulaştırmanın manevi hazzını yaşamıştı. Eşi Fatma Hanım da, iman ve Kur’an hizmetlerinde Hıfzı Bayramoğlu’nu yalnız bırakmamış, bütün gücü ile o da bu hizmeti omuzlamaya çalışmıştır. Hıfzı Bayramoğlu’nun Afyon Mahkemesinde yaptığı kısa fakat son derece güzel ve manidar savunmasını buraya almakta fayda görüyorum:

Afyon Ağır Ceza Mahkemesine,

Dinî hissiyatı âlet ederek devletin emniyetini ihlâle teşebbüsten sanık İslâm âlimi Bediüzzaman'ın, millet ve memlekete çok faideli hakaik-ı Kur'âniye ve imaniyeyi ders veren eserlerinden okumaklığımı, din ve iman cihetinde çok istifade ederek ahlâk-ı Kur'âniyeyi tahsilime âmil olan bu derslerden bazı tanıdıklara da—talebi üzerine—millî bir şiarımız olan ders-i imaniye ve terbiye-i diniye ve ahlâkiyeye tahsillerine sebep olmak hayrına nâiliyet arzusuyla vermekliğimi ve temin etmekliğimi ve bazı tanıdıkların dostâne veya ilmî mahiyetindeki mektupları adresime göndermelerini bahane ederek mumâileyhe suç ortağı göstermektedir. Sebeb-i ittihamı olan bu meselelere itiraz ederim ki:

1. Üzerinden muhakeme geçen, beraat ettirilip müellifine iade edilen ve bütün İslâm ve memleket ulemasının takdir ve tasvibine mazhar olan Risale-i Nur'u, iddia makamının üzerinde durduğu şekilde bir fikr-i mefsedetle okumadığım gibi, her risalesini de baştanbaşa Kur'ân'ın bir mühim tefsiri olup insanları ahlâken yükseltmeye, fazilet sahibi kılmaya, milletleri uçuruma yuvarlanmaktan kurtarmaya vesile olan İslâmî dersi ve dinî terbiyeyi müessir bir surette ders verip millet ve memlekete, hatta beşeriyete manen en büyük yardım ve iyilikleri yapan bir eser olarak gördüğümden, din ve imanımı muhafaza ve taallüm maksadıyla okumayı ve bazı kimselere vermeyi veya temin edivermeyi bir suç zannetmiyorum. Çünkü hiçbir yerde Nur talebelerinin vatan ve millete ve idareye zararlı bir hadiseye katıldıkları görülmemiş ve zabıtaca kaydedilmemiştir. Ve aynı zamanda, "Okunup ve okutulmasında gizlilik var" diye ileri sürülecek bir gizli cemiyet şüphesi uyanması ise çok yersizdir. Çünkü Nur talebelerinin gerek ilmî ve gerekse siyasî, gizli veya meydanda hiçbir cemiyetle alâkaları yoktur. Hatta, aynı isnatlarla birkaç sene evvel Bediüzzaman'la beraber çok kimseler Denizli Ağır Ceza Mahkemesine verilip muhakeme edildikleri ve çok inceden inceye tahkik ve ta'mik edildiği vakit bütün risaleler dâhil olduğu halde, hep beraber beraat etmişlerdir. Müellifi ve eserleri beraat eden bir telifatı okumayı ve okutmayı, devlet emniyetini ihlâl ve rejime hıyanet gibi çok ağır bir cürme delil ve sebeb-i ittiham olarak göstermek ne derece icab-ı adâlettir, bilmiyorum, vicdanlarınıza havâle ediyorum!

2. Hem Bayezid'den bilmediğim bir kimse tarafından ben mevkuf iken gönderilen bir risale de, sebeb-i ittihamım arasındadır. Bu risaleyi görmedim. İçindekilerden bîhaberim. Eğer Risale-i Nur ise kabul ediyorum. Sizler sorun, cevap vereyim. Yalnız iddianamede savcının mehdilikten bahsettiğini öğrendim. Hâlbuki Üstadım bu gibi isnatlardan müberrâdır. Böyle bir şeyi lisanından duymadığımız gibi, eserlerinde de görmedik. Ve talebelerini, her fırsatta şahsına hürmet ve tâzimden ve makam vermekten men etmiş ve tâzimkârâne mektup yazanları dahi takbih etmiştir. Bizler kendisini hubb-u cahtan müberrâ, zamanın en yüksek bir âlimi ve bir ilm-i tahkik hocası olarak biliyoruz.

Mevkuf Hıfzı Bayram (14. Şua, Sayfa:254)

Safranbolulu mübarek bir zat, bir gece rüyasında Peygamber Efendimizi (ASV) görmüş ve kendisinden şu sözleri işiterek Hıfzı Bayram’a aktarmıştı: ‘’Safranbolu’da benim ümmetimden Berber Hıfzı var. Ona selam söyle.’’

Vefat ettiği 1970 yılının Ramazan ayının manevi iklimine kadar tam bir sadakat ve istikamet ile iman ve Kur’an’a hizmetlerine devam eder. Kısa bir süre önce gerçekleştirdiği Hac ziyaretinin hasret ve muhabbeti ile dopdolu olduğu bir dönemde, bu fanideki vazifesini tamamlayarak vefat eder. Oğulları Hüsnü ve Yılmaz Bayram’ı da bu aşk ve heyecan ile yetiştirmeye çalışmış, onları bütün varlığı ile iman hizmetine yönlendirmiştir.

Hüsnü Bayram 1935 yılında Safranbolu’da böyle mübarek bir ailenin evladı olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlardan itibaren kardeşi Yılmaz ile birlikte bu Kur’an hizmeti ile haşir ve neşir olarak büyüdüler. 1942 yılında henüz yedi yaşında iken risaleleri yazmaya başladı. İlkokul birinci sınıfından itibaren babasından duymaya başladığı iman hakikatlerini, bütün hayatı boyunca tam bir ihlas ve samimiyet ile yaşamaya gayret etmiştir. Bu dönemde yazdığı risaleleri, tashih için Üstad’a göndermişlerdi. 

Bediüzzaman Hazretleri Afyon hapsinden tahliye olduktan sonra iki kardeş kendisini Afyon’da kaldığı evde ziyaret etmişlerdi. Üstad ikisinin de alnından öptükten sonra kendilerine “Sizlere Kastamonu’dayken dua etmeye başlamıştım. Abdurrahman’ım yerindesiniz. Eviniz de medrese-i Nuriyedir. Yazdığınız risaleleri tashih ettim, çok hizmet ettiler” diyerek dua ve iltifatta bulunmuştu.

Ortaokulu bitirdiği 1950 yılından itibaren Üstad’ın hizmetine girmiş, böylece uzun ve bereketli ömrünün hizmete ve nurlara tahsis edildiği dönem başlamıştı. Babası bir mektup yazarak kendisini Emirdağ’a, Bediüzzaman Hazretlerinin yanına göndermiş ve hizmetine kabul edilmesi istenmişti. Bediüzzaman Hazretleri de bu isteği kabul etmiş ve böylece Emirdağ’da kalmaya başlamıştı.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.