1-Kulluğun mühim bir sırrı, gönüllerin büyük bir süruru duadır
Hakiki müminler bilir ki, bütün sebepler bir araya gelse herhangi bir şeyi icat edemez, şifa veremez, muhtaçları göremez, seslerini işitemezler. Kaldı ki, zahiri sebepler de her zaman oluşmayabilir. Bu sebeple dua etmek, insanların kalbini tatmin eden, huzur veren, ümit bağışlayan Allah ile kul arasında bağlantıyı sağlayan en büyük bir iletişim aracıdır.
“Eğer duanız olmazsa Rabbim ne diye size değer versin ki.”(Furkan, 25/77) mealindeki ayette muhtaç olan insanların, ihtiyaçları gideren sonsuz merhamet sahibi Rabbin rahmet kapısını dua ile çalmalarının önemine dikkat çekilmiştir.
Fıtri istidat ve kabiliyet diliyle zaruri ihtiyaçlarını seslendiren bütün canlıların dualarının ekseriyetle kabul edildiği gözle görülmektedir. Hayat sahibi bütün canlıların rızık bulması, şifa görmesi, nesil istihsal etmesi ve daha nice arzularının yerine gelmesi bunun açık göstergesidir.
Bununla beraber, özgür irade sahibi olan insanların da, özellikle peygamberlerin, evliyaların dualarının on adetten alt- yedisi hilaf-ı adet makbul olmasından anlaşılıyor ki, perde arkasında sonsuz merhamet sahibi, hayat sahibi yaratıklarının en küçük ihtiyacını gören, onların en gizli âhını işiten, her derde derman verebilen, gücü her şeyin üstesinden gelen, kullarının dualarına icabet eden sonsuz merhamet ve şefkat sahibi, bir Rabb-ı Rahîm, bir Semi-i Mücib, bir Cevad-ı Kerim vardır. (bk. Asa-yı Musa, 29)
İşte duanın en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: "Dua eden adam anlar ki: Birisi var; onun hatırat-ı kalbini işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, acizliğine merhamet eder, fakirliğine yardım eder. (Sözler, 318)
Evet, iman dua etmeyi ön görür, dua ise gönüllere huzur verir.
Mesela; İnsanların hayatında yağmurun hayati bir öneme sahip olduğu açıktır. Yağmursuzluk, kıtlığı, kıtlık açlığı, açlık ölümü getirir. Allah’a iman eden kimse, her şey gibi yağmurun da menbaı/kaynağı O’nun yanında, dizgini onun elinde olduğunu bilir, yağmur duasına çıkar, onun merhametine sığınır, ümidini tazeler ve huzur-u kalple yağmuru bekler. İmansız olan kimse ise, yağmuru taşıyan bulutun, sesini işitmediğini, arzusunu yerine getirmekten uzak olduğunu bildiği için, yağmur geciktikçe onun huzursuzluğu, ümitsizliği de artar. Çünkü ona el uzatan bir merci yoktur.
Keza, hakiki Şafi olan Allah’a iman eden bir hastanın şifa beklentisi ile, buna inanmayan kimsenin durumu hiçbir olur mu? Müminde her ana gelebilen bir şifa ümidi; münkirde ise ümitsizlikten kaynaklanan çaresizlik çırpınışları.. Birinde sürur, birinde keder..
2-Teslimiyet ve Rıza
Birçok insan sıkıntılardan, huzursuzluklardan, kurtulmak için kendince bazı yollar ve yöntemler dener. Oysa gerçek mutluluğun ve huzurun tek kaynağı; her şeyi hayır ve adaletle yaratan Allah'a teslim olması, O'nun sınırlarını koruması ve hayatının her anında O'nun rızasını aramasıdır. Çünkü ruhun en önemli gıdası sağlam imandır. Ancak Allah'a hakkıyla teslim olup güvenen bir insan huzura erer. Nitekim ayet-i kerimede “Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığında kalpleri titrer, yanlarında Allah’ın ayetleri okunduğunda (bu) imanlarını pekiştirir ve yalnız Rablerine dayanıp güvenirler. (Enfal 8/2)
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltüalallah" der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-iMutlak'ın yed-ikudretine emaneteder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet'e uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belkis esfel-isafilîne çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder. (Sözler ( 314 )
3-Cesaretin Kaynağı da İmandır
Evet tam münevver-ül kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedaniyeyi, lezzetli bir hayretile seyredecek. Fakat meşhur bir münevver-ül akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise; gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yıldız Arzımıza çarpmasın mı?" der; evhama düşer. Nitekim, bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terkettiler. (Sözler,19 )
Gaflet insanı kesrette boğduğu gibi iman insanı vahdete götürür ve huzur verir. Çünkü kesrette çok yönler olduğu gibi hepsi de güçsüz, fani, yarar veya zarar vermekten uzak varlıklardır. Onun için hakikat ehli sıkıntı ve huzursuzluk çekmemek için her zaman kesretten vahdete doğru giden yolda gitmişlerdir. Bu hakikatı en iyi bilen tevhidin bayraktarı olan Hz. İbrahim’de görüyoruz. O yıldızların, güneşlerin ve ayların bazı vakitlerde gurup ettiklerini görünce bütün benliğiyle bu kesret dairesinden kaçıp baki olan vahdet dairesine girmiştir. Kuran’ın ifade ettiği üzere “Ben bir an var olup bir an yok olanları sevmem” demiş ve onlarla bağlarını koparmıştır.
Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “İşte zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî böyle silsile-i efkârı, hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden me'yusane feryad ediyor. Hakikate giden bir doğru yol arıyor. Madem uful edenlerden ve zeval bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecazî mahbublardan vazgeçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi bîçare nefsim, İbrahimvari لاَ اُحِبُّ اْلآفِلِينَ gıyasını çek, kurtul.”(Sözler, 217).
4-Talepler Tevhid ile Karşılık Buluyor
“İşte şimdi Allah bir temsil daha getiriyor: İki adam var, bunlardan birincisi, birbirine rakip, birbiriyle hep çekişen ortakların emrinde, diğeri ise sadece bir kişinin emrinde çalışıyor. Bu ikisinin durumu hiç bir olur mu? Olmaz elhamdülillah! Fakat çokları bu gerçeği bilmezler”(Zümer, 39/29) mealindeki ayette tevhit inancına bağlı olanlarla olmayanların durumunun çok farklı olduğu vurgulanmıştır. Yani; bir olan Allah’a iman edenlerin gönülleri huzurla dolarken, iman etmeyenlerin hayatları huzursuzlukla doludur.
Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlâna Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş (…)
1 - Yalnız biri iste, başkaları istenmeye değmiyor.
2 - Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor.
3 - Biri taleb et, başkalar lâyık değiller.
4 - Biri gör, başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
5 - Biri bil, marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
6 - Biri söyle, ona aid olmayan sözler malayani sayılabilir.(Sözler, 217,218)
Allah'a ve O'nun takdir ettiği kadere teslim olmanın insanlara kazandıracağı huzur ve mutluluğun yanında, Allah, kendisine iman edip salih ameller işleyenleri dünyada da güzel bir hayat yaşatacağını vaat etmiştir. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson'ın dini inanç ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları da, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson, ayrıca "diğer hiçbir inancın, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna" vardığını açıklamaktadır. (M. Grant Gross, Oceanography, A View of Earth, 6. baskı, EnglewoodCliffs, Prentice-HallInc., 1993, s. 205).
Bu durumu Bediüzzaman Hazretleri gayet veciz bir şekilde şöyle özetlemiştir. “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktizâ eder.”
Allah'a teslim olmayıp kendi imkânlarına/akıllarına güvenen ve kendilerini Allah'tan bağımsız varlıklar olarak görenler ise, hayatları boyunca azap içinde yaşarlar. Bir istekleri gerçekleşmediğinde hemen ümitsizliğe kapılır ve mutsuz olurlar. Şeytan, olaylara karamsar bir açıdan bakmayı telkin eder, güvensizliği fısıldar ve gelecekten yana ümitsizliğe düşürmeye çalışır. Çünkü imansızlık, insana huzur değil, sıkıntıyı, emniyeti değil korkuyu ve güvensizliği, saadeti değil şekaveti, adaleti değil zulmü, iyi ahlakı değil azgınlığı ve fesadı kazandırır. Tevekkül, tevhid ve teslimiyetten uzak olanlar karanlık, kötülük, mutsuzluk, kaos içinde olup hakkı asıl sahibine değil de bir başkasına vermektedirler. Nitekim Allah müşriklerin sürekli huzursuzluk içinde olduklarını çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır: "Kim Allah'a şirk koşarsa o, sanki gökyüzünden düşüp kuşların kaptığı yahut rüzgârın kendisini uzak bir yere attığı kimseye benzer." (22/Hac, 31)
Oysaki hayatın amacı, nefsimizin bitmek tükenmek bilmeyen bencil tutkularını tatmin etmek değil, Rabb'imizin hoşnutluğunu kazanmaktır. Rıza-yı ilahiye ermenin ve huzura kavuşmanın ilk şartı ise tevhid ile gelen imandır. Tevhid; kalbi Allah’tan başka şeylere bağlamamak demektir. Çünkü “Kalpler ancak Allah’ı anmakla itminan bulur.” (Rad, 13/28) İtmi’nan, şüphenin kaynaklık ettiği endişeden ve huzursuzluktan uzak olmaktır. Bu yüzden Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Dünyada en yüksek meclislerin en şerefli ve en yüce makamı, tevhid meydanında tefekkür ile oturmaktır.”
Zira insanda bir tek gönül vardır. Bu gönlünü bir tek yere bağlayan kimsenin değişik meşgaleleri, sıkıntıları, üzüntüleri bir tek hükmüne geçer. Bütün bu farklı sıkıntılarını giderebilen bir merkeze bağlanan kimse, bir tek dilekçeyle derdine derman olan reçetesini kolaylıkla alır, huzura kavuşur. Oysa yüzlerce derdinin dermanını farklı merkezlerde arayan kimse, yüzlerce dilekçe yazmak, yüzlerce kapıyı çalmak, yüzlerce reçeteyi temin etmek zorunda kalır. Şifa ararken dertlerine dert katar, huzuru kaçar, perişan olur.
Özellikle her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, rahmeti her şeyi kuşatmış, kudreti her şeyin üstesinden gelen bir Sultan-ı Ezelinin kapısını çalmak, bütün dertlerini ona arz etmek, öyle ruhani bir huzur iksiridir ki, tarif edilmez.
"Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, ‘Lâ ilahe illallah’ kelâmıdır" manasındaki hadis-i şerifte de tevhid inancının azametine, envar ve esrarına işaret edilmiştir. Ne mutlu iman şuuruyla samimi hareket eden kimselere!
“Allah’a dayan saye sarıl hikmete ram ol /Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.”