Hayat yoluna çıkmış insan yürümek için dur durak bilmeden adımlarını atmaya başlar. Her adımıyla farklı şeyler öğrenir, öğrendikleri de insanın ruh hallerini oluşturur ve kalbini şekillendirir.
Hayat yoluna bu şekilde çıkmış bir insanın öğrenmesi gereken en önemli şey de kalbin sahibinin Allah (c.c.) olduğudur. Hayatta bu hakikati iliklerimize kadar öğrenme yolunda ter akıtabiliyorsak yol kat ediyoruz demektir.
Hayatı anlamlı kılan ve hayattan lezzet almamızı sağlayan şey kalptir. Kalp kâinatı gören gizli bir penceredir. Her şeyle alakadar olduğundan dolayı da çok çabuk bozulabilir. Bundan dolayı da muhafazası çok zordur. Muhafaza edildiğinde de yaratılan harikalıkları gördükçe ve onları yaratanın sevgisini tattıkça kalp gayesine ulaşır.
Kalbin ve ruhun teslimiyetini Hz. İbrahim ve Hz. Hacer’in hayatlarında görerek öğrenmek mümkündür. Hz. İbrahim kalbini o kadar çok dünyevilikten arındırmış ki ateşe atıldığında bile umduğu; Rabbinin sevgisidir. Bundan dolayı İbrahim’e ateş serin ve selametli olmuştur.
Tevekkül peygamberine Allah (c.c.), teslimiyet kadını Hacer’i göndermiştir. Rabbi, Hacer’i de tüm dünyeviliklerden arındırmak için onu ıssız çölde evladıyla bir başına bırakılmasını (ilk önde Sare annemizin istediği doğrultusunda) emretmiştir.
İbrahim (as), Hacer’i Safa ile Merve dağı arasında bırakıp giderken Hz. Hacer’in yüreğinden kopup gelen “Öyleyse Rabbim bizi zayi etmez” sözü teslimiyetinin ilk basamaklarıdır.
Hz. İbrahim canlarının canını yine Rabbine teslim ediyor ve Şam’a öyle gidiyordu. Şam’ın yollarına; özlem, gözyaşı, hasret düşerek gidiyordu. Ve İbrahim’in dilinden dua yükseliyordu:
“Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, senin hürmetli Beyt\'inin yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim -namazlarını Beyt\'inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlarda mümin olanların gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler.” (İbrahim S.37)
Eş ve evladı aşarak Rabbi bulan gönül ne kaybederdi ki? Hz. Hacer’in gönlü de çoktan Rabbini bulmuş ve çoktan ötelere gitmişti.
Dünya da yaşarken zamanın ötesine geçebilmek, zamanın içindeki tüm maddilikleri aşabilmek ancak; gönül gözünün nuraniliğe ulaşabilmesiyle mümkün olabilirdi.
Hz. Hacer bunu bilerek Safa ve Merve dağı arasında koşuyordu. Hızlıca koşuyordu. Bir yanda İsmail’i, bir yanda umutlarıyla koşuyordu. Bir, iki, üç derken adımları daha da hızlanıyor, her adımında Rabbine olan özleminin sancısıyla koşuyordu. Aynı zamanda evladına olan annelik görevini yapabilmek için tüm gücünü harcıyordu. Altıncı seferinde de koşarken artık tükenmeye başlamıştı. Elinin altında olan tüm sebeplere sarılarak koşuyordu.
Hacer, ümitle, yüzünü Rabbine dönerek koşuyordu. Yedinci seferinde adımlarındaki tükenişin ardından niyazındaki yükselişi elbette Rabbi görüyordu.
Dua tüm kâinata tesir eden bir iksirdi. Her şeye duayla kavuşulurdu. Hacer, yüreğini dil yaparak istedi. İşte o an ilahi yardım ellerini uzatmıştı.
Hacer, bir ses işitti: Melek, kadına, "Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira Allah Teâlâ hazretleri\'nin burada bir Beyt\'i olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teâlâ hazretleri o işin sahiplerini zayi etmez!" dedi.
Zemzem toprağın altından aşkla yeryüzüne kavuşurken; Hacer’de zorluğun ardından kolaylığa, feraha ve şükre kavuşuyordu. Asırlar ötesine ulaşacak zemzem aynı zamanda “aşkı” da temsil ediyordu. Sabırla beklemeyi, beklerken dua etmeyi, dua ederken de şükretmeyi ve insanın hayatına zemzem gibi akmayı öğretiyordu. Zemzem gibi bitmeyecekti aşk.
Zemzem bizlere gerçek aşkı ve gerçekten âşık olmayı öğretiyor, hayatın içinden hızlıca akıp giderken birinin gönlünde ve birinin sevgisiyle gönlümüzde serinlemeyi öğretiyordu. Zemzem de aşkta mübarek ve serinlikti.
Allah (c.c.) kuluna kâfi olduğunu en güzel şekilde gösteriyor, zemzem de buna en güzel örnek oluyordu.
Peygamberlerin ve zevcelerinin hayatları bizler için örnek değil midir? Hangimiz hangi olayla karşılaşırsak karşılaşalım her durumla Peygamberler ve aileleri de karşılaşmıştır. Peygamberler, insanlara yol gösterici olarak vardır. Kalplerimizin onlara benzemesi için hayatta yol alırız.
Aslında bizlerde bir İbrahim, bizlerde bir Hacer’iz. Bundan dolayı hayat yolunda koşuyoruz.
Hacer’in bekleyişinin ardından kavuştuğu selamete kavuşmak için koşuyorum; hızlıca, gözyaşlarımla, dualarımla koşuyorum. Sebeplere sarılarak, onları aşarak Rabbime koşuyorum. Kabul görmek için koşuyorum; zaifliğimle, aczimle, fakrımla koşuyorum.
Zemzem gibi durmaksızın, bitmeksizin koşuyorum hayat yolunda. Bir yanım ümit, bir umut, bir yanım korku arasında koşuyorum. Zemzem kısmetini bekleyerek koşuyorum.
Hz. Hacer gibi yüreğim, Hz.Hacer gibi Safa ve Merve arasında gidip geliyorum.
Bir sevdiğimin gönlüne gidiyor, bir kendi gönlüme geliyorum. Allah’a emanetiz ikimizde, emaneti muhafaza edene gidiyoruz.
Sabrı Allah’tan istiyorum. Sadakati Ondan diliyorum. Bu zorlu yokuşları selametli ve hayırlı düzlüklere çevirmesini istiyorum.
Gözyaşlarım ve kalbim arasında mekik dokuyorum. Kalbimi dinliyorum; gözyaşlarımı silmeye yetişemiyorum.
Yâ İbrahim! Ne zaman döneceksin? Bugün sabrın kaçıncı günü?
Hz. Hacer gibi durmaya çalışıyorum. Rabbimden bekliyorum tüm hayırları. Yüreğim alev alev yanarken zemzemin Sahibinden; zemzemi yüreğime akıtmasını diliyorum.
Hacer misali bekliyorum seni Ey İbrahim! Hacer gibi gözleri yaşlı, yüreği yaralı, kanadı kırık şekilde seni bekliyorum.
Bir dualarıma bakıyorum, bir rüyalarıma; bir adını anıyorum, bir sevgini tadıyorum. Bekliyorum seni Ey İbrahim; sabırla, sebatla ve sadakatle…
Satır satır yazarken bunları, hâlim nasıl bir bilsem İbrahim, hâlim nasıl…
Hacer, İbrahim’ine eş olmakla zora talip olmuştu. Ayrılık arasındaki sevgiyle yanmayı çoktan göze almıştı. İbrahim’ine eş olmakla kavuşmayı unutmuştu. İbrahim’ini, ayrılıklar arasında sevmek zorunda kaldığını bilerek gönül vermişti. Hacer için ayrılıkta bir nimetti kavuşmakta. Önemli olan İbrahim’inin gönlüne sultan olmak ve kendi gönlünde sadece İbrahim’in olmasıydı.
Hacer misali gözlüyorum yollarını. Ufka bakıyorum uzun uzun. Ay’ın hallerini gözlüyorum sessizce. Yıldızları seyrediyorum; orada senin gözlerini belki görürüm diyerek. Gecenin karanlığından sabahın ışığına seni görme umuduyla uyanıyorum.
Bedenim Mekke’nin çölünde, ruhum Şam’da İbrahim! Hem seni, hem Sâre’yi özlüyorum. Kadınlığın verdiği kıskançlık duygusunu aşarak özlüyorum Sâre’yi. Ey Sâre! İbrahim’e zevce olmam için kalbine sevgi veren Rabbim, İsmail ile birlikte bizi tekrar sana sevdirir. Biz o günü bekleyerek seni de özlüyoruz Sâre.
Ey İbrahim! Çünkü ateşe atıldığında Sâre’n vardı yanında. Biliyorum ki, Sâre, benim buralara gelmem için bir vesileydi.
Bak İbrahim! Zemzem durmadan akıyor, bereketiyle birlikte toprağı ve ardından bizim hayatımızı şenlendiriyor.
Zemzemin yeryüzüne kavuştuğu o gün, yeryüzünün sevince ulaştığı gibi; o mutlu günü, o mutlu anı, o mutluluğu bekliyorum İbrahim, o mutluluğu bekliyorum.
“Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım.” (Kasas S.24)
“Ya Rabbi! Hiçbir yaprak dahi senin iznin olmadan kımıldamaz. Bizleri, Sensiz, yârsız, yârensiz bırakma. Ey beni İbrahim’den uzak kılarak, kendisine yakınlaştıran Rabbim! Ebedi saadet yolunda sen yollarımızı tekrar birleştir. Sana birlikte kavuşabilmeyi lütfet.”
amin.amin.amin.