Henûn adında bedbaht birisi: “–O’nu büyük bir ateşte yakalım!” dedi.
Bu teklif kabûl edildi. Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı.
Câhil ve ahmak halk: “–Bu insan, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Dağ gibi odun yığıldı. Yakılan ateşin alevleri semâlara çıkıyordu. Harâretinden dolayı, kuşlar yakınından bile geçemiyordu.
Bütün hazırlıklar bitince halk, ateşin başına toplandı. İbrâhîm -aleyhisselâm- elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde idi. Gönlünde en ufak bir korku ve endişe yoktu.
MELEKLER ALLAH’A DUÂ ETTİLER
Nemrûd ve cemâati, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler.
Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde: “–Aman yâ Rabbî! Sen’i en çok zikreden İbrâhîm -aleyhisselâm- ateşe atılıyor! O Sen’i bir an bile unutmayan bir peygamberdir! O’na yardım etmek için bize izin verir misin Allâh’ım?” diye yalvardılar.
Allâh Teâlâ’nın izin vermesi üzerine bir melek İbrâhîm -aleyhisselâm-’a geldi:
“–Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi.
Diğer bir melek: “–Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” dedi.
Bir başka melek: “–Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi.
İbrâhîm -aleyhisselâm- ise, bu meleklere: “–Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusûrumdandır. Sabredici olurum inşâallâh!” diye mukâbelede bulundu.
Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken de İbrâhîm -aleyhisselâm-: “Allâh bize yeter, o ne güzel vekîldir.” diyordu.
“ALLAH BİZE YETER, O NE GÜZEL VEKİLDİR”
Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyet ettiğine göre İbrâhîm -aleyhisselâm- bu sözü, ateşe atılırken söylemiştir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine Müslümanların îmânları artmış ve hep birlikte: “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 3/13)
CEBRÂİL ALEYHİSSELÂM GELDİ
Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi ve:
“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. İbrâhîm -aleyhisselâm-: “–Evet, bir talebim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.
Cebrâîl -aleyhisselâm-, İbrâhîm -aleyhisselâm-’a hayretle: “–Niçin Allâh’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.
O da: “–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. Şâir bu cevâbı; “Âgâh olunca hâle, hâcet mi kalır suâle!” şeklinde mısrâya dökmüştür.
Allâh Teâlâ, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, O’nu Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Sözünün eri olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhîm.” (en-Necm, 37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir.
Yine Cenâb-ı Hak, O’nu: “Rabbi O’na «Teslîm ol!» deyince, derhal «(Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!» dedi.” (el-Bakara, 131) âyet-i kerîmesi ile de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş