Hz. Bilal, (RA), Fahri Alem’(ASM)’e ilk iman edenlerden, evinin mihmandarı, Mescid-i Nebeviye götürüp getireni ve en önemlisi yanık sesli müezzini.
Aslen Habeşli olan Hz. Bilal, İslam Dininin yayılmaya başladığı zamanlarda, küfrün muhaliyetini derkedip Hak Din İslam’ın davetine ilk icabet edenlerdi.
Müslüman olduğu zaman, Müşrik Ümeyye Bin Halef’in kölesiydi. Ve bu zalim adam Hz. Bilal’in Müslüman olduğunu öğrenince o’nu İslam’dan döndürmek için günlerce ona yapmadığı eziyet ve işkence kalmamış.
Mekkeli müşrikler O’nu çoluk çocuğa oyuncak yapmışlardı, işkencecilerden biride Ebu Cehil idi.
Arabistan’ın yaz mevsiminde öğle sıcağında Güneşin, taşı toprağı kayaları kavurup yaktığı bir zamanda, Ümeyye Bin Halef Hz.Bilal’i (RA) alır adamlarıyla çöle götürür ve kızgın kumların üzerine yatırır. Sırtına iki kişinin zor kaldırdığı taş koyar ve şöyle derdi. “Muhammed’i inkar et ve Uzza’ya iman et, yoksa bunlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın”
Hz.Bilalin kızgın kumlarda sırtı, göğsü yanar, nefesi tıkanır, kan revan içerisinde kalır, kıvrım kıvrım kıvranırdı. Bu dehşet dolu işkence saatlerce sürerdi. Ağzını açtığında ise büyük ümitle Bilal’in İslam’dan dönme cümlelerini bekleyen müşriklerin ve Ümeyye bin Halefin kafasında ve kulaklarında “Allahu Ahad, Allahu Ahad” cümleleri bomba gibi patlardı.
Yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu kadar ağır işkencelere katlanıyordu.
Hz.Bilal kayanın altında inlerken “Allahu Ehad” derdi. Neden başka bir İsm-i İlahi ile değil de, Mesela, Ya Vahid, Ya Kadir, Ya Hâlık, Ya Rab veya herhangi bir İsm-i İlahi ile değil de İsmi Ehadi çağırıyordu? “Allahu Ahad, Allahu Ahad” diyordu?
Bunun sırrını Risale-i Nurdaki Ehadiyet hakikatinin izahında anladım.
Vahid İsmi Allah’ın birliğini, Kadir İsmi Kudretini, Rab İsmi Terbiye eden hakikatini dikkate verirken EHAD isminde ise bütün isimlerin nokta-i mihrakiyyesi yani temerküz edip birleşip o mevcutta tezahür ettiği manasında bir hakikatı var.
Mesela Vahid İsmi “bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır” demektir. Ehadiyet ise “Her bir şeyde, Halık-i Külli şeyin EKSER esması onda tecelli ediyor” demektir.
Mesela güneşin ziyası, bütün zeminin yüzünü ihata ettiği haysiyetiyle, Vahidiyet misalini gösterir ve her bir şeffaf cüz’de ve su katrelerinde, güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması EHADİYET misalini gösterdiğini Risale-i Nur ifade ediyor. (Mek.sh.20)
Şimdi Hz.Bilal’in ölümle burun buruna gelip haykırdığı Ehad ismi şerifinde şöyle bir hakikat var.
Vücub-u Sani’a en vazıh ve birinci delil Kainat kitabıdır. Nebatat ve eşcar ve hayvanatın kesretli bulunduğu yerlerde mahlûkattaki nizam ve intizama bakıp onlardaki san’at-ı acibelere dikkati toplayıp bunu anlamak ve anlatmak bir derece kolaydır.
Ama çöl gibi kum yığınları ve kayalardan ibaret bir yerde onları o anda nazara vermek kabil olmadığından, Hz. Bilal, Kainatın bir misal-i musağğarı olan ve ekser esmayı mahiyetinde toplayan insan ve insanın Ehadiyet-i İlahiyeyi gösteren Cami mahiyeti’ni nazara vererek ve adeta dikkatleri bu ismin tecelli ettiği insan vücuduna çevirerek bu hakikati ilan ediyor.
Adeta insanın cami mahiyetinde, Esma-i Hüsna sahibi, Allah’u Ehad’i o sahra çöllerinde haykırmak ve camitleşmiş ölü müşrik nazarlarında ve kafalarında insan gibi bir mu’cize-i harikayı yaratacak Zat’ın, camit putlar değil, lat ve uzza değil ancak tüm Esması kamile olan ve bu esmasını külliyen insanda tecelli ettiren ve insanı bir san’at-ı camia şekline getiren, Bir Allah’u Ehad’in olabileceğini ilan etmiştir.
Kendisine işkence edenlere bile Hakkı anlatmaya ifham ve hilkati insaniye’deki hakikatı ikaz ve onları bu hakkın teslimine irşad ile akıllarına kapı açmak.
İşte ancak Hz. Bilal (RA) gibi akrebiyeti İlahiyeye mahzar ve Sırrı Ehadiyette inkişaf eden sahabeye has bir tarzı beyan ve bir ifade-i hakikat ve irşad.
Yani Bilali Habeş’i (RA) lisanı hal ve lisanındaki bütün kuvvetle bütün kör gözlere ve sağır kulaklara işittirecek derecede diyor ki;
“Siz bana Allah’ı inkâr ettirmek istiyorsunuz, putlara iman etmemi onları Halık olarak kabul etmemi istiyorsunuz? Nasıl ve ne şekilde? Sizler hiç akıl etmiyor, hiç görmüyor musunuz ki, camit ve cansız ve kâmil hiçbir sıfatı olmayan, kendi varlıklarından bile habersiz, kendisine bile faydası olamayan şeyler beni nasıl yaratabilir?”
“Hâlbuki beni kainatın bir misal-i musağğarı olarak yaratan ve vücudumda bütün sanat harikalarını muntazaman derc eden ve bedenimde bütün heyetimden ta en küçücük hüceyratıma varıncaya kadar fayda ve maslahatları gözeterek tanzim eden ve cesedimi gayet sanatlı bir şekilde âlemdeki bütün nimetlere merkez ve medar olarak yaratıp beni en acip ve garip bir mu’cize-i Hilkat edip Ehadiyetine mazhar eden bir Zat-ı Ehad olabilir.”
“Adeta bir nokta-i mihrakiyye gibi bütün Esma-i Hüsnasını bende tecelli ettiren bir Halık’ı Zülcelalin nazarı, hikmeti ve tedbiri altında, Ehadiyet’e mazhar cami, parlak ayine iken ben bütün bütün bunlara körlük edip, bütün bu hakikatleri anlamayıp bunlara kayıtsız kalıp Halıkımı yani Allah’u Ehad’i (haşa) nasıl inkar edebilirim?”
“Beni bu kayanın altında öldürebilirsiniz amma hak ve hakikatı inkâr manasında ki küfrün hakikatsız cehl-i mürekkep cinayetini bana işlettiremezsiniz.”
“Ben bu sahrada ve ıssız çöl vadilerinde sizin bu hakkı görmeyen ve derk etmeyen sağır kafanız ve ferasetsiz kalbinizin rağmına bütün kuvvetimle bağırarak diyorum ki vücudumu ve vücudümdaki san’at’ı camiayı halkeden ve beni bu âleme bir nüsha-i camia şeklinde muciznüma olarak gönderen Halık, ancak Allah’u Ehaddir, bütün esması Kamile olan Allah’u Ehaddir.”
Bin barekallah bu kahramanane ve cansiperane ve muktezayı hale muvafık, civanmert, ölüme ehemmiyet vermeyen hakkı tebliğ ve irşada.
İşte Sahabeyi Sahabe eden ve onlara asla ulaşılmasını imkân harici kılan sır bu hakikatte gizlidir.