Kıssa-ı Yusufun hatırlattığı
Hutbe-i Şamiyenin 1950’den sonra yapılan tercümesinin başına Muhterem Müellif Üstadımız Hazretleri, bir sual ve cevabı eklemiştir. Bu sual ve cevap Risale-i Nur’un bu zamanda ki ehemmiyetini anlatan bir muhaveredir. Bu baş kısmı okuyunca ben Hz. Yusuf kıssasını tahattur ettim. Bu girizgahın bana sure-i Yusuf’ta hatırlattığı kısım şöyle;
“Onunla beraber zindana iki delikanlı daha girdi. Biri, “Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri, “Ben de rüyamda başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun yorumunu haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik yapanlardan görüyoruz” dedi.
Yûsuf dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini bıraktım.”
“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.”
“Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı ilâhlar mı daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı?”
“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
“Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince,) biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Yorumunu sorduğunuz iş böylece kesinleşmiştir.”
Dikkat edilecek olursa Yusuf (as) iki zindan arkadaşının rüyalarını hemen tabir etmiyor, önce tevhid dersini veriyor. Önce tebliğini yapıyor. Ben diyor Allah’a inanmayan ve ahreti inkar eden bir milletin dinini bıraktım…iki tılsım…dinin iki direği…amentu billahi ve bil yevmil ahir…tevhid ve haşir…akabinde İbrahim,İshak ve Yakub’u zikrediyor; nübüvvet hakikatı, makasıd-i erbaadan üçüncüsü…ve lütfu ilahiye nazarları çeviriyor, ubudiyetin esası olan şükre baktırıyor…Kuranın dört maksadı dediğimiz maksatlar esasen bir ve tek olan din-i mubinin Hz. Adem’den Efendimiz’e (asv) kadar esasat-ı diniyenin ta kendisi olmuştur. Sonrası uluhiyet, rububiyet, hakimiyet ve kemalata bakar ki tevhid hakikatının dört sütunudur.
ASRIN İKİ DEHŞETLİ HALİ
İşte Bediüzzaman Hazretlerinin Hutbenin başına aldığı sual ve cevaba bu nokta-i nazardan bakıyorum.
Bediüzzaman evvela nazarları asrın iki dehşetli haline çeviriyor. Bu iki dehşetli halden birincisinin iki kanadı var;
1- Mahiyetten gaflet
2- Akibetten gaflet
Evet dünyada bize bakan çok hususlar var ki ne mahiyetlerinden ve ne akibetlerinden haberimiz olmuyor. Cesedimiz, hayatımız, ömrümüz, vücudumuz, başımıza gelen bela ve musibetler, dünyadaki lezzetler, gençliğimiz… Mahiyetlerini bilmediğimizden yaramaz bir çocuk gibi çoğu zaman elmas ve pırlantaları cam parçalarına tercih ediyoruz. Ve akıldan ziyade hissiyata esir olmuş varlığımız bir dirhem hazır lezzeti ötede binler batman ebedi lezzetlere tercih ediyor. يَسْتَحِبّوُنَ اْلحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلآخِرَة
tokadına müstehak oluyoruz. Fakat Risale-i Nur daki gayet kuvvetli iman ve küfür muvazeneleri, dalalet hidayet mukayeseleri dünyada da bize küfürden gelen manevi cehennemin çekirdeğini tam gösterdiğinden inşallah okuyucularını ve talebelerini bu iki gaflet halinden muhafaza ediyor ve Allahın izniyle ehl-i dalalet ve felsefeye karşı mağlup olmuyor.
Asrın Bediüzzaman hazretlerinin tesbit ettiği ikinci dehşetli hali ise küfrün, imansızlığın, dalaletin, cehaletten değil, fen ve felsefeden geliyor olmasıdır.
Burası ehemmiyetle üzerinde durulması ve tefekkür edilmesi gereken bir husustur. Bediüzzaman hazretleri asrı analiz etmistir. Zamanın çocuklarının dertlerine bakmıştır. Zamanının hassalarını iyi değerlendirmiştir. Cihadını, davasını, hizmetini, sevdasını asrın parametrelerine uygun dizayn etmiş, planlamış ve programlamıştır. Bu asırda hakim akıl olacağını, isbatiyeciliğin her şey kabul edileceğini, gözle görülmeyecek akıl ile anlaşılmayacak şeyleri her ne olursa olsun,ister mukaddesat olsun ister başka bir şey olsun red olunacağını tahlil etmişti.
Bediüzzaman Hazretleri; “Bir işde muvaffakıyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatını muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve hey’et-i içtimâîye rabıtalarına münâsebet peyda etsin. Aksi takdirde fıtrat, adem-i muvafakatla cevab verecektir.” diyor.
Bediüzzaman Hazretleri asrın başında içerisinde bulunduğu devir ve dönemin şartlarını okumayı ve bu devrin şartlarına göre bir hayat vizyon ve misyonu tensib etmeyi munasip görerek ilim sahasına atılmış bir müceddiddir. Onu belki de 20. asırda tüm akranlarından ayıran ve bugüne taşıyan en mühim hususiyetlerinden birisi de İslamı yeniden okuma ve okurken bunu zamanın ilcaatına gore tefsir etme gayreti içerisinde olmasında görürüz. Evet gerçi kendisi Şarki Anadoluda nurefşan etmiş tuluu olmayan bir güneştir fakat bununla birlikte O tüm imkanları değerlendirerek içerisinde bulunduğu devrin çok ötesinde istikbalbin bir nazar ile asrın gidişatını çok iyi deruhte etmiştir. Ve bu anlayışı asar-ı muallasına in’ikas ettirmiştir.
Asrın başında beşeriyyet buhranlar geçirip ideolojiler ararken O,Şarki Anadolunun bir Alimi olarak kendisini ne tekke ile, ne zaviyeler ile, ne de medrese ile sınırlı kılmıştır. O bunların çok üstünde asrını ve asrının insanını okumuş; Kuranı anlamada yeni bir metod, yeni bir anlayış, yeni bir fikir ile meydana atılmıştır.
İçerisinde bulunduğu asrın hastalıklarını tesbit etmiş, bu hastalıklara Kuran eczanesinden ilaçlar sunarken asrın gerekli kıldığı ve elimize sunduğu bütün imkanları ve terakkiyati da azami derecede kullanmaya itina göstermiştir.
Poztivizm asrını inkar-i uluhiyet noktasında ilim ve fenni en buyuk şeytani silah olarak kullanılacağını ve kullanılmakta olduğunu görmüş hemen buna yine aynı dert içinde derman sunmuştur.
Asrın efkar ve beşeriyyet tabakaları arasında savaşlara başlayacağını görmüş gerek Muhakematta gerekse birçok asar-ı mübarekesinde asrın bir anatomisini, asrın bir mimarisini ortaya koymuş daha sonra da problemlerin üzerine gitmistir.
ARABİ HUTBE-İ ŞAMİYENİN TERCÜMESİ
Bediüzzaman hazretleri hutbesine bir ayet ve hadis ile başlıyor. Denilebilir ki Bediüzzaman Hazretlerinin hutbesinin devamı bu ayetin tefsiri ve bu hadisin şerhi olacaktır.
Ayet-i Kerime ;
لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ
Hadis-i Şerif ;
جِئْتُ ِلاُتَمِّمَ مَكَارِمَ اْلاَخْلاَقِ
ümitvar olmak imanın şe’nindendir, ümidini kaybetmek ise imandan nasipsizliği gösterir. Rabbimiz Allahın rahmetinden ümit kesmeyin zira kafirler topluluğundan başka kim Allahın rahmetinden ümit keser buyurmuştur.
Günah asrı 21. Asır, tufan asrından beter bu asırda acaba bu ayetin bize vaad ettiği çok şey yok mudur. Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaat ediyor.. Ve hadis, ahlak-i aliyeyi itmam etmek üzere gönderildim diyor… günah asrına asırlar ötesinden bir urgan, bir urvetul vuska, bir kopmaz zincir uzanıyor alemlere rahmet Nebi’nin dilinden…sünnet-i seniyyeye ittiba eden kurtulur. Amellerini ibadete çevirir. Ömür sermayesini bitmez ve tükenmez bir hazine yapar.
Bu ayet, hadis ve salatu selamdan sonra üstadımız Sözlerin başındaki bizleri alıp götüren, bize edep öğreten, bize tebliği ve tebliğin metodunu talim eden üslubu ile girizgah yapar. Ben der size dersimi takdim ve tekrar edeceğim…dersimi…kendi dersimi…
EBEDİ İHLAS DERSİ
La halas illel ihlas…Hangi mertebeye ulaşırsa ulaşsın henüz yolun başında olduğunu düşünmek:
Prof. Şener Dilek ağabeyden bir sohbette dinlediğim bir husus, Şahı Nakşibend Hazretleri buyurmuşlar ki “kendi nefsini firavunun nefsinden yüz derece aşağı görmeyen, yüz derece daha zelil görmeyen bu dergahın kapısının eşiğinden geçmesin!” Efendimiz(asv) bir hadislerinde münciyat ve mühlikatı anlatırken kişiyi helak edecek üçüncü hususun kişinin kendisini beğenip kendisinde bir varlık görmesi olarak ifade etmiştir. Bunu şerh eden muhaddisler ise bu üç necata vesile kılan husustan sonra zikredilen üç helaka sebep veren husus içerisinde üçüncüsü en dehşetlisi ve tedavisi en zor olanıdır buyurmuşlardır.
Bu manaları yazarken, tefekkür ederken kendimden utanıyorum. Sıkılarak yazıyorum. Acıyorum halime. Heyhat! Nerede kendisini o üzümün salkımı gören, ben nefsimi o recül-ü facir biliyorum diyen, nefsül emirde kendi nefsini herkesten ziyade nasihata muhtaç bilen, nefsim her fenalağı ister hakikatını hakikaten ikrar eden, Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti yokturu tekrar eden, ben bir sahib-i kemal değilimde ısrar eden O benim Efendim, üstadım, İmamım nerede …bu riyakar nerede…bu hodfüruş nerede…nerede bu üzümü kendinden bilen, nefsini bir adam addeden, herkese nasihat edip kendini unutan ( eta’ murunen nesa bil birri ve tan savna enfusekum ayet-i celilesinin işaret ettiği adam olan ben…) nerede… Rabbim beni islah etsin beni de diyen herkesi de ıslah etsin…Rabbim Rahimim Rahmanım Rahmaniyet ve Rahimiyeti hürmetine bizleri Risale-i Nur dairesine layık istikametli hizmette ihlas ile, azami fedakarlık, azami sebat, azami sadakat ve kanaat ile istihdam etsin, bu yolda yürütsün, bu yolda çürütsün, dilerse ve hikmeti iktiza ederse ve rahmeti yar olursa bu emnü iman ile diriltsin ve böyle haşrü neşre muvaffak kılsın, sonra da o havzu kevserin başında ahirzaman Peygamberinin sancağı altında son Nur ordusunun kumandanının asakiri arasında bulunmayı nasibi muyesser kılsın. Amin, amin, amin…
ALTI DEHŞETLİ HASTALIK
Bediüzzaman Hazretleri bu girizgahı takiben hayat-ı içtimaiye medresesinden aldığını söylediği derse binaen alem-i islamı orta çağda tutan ve batı dünyasını ( batı dünyası derken coğrafi anlamda değil, fikir noktasında kullanıyoruz. Western World ) terakkide uçuran bizdeki altı hastalıktır diyor ve bu altı hastalığa da yegane üstadı olan Kuran eczanesinden ilaçlar sunuyor, mualecenin esasları bunlar biliyorum diye ekliyor.
Birincisi: Ye'sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
Üçüncüsü: Adavete muhabbet.
Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.
Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdad.
Altıncısı: Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.
Bu dehşetli altı hastalığın tedavisi için eczane-i Kuraniyeden Üstadımızın aldığı ilaçların neler olduğunu ve 2011’e nasıl baktığını bir daha ki yazımızda kaleme alacağız inşaallah.