بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Üstad Bediüzzaman:
1-Vazifemiz, İHLAS ile ve SEBAT ve TESANÜDLE ve mümkün olduğu kadar İHTİYATLA, "sırren tenevveret" ile irşad-ı Aleviyi, yani Hz Ali'ye ait irşada fiilen uymak, onun gösterdiği doğrultuda hareket etmektir.
Bu sırlı/gizli hareketin özellikle mutlak istibdat, mutlak saldırganlık dönemine ait olmak üzere genel anlamda tedbirli olmayı gerektirir diye anlıyoruz.
2- İman hizmeti vazifemizin bir bütünlüğü, bir sistemi var. O da; ihlas, sebat, tesanüd ve ihtiyatla gerçekleşebilir.
İhtiyat talimatını ise açıkça ve doğrudan doğruya, bağlantılı olduğumuz, ehli beyt nurlu silsilesinin başı olan, imam-ı Ali keremullahi vecheden alıyoruz demektir.
Bu ihtiyat /tedbirlilik irşad ve uyarısının asıl adı ise sırren tenevveret, sırren beyan et şeklindedir.
3- Bu irşad ve emre göre hareket etmenin gereği ise muarızlara / taarruz edenlere aynı tarzda karşılık vermemek ve hücum ettiklerinde telaşlanmamaktır.
4- Hz. Ali'nin (ra) talimatı gereği kendi hizmet görevimizi yapıp, Allah'ın vazifesine karışmayarak hem siz hem kendim adına teselli buldum.
Yani başarmak, belli bir hedefe ulaşmak veya hapisten kurtulmak bizim asıl vazifemiz değildir. Bu inanç bizleri teselli edip sekinete erdirmektedir demektedir.
***
Bu meselenin diğer bir boyutu ise şöyle:
Al-i İmran Suresi 118. ayette:
-"Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğzları (düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinde gizli tuttukları ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz" buyrulur.
Hz. Ali (ra) "Sırrın, yani içinde sakladığın şey senin esirindir. Onu deşifre ettiğin zaman sen onun esiri olursun. Sır saklamak bir irade imtihanıdır. Bu imtihanı kazanamayan hiçbir imtihanı kazanamaz" buyurmuştur.
***
Hazret-i Ali’ye (ra):
“Ercûze’nde benden bahisle, ‘Kendini muhafaza et’ demişsin. Hem tam vaktinde emrinizi gördük. Fakat maatteessüf, kendimizi muhafaza edemedik. Bu belâya düştük. Şahsımdan binler defa daha ehemmiyetli olan Risale-i Nur’dan bahis ve işaretin yok mu?” diye soruyor.
Hazret-i Ali radiyallahüanh da şöyle cevap veriyor:
-"Yalnız işaret değil belki Celcelûtiye’mde tasrih ediyorum (açıkça bahsediyorum)” demiştir.
***
"Kendini muhafaza et" emri olduğu Ercuze duası, 19. yüzyıl müceddidi Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi'nin (ra), Mecmuat-ül Ahzab adlı dua mecmuasının, 582 ile 597. sayfalarında bulunur.
Üstad Nursi:
"O Ercuzenin mevzuu ve içindeki maksad-ı aslî İsmi A'zamı tazammun eden altı ismin ehemmiyetini beyan etmek, hem o münâsebetle istikbaldeki bir kısım umur-u gaybiyeye ve te'sis-i İslâmiyette bir kısım mücâhedâtını işâret etmektir. Evet Hz. İmâm (Ali), Üstâdı olan Habibullah'dan (asv) aldığı dersin bir kısmını işarî bir surette zikrediyor..." der. (Sikke- i Tasdiki Gaybi)
***
Celcelutiye ise Aramcanın Urfa lehçesinden türeyen ve Peygamberimiz (asm) zamanında yazı dili olan, Hz. Ali tarafından Süryanice yazılan ve kutsi hadis olan şiir gibi, nazımlı, sırlı bir duadır.
Hazreti Ali Celcelûtiye kasidesinde şöyle buyurur;
تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرّاً بَيَانَةً
تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرّاً تَنَوَّرَتْ
“Tükâdü Siracü’n-Nûri sirran beyaneten
“Tükâdü Siracü's-Sürci sirran tenevveret.”
Yani, “Sirâcü’n-Nûr (nur lambası, Risâle-i Nûr) gizli olarak yakılır ve aydınlatır!
Kandiller kandili gizli olarak tutuşturulur. O da her tarafı aydınlatır!”
Bu fıkrâsını bulduğunu, fıkranın açıktan ve ismiyle Risâle-i Nûr’dan bahsettiğini ve gizli intişar edeceğini haber verdiğini kaydediyor.
***
Üstad ve nur talebelerinin hizmet tarihçesi "sırren aydınlat, sırren açıkla" talimatının öbür yüzüyle beraber gerçekleşmiştir. İkisi birbirini tamamlayan bir bütündür.
O yüz ise en büyük hile hilesizliktir, gizli saklı hiçbir şeyimiz yoktur. Bunca takip, gözaltı ve aramaların bunu açıkça ortaya koyması gerçeğidir.
Kısaca nurlu iman, Kur'an hizmeti bir yüzüyle sırlı, saklı, diğer yüzüyle açık, şeffaf ve gözle görünür biçimde gelişmiş ve yaşanmıştır.
Bu meselede pekçok örnek ve gerçek adına çok esaslı, çok anlamlı nümune-i imtisalle, bir örnekle mevzumuzu açıklayıp bitirelim.
Üstadın seyyidlik ve mehdiyetini gizli tutması gerçeği nasıl anlaşılmalı?
Bu konuda hala bazı kafalar neden karışık ve durulmuyor?
Üstad seyyidliği noktasında ikircikli hareket edebilir mi?
“Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bakì hakikatler, fânî ve sukùt edebilir şahsiyetlere binâ edilmez.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
"Levh-i Mahfuz açılsa ancak hakiki unsurlar birbirinden tefrik edilebilir. Öyle ise, hakikî unsuriyet fikrine, hareketi ve hamiyeti bina etmek, mânâsız ve hem pek zararlıdır." (Mektubat)
Kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali’de (ra) görülen “Yâ Müdriken” kelimesinin hazf ve kalbiyle “Kürd” îma ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürdlüğüne delâlet etmez ve onun mânevî silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb’idini îcab ettirmez.
"Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirdlerin bu i‘tikadlarına göre, bana karşı demişler ki: “Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirdleri kabul edecekler."
Ben de onlara demiştim: Ben, kendimi Seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Hâlbuki ahir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt’ten olacaktır." (Emirdağ Lahikası)
1-"Kendimi seyyid BİLEMİYORUM, BU ZAMANDA NESİLLER yani soyağacı BİLİNMİYOR.
2-"EĞER MEHDİLİK DAVA ETSE, bütün şakirtleri kabul edecek. Ben de onlara demiştim; BEN KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM!
3-Üstad iddianameye karşı sussa, MEHDİ VE SEYİDLİĞİ KABUL ETMİŞ OLACAK ve iman davasını kendi eliyle bitirebilecek!
4-Üstad haklı olarak "benim seyyidliğim, delilli, ispatlı değil, öyleyse kendime açıkça seyyidim, ali beyttenim' diyemem demektedir.
5-Üstad Denizli Mahkemesi'nde ben seyyid değilim, ben kendimi seyyid bilemiyorum derken, bir edebiyat sanatı olan tevriyenin gereği, seyyidin uzak ve 2. anlamı olan; ben efendi değilim, benim emrettiğim köle ve adamlarım yoktur diyerek, hem davasına zarar vermekten, hem de yalan söylemekten kurtulmuştur.
Çünkü Said Nursi, mülkleri ırgat ve köleleri olan bir efendi, bir seyit değildir!
"Bütün müdafaatımda ara-sıra görünen mülâyimane ve musalâhakârane tabirler ise; TEVRİYE nev’inden olarak mahza masum kardeşlerimi kurtarmak içindir. Yoksa, masumiyetim ve mazlumiyetim beni çok şiddetli konuşturacaktı." (27.Lema Mustafa Gül el yazması)
* Tevriye (iki anlamlılık): Birden çok gerçek anlamı olan bir sözü herkesçe bilinen (yakın) anlamında değil de uzak anlamını kastederek kullanmaya denir.
(Denizli Mahkemesi) İddianamede benim hakkımda dört esas var:
Birinci Esas: Güya bende tefahur ve hodfüruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum.
Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler.
Hattâ Denizli’deki ehl-i vukuf “Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirdleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki, “Ben seyyid değilim. Mehdi seyyid olacak” diye onları reddetmiş.
(14.Şua)
Sonuç olarak: Hz. Ali'nin (ra) sırren tenevveret, sırren beyan et irşad ve emrinin en zahmetli ve zor imtihanı, mehdiyet ve ali beytlik üzerinden verilmiş ve yukardaki hakikatlı muhakeme ve savunmalarla bu sorun da çözümlenmiştir.
Üstadın itirafları ve son şahitlerin hatıralarıyla Bediüzzaman, hem seyyid hem de şeriftir.