Hiçbir çocuğun 'sahibi' anne-babası olmadığı gibi yetiştirilmesi ve sorumluluğu da anne-babasıyla sınırlı değildir. İslam fıtratı üzerine yaratılıp, hiçbir şekle girmemiş tertemiz kalplere sahip çocuklara, anne babaları şekil vermektedir. Temiz bir toprak gibidir çocuklar, o temiz toprağa hangi tohum ekilirse onun mahsulü alınacaktır.
Namaz, küçükken öğretilmelidir!
Öncelikle şunu belirtmek gerekir; 'o daha küçük, büyüyünce başlar' düşüncesi problemli bir düşüncedir. Büyüyünce namaz kılmak zor gelmesin diye çocuklar, daha küçükken namaza alıştırılmalıdır. "Kılacaksın, kılmazsan dayağı yersin" gibi Peygamberi ahlaka uymayan yakışıksız cümleler yerine, sevgi dolu ama özellikle açıklayıcı ve ikna edici cümlelerle namazı çocuklarımıza anlatmak durumundayız.
İslam'ın getirdiği esaslar, İslami bir dilden şaşmadan çocuğun da anlayabileceği bir dil de anlatılmalıdır. Yaptığı işleri, adet olarak değil farkına vararak ve şuurla yapması gerektiğinin öğretilmesi gibi çocukları ikna edici cümlelere kurmak gerekir. Sözgelimi, yemek yiyor olmamızın asıl maksadının, kulun Rabbine ibadet etmesi, vatanına ve milletine faydalı hizmetlerde bulunması ve bütün insanların saadeti için çalışması olduğu öğretilmelidir. Dünyada bulunmamızın ve yaşıyor olmamızın gerekçesinin, ahiret için azık toplama olduğunu çocuklarımıza iyice kavratmak durumundayız.
Peygambere ümmet yetiştirmek!
Allah'ın bir emaneti olan çocuklarla ilgili ilk vazife ve görevimiz, onları her şeyin sahibi olan Âlemlerin Rabbi Allah'ın rızası doğrultusunda yetiştirmektir. Her Müslüman'ın ilk vazifesi, kız olsun erkek olsun, çocuklarına İslam'ı öğretmektir.
İslam'ı öğretmek, İslam'ı bir bilgi kaynağı olarak onlara ezberlettirmek demek değildir. Haram ve helallere riayet etmeyen ama bütün bunları öğrenen çocuklara, ebeveyni İslam'ı aktarmış sayılmayacaktır. Bir hayat nizamı olarak İslam'ın çocuklara öğretilmesi, o nizamın ilk elden önce anne-babada vücut bulmasıyla mümkündür. Dört koldan ailemize yapılan saldırılara karşı önlem almadan, İslam bir hayat nizamı olarak ev içerisinde yaşanılamayacaktır.
Çocuk dövülemez!
Çocukları, iyilik adına dövmek diye bir şeyin varlığı söz konusu değildir. Çocuklara güzelliği çirkin bir fiille dayatmak mümkün müdür? Elbette değildir. "Ama sözümüzü dinlemiyor" yeterli bir gerekçe değildir. Ne kadar uğraşıldığı ve ne kadar ikna edilmeye çalışıldığı önemlidir.
Terbiyede dayak olmaz.
1- Çocuğu dövmek, ahlâkının bozulmasına yol açar.
2- Devamlı dayak yiyerek büyüyen çocuğun esnekliği kalmaz, katı olur.
3- Dövülmek, çocukta anne-babaya karşı kızgınlığa yol açar. Çocuk kendi yaptığının kötü bir şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez, kendini döveni suçlar.
4- Dövülen çocuk, kızdığı zaman, o da şiddete başvurur, bir başkasını döver. Böylece dayak vicdanlı olmaya değil, saldırganlığa sebep olur.
5- Uzmanların ciddi bir kısmının da belirttiği gibi sözden anlayacak yaştaki çocuğa dayak atılmaz. Sözden anlamayan çocuğa ise -çok gerekliyse- hafifçe vurmak yeter. Başa, yüze tokat atmak, sopa ile dövmek asla Peygamber ahlakıyla bağdaşmaz.
Sosyal etkinlik ahlakı da tamamlar
Spor yarışmaları düzenlemek, çocuğun bedensel yapısının oluşturulmasında ve geliştirilmesinde oldukça etkili bir yoldur Bu yol, çocuğun kendi fizik yapısına, oyun ve spora gereken ihtimamı göstermesine destek verir Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, amcası Abbas oğullarının çocukları arasında koşu yarışı düzenlemiş ve yarışı kazanan çocuğa kucağını açıp, çocuğu sevmişti.
Allah Resulü'nün uygulamalarından öğrendiğimiz kadarıyla, çocukların oyun oynamasına izin verilmesi hatta onların bu maksatla teşvik edilmesi gerekmektedir. Bu etkinlikler, çocukların sosyal zekâlarını ve karakterlerini geliştirecektir. Burada da anne babaya düşen, çocuklarının helal ve haram dairesinde kalıp kalmadıklarını takip etmek ve onları güzele yönlendirmektir.
'Onlar benim dünya fesleğenlerimdir'
Ebu Eyyûb Ensârî (ra) anlatıyor: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in yanına girmiştim. Hasan ile Hüseyin Hz. Peygamber'in önünde ya da kucağında oynuyorlardı.
Ben: 'Onları seviyor musun ya Resûlullah?' dedim. Bunun üzerine O: 'Nasıl sevmem onları? Onlar benim dünya fesleğenlerimdir; onları koklarım' buyurdu. [Taberani]
'Ne güzel atlıdır onlar'
Ömer bin Hattab (ra) şöyle anlatmıştır: Hasan ile Hüseyin'i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in iki omzunda gördüm. Ben: 'Altınızdaki at ne güzel' dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: 'Ne güzel atlıdır onlar' buyurdu. [Heysemi]
Resûlullah, izin veriyor!
Hz. Aişe Validemiz şöyle anlatıyor: Habeşliler mescidde oynuyorlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bana perde oldu da onların oyunlarına bakıp seyrettim. Böylece seyretmeye devam ettim. Nihayet bakmaktan ayrılan ben oldum. Oyun ve eğlenceye düşkün genç yaştaki bir kızın bunu ne ölçüde arzu edeceğini artık siz takdir edin! [Buhari, Müslim, Nesai]
Resûlullah, torunu ile gülüşüyor!
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, muhtelif yerlerde çocukların oyun oynadığını görmüş ve onları yadırgamamıştır.
Cabir (ra) anlatıyor: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. Derken bir yemeğe davet edildik. Giderken Hüseyin'in çocuklarla birlikte yolda oynadığını gördük. Allah Resulü hemen insanların önüne geçti. Sonra (Hüseyin'i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak için şuraya buraya kaçmaya başladı. O esnada Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, çocukla gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi: "Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse Allah da onu sevsin. Hasan ile Hüseyin torunlardan iki torundur." [Ahmet bin Hanbel]
Milli Gazete