Sevdiğinizden vazgeçebildiğiniz ölçüde kıymetlisiniz ötelerde.
Emaneti temellük etme gafletinden sıyrılışın adıdır bu hâl zira…
O’nun verdiğinin ve dahi almanın O’na ait olduğu gerçeğinin fiili ispatıdır.
Gerçi bunu bilmesek de bilip kabul etmesek de bu böyle…
Lâkin olana yahut olacak olana dair tercihlerimiz bizi talihli veya bedbaht eyliyor.
Yaparak değil seçerek yol alıyoruz bu yerlerde…
Yaradılışın muhteşem ahenginde anlamlı bir ses iseniz kıymetlisiniz. Ki bu, bazen de susmakla olur… Susan kurtulur…
Vah Hüseyin, vah, vah…
Biz beceremedik susmayı…
Susmak sükûnetti. Sekineydi kalbolan kalbin kayıplarına.
Ellerinde zahir aynalar, kırmaya kıyamayanların avazına düştük.
Biz, sürçtük de düştük toprağa, sen tohum gibi sükûnetle.
Bir tohum ki filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış da gövdesi üzerine doğrulmuş gibisin Rahman’ın elinde…
Ayırırken başını gövdenden bedbaht çiftçiler, fışkıran bengisuyun baharını fark edemediler. Nebinin yüreğinde biten güzelciği niye sevemediler? Ah Hüseyin, ah, ah…
Alacakaranlık solurken kerbela toprağında hüseyniler, sana Fatihalar yollar Eyüp ten Fâtımalar Âişeler.
Hangi ağıt yeşertir içini, nasıl ağlasam duyarsın? Biz hiç bilmedik gidişini… Bir teşehhüt miktarı duada bekledik gelişini… Gel Hüseyin, gel, gel…
Hüseyin, Cennetin efendisi…
Hüseyin, Fâtıma’nın biriciği, Ali’nin güzelciği…
Hüseyin, dedesinin torunu, ümmetin onuru…
Kerbelaya düşmez seni saklamak, peygamber busesi değmiş alnına değmez kızıl toprak.
Her bir zerreni taşır kaderinde bir ehl-i beyt torunu.
Bir parça hatıran düşer her mü'minin nasibine…
Hüseyin, seni saklamak onurdur Dedenin ümmetine… (Osman)